Burç yorumlari

Internetteki günlük haftalik aylik burç yorumlari hakkinda ne düsünüyorsunuz?
Uzman bir astrolog, haritamiza bakip önümüzdeki 1 yili anlatsa ne kadar güvenilir olur?

YANIT

Sorunuzu üç farklı cenahtan yanıtlayayım:

1- İlk olarak şu gerçeğe yoğunlaşalım: Eğer astroloğun sözlerine inanırsanız söz konusu kehanet, SİZİN inanma ölçünüzde gerçekleşir. Evreni (kaderi) yaratan öncelikle bilinçtir. (Bu sözlerim ezoterizm değil, Stapp benzeri dahi fizikçilerin kuantum yorumudur.) Doktorların “ümit kesildi” vakalarında “yaşayacağım” diyen kişilerin hayatta kalma, ya da “biliyorum, altı aylık ömrüm kaldı” sözlerini söyleyen nice kişinin neredeyse kronometre dakikliği ile altı ay sonra ölmeleri nedeni aynı evrensel düzenektir.

[Bu kişilerden biri öz annemdir. Doktorların “artık yapacak bir şey yok, gönlünü hoş edin” sözleri nedeniyle karşısında ağlayan aile bireylerine “A-a, ne ağlıyorsunuz yaşayacak olan ben değil miyim, yaşayacağım diyorum size işte!” sözleri ile karşılık vermiş ve olaydan sonra bir de çocuğu olmuştur. Çocuğu bendenizim; paragrafımda yer alan cümleler ise çocukluğum boyunca duyduğum özgün cümlelerdir.]

2- Simdi soruyu ikinci bir cenahtan yanıtlayalım: Astrologların (ve diğer kehanette bulunan kişilerin) sözlerinin kimi zaman doğru çıkmasının başka bir nedeni (GEÇMİŞ VE GELECEK ŞU AN VARDIR başlıklı yazımda anlattığım gibi) Einstein’ın, özel görelilik kanunun ile ortaya çıkan, geçmiş ve geleceğin şu anda var olduğu gerçeğidir. (Bu sözler kişisel yorumumu değil, bilim dünyasında somut gerçek olarak kabul edilen görüşü içermektedir.)

Bilinç, bir somuna benzetilen bu yapıda ileri (veya geri) hareket edebilir. Bu yüzden -bir olasılık- astrologlar dahil nice kahin, geleceğe olağan kişilere oranla daha net yolculuklar yapabilmekte ve orada algıladıkları bilgileri “an”a dönüp sorucuya aktarabilmektedirler.

Kehanetleri kişisel inancın mı, yoksa kahinin geçmiş ve geleceğe yolculuk yapabilme yeteneğinin mi gerçek kıldığı hakkındaki karar birey tarafından verilmelidir. Pozitif bilimlere inanma eğilimli beyinler kuantum mekaniğinin gösterdiği yoldan ilerlerler, sübjektif konulara yatkın olanlar ise eğer astrolojiden zevk alıyorlarsa o yöne meylederler.

Ancak kuantum mekantiğinin işaret ettiği gibi eğer kişi elinde -bilinç ile evren yaratma- şeklinde özetlenen bir güç varsa, geleceği 3. bir kişinin sözleri ile (ya da sözlerine inanma ile) var etmesi ne derece doğrudur? Ne de olsa hiç kimse söz konusu 3. kişinin (kahinin) sözlerinin daima pozitif olacağı konusunda güvence vermemektedir.

[Bu bilgiler yüzünden -maddesel getirisi hayli yüksek olan- göz okuma, tarot açma, astrolojik harita çıkartma benzeri eylemlerden özgür irademizle vaz geçmiş, sadece eğitim adını versek de aslında bilgi aktarma olan yola yoğunlaşmışızdır.]

3- Şimdi sorunuza bir üçüncü cenahtan göz atalım ve soralım: Astroloji gerçek midir? Yani planetlerin hareketleri kişi kaderinde söz sahibi olabilir mi?

Kişisel kanım, (okültist olsam da pozitif bilimlere yakın beyin yapım nedeni ile, ki, aynı nedenle majikal ortamda yıllarca başarısız kalmıştım) söz sahibi olamayacağı yönündedir. Planetler sonuçta birer taş-toprak yığınıdırlar. Eğer bazı kütleler kaderde belirleyici ise, o zaman dünya adlı planet ÜZERİNDEKİ kütleler de belirleyici olmalı, hatta bunlar kişiye en yakın kütleler oldukları için, en çok bu kütleler belirleyici olmalıdırlar! Oysa astrolojik haritada dünya adlı kütle yer almaz.

Dahası; eğer kütleler kader üzerinde belirleyici iseler (yani eğer kütleler, dalga fonkisyonunun çökmesinde etkin iseler), o zaman sadece güneş sistemindeki kütleler değil, tüm uzaydaki kütleler belirleyici olmalıdırlar. Bu düşünceden yola çıkarak çağdaş astrolojide giderek fixed stars (sabit yıldızlar) ve asteroidler (bkz. bizim Eros Yorumları sayfamız) de yorumlara alınmaktadırlar. Fakat uzaydaki her bir kütlenin etkisini saptayarak gerçek etkileşimi görebilmek ve buna uygun bir harita çıkartmak tamamen imkansızdır. Basitçe: “Eğer uzaydaki kütleler dalga fonksiyonunun çökmesinde etkinse, doğru kehanetleri yansıtacak harita ancak tüm kütleleri içeren bir haritadır; ki, pratikte böyle bir harita çıkartmak mümkün olmadığı için haritalar eksiktir” denilebilir.

Diğer yandan, haritadaki bilgilerin gerçek çıktığına defalarca tanık olmuşumdur. Bu gözlemin nedeni aslında (gizliden gizliye) astrolojiye inanmam ve gerçekliği bu yönde çöktürmem olabilir. Ancak üzerinde durulması gerekli nokta şudur ki; astrolojik kehanetler benim kişisel inancımla sınırlı sayılamayacak geniş çaplı konularda da gerçek çıkabilmektedirler! Bu konudaki en çarpıcı örnek Pluto adlı gezegendir.

Pluto, Roma mitolojisinde ölüm ilahıdır. Ölen kişilerin ruhları onun yanına gider ve yeni bir yaşama başlarlar. Pluto, 1930 yılındaki keşfinden sonra astronomide ölüm ilahının adını almıştır ve niteliği “ölmek ve yeniden doğmak” şeklinde astrolojiye alınmıştır. İlginç olan odur ki, 2006 Ağustos ayında International Astronomical Union (IAU) Pluto’yu gezegenlikten çıkartmış,
yani bir anlamda ölmüştür. Bu nedenle Pluto’nun astrolojik kehanetlerin gerçekliğini ölümü ile doğruladığı öne sürülebilir.

Gördüğünüz gibi işler son derece karışık ve sorunuza tek ve kesin bir yanıt vermek olanaksız. Kişisel olarak ben iş ya da özel hayatımda bir kişi hakkında önemli bir karar alacağım zaman arada sırada da olsa haritasına bakmaktan kendimi alamıyorum. Ancak gördüklerim bir veriyi okumak mı, yoksa gördüklerimi sandıklarım yönünde gerçek var etmek mi… bilmiyorum. Peki, bu yaptığım doğru bir iş mi? Onu ise hiç bilmiyorum. 😀

Bu yüzden önerim,

Okumayı sürdürün >>


SORUNUZU İLETİN!

Tanrı Ve Seytan

Semavi denilen dinlerde bir tanri bir de seytan var oldugu yazilmis. Gerçekte Tanri ve Seytan ayni varlik midir?

Cevabiniz olursa tesekkür ederim.

Saygilarimla.

YANIT

Evet ve hayır!

İman ortamında Şeytan olarak ifade edilen, bizim sistemimizde sadece “alarak beslenen” (alanı ile rezonansa girince bölen, böylece tüketen) bir frekans şeklinde görülen ve bilinçli olduğuna inanılan enerji koparttığı parçayı biçimlendirdiği için kendini yaratıcı tanrı olarak tanıtır; oysa o sadece “var etmiştir”, yaratmış değil. Onun bu “aldatmacası” en açık şekilde gnositkler tarafından sezilmiştir. Onlar makrokozmosta erk sahibi olan bu güce Demiurgos (şekil veren mimar) adını verirler (var olanı bölüp biçimlendirmek gnostiklerce mimarlık olarak yorumlanmıştır).

Aslında negativitenin “tanrıyım” iddiası pek de yanlış sayılmamalıdır; çünkü makrokozmosta Şeytan (negativite) -eğer seçilirse- Tanrı (yaratıcı, pozitivite) kadar güçlü olabilir! Unutulmamalıdır ki makrokozmosta bilinç, seçim yapma kapasitesi taşır. Bu durumun bir diğer anlamı ise bilincin hatalı kararlar alabileceği, negativiteyi seçebileceği ve bölücü vibrasyonu aktive edeceğidir. Pozitif taraftan ayrılıp, zıt bir güç ile senkronize olma durumunun mümkün olması NEnin gücüne kanıttır.

Olayın vehameti, Müslümanlığın kutsal kitabı Kuran’da bizzat Allah tarafından vurgulanmıştır. Allah, insanları Şeytan’a karşı uyararak bunu (yani bilincin onun çekim alanından çıkıp, bölücü frekans ile rezonansa girebileceğini) apaçık dile getirmiş ve bu konudaki defalarca uyarılar yapmıştır.

Makrokozmos bir seçim alanıdır. Yaşam, yapılan seçimlere paralel var olur; çünkü makrokozmosu (bu yüzden de kaderi) yaratan insan bilincidir. Cennetten insanın kovulması teması, bir şekilde insan olarak parçacık şeklinde çöken formun hatalı seçme şansının olduğu hakkında uyarıdır. Kötülüğü ya da acıyı yaratan sadece aldanmış bilinçtir. Aynı bilinç aldanmadığı zaman -dinlere göre iyi insan olduğu, bize göre PE celp ettiği zaman- aynı ortamda cennete benzer yaşam sürecektir; çünkü pozitif (birleştiren, bölmeye karşı koyan) alanın frekansı ile senkronize olacaktır.

Peki; bu bölücü güç Yahveh midir?

Bu kadar iddialı bir sözü söylemeye (yani “bu böyledir” biçiminde baskın bir cümleye kurmaya) hakkım olduğuna inanmıyorum. Söyleyebileceğim; Tevrat’ta, Yahveh’in evreni var ettiğini anlattığı bölümde sadece bölmekten söz ettiğidir. Ayrıca o bölemeye başlamadan önce farklı bir gerçeklik de vardır: Söz konusu gerçeklik ise Türkçe Tevrat’ta “engin” (ya da deniz, okyanus) olarak çevrilmiş abyss’dir (derinlerdir).

Yahudiliği ve Yahveh’in kimliğini bir kenara bırakalım ve soralım: “Sözü edilen aldatmacadan insani bilinç nasıl kurtulur/sakınır?”

Bize göre kuantum mekaniği ile!.. Kuantum mekaniği ile ortaya çıkan gerçekler dindar ve/veya pozitif kimlikler yaratacak olabilir!

Unutulmamalıdır ki en az 1000 yıl öncesinden kalma sözler, Kova Burcu Çağındaki insan bilincine çok fazla inandırıcı ya da açıklayıcı, en azından ikna edici gelmeyebilir. Oysa kuantum mekaniği ile yanıtları (evren gerçeklerini) aramak, eğer çok güçlü önyargılı kalıplar yoksa yaratıcıya yaklaştıracaktır… çünkü gerçekten de evrenin -bütünüyle pozitif olan- bir yaratıcısı vardır ve kuantum mekaniği giderek bu gerçeği ortaya koymaktadır.

Kuantum mekaniğini çekici bulmayan kişiler yaratıcı rolüne girmiş negativiteyi şöyle deşifre edebilirler: O; “iyilik” olarak empoze ettiği kavramlarda pozitiviteyi (iyiliği) “boğucu” hale getirir. Örneğin iyiliğin çekiciliğinden (iyiliğin; sadece mutluluk ve huzur değil, aynı zamanda şenlik, neşe, heyecan, keyif, aktivite vb. kaynağı olduğundan) hiç söz etmez. Bu yüzden insanlar kaliteli aşk ve seks ilişkilerinin (bir diğer deyişle “aşk ve seks ilişkilerindeki başarı dahil, insana keyif veren her kazanımın”) DAHİ iyilikle geldiğini bilemezler.

Kişisel görüşüme göre, gerçek anlamı ile kötülük yapmaktan hoşlanmayan kişiler arasında satanizmin var olma nedeni budur. Pop kültür aracılığı ile Müslümanlığın içrek (spiritüel, kavramsal, öz) kısmı değil, Sadece (ya da en çok) tapınma ritüelleri (şeriatı) empoze edildiği için; inancı salt kurallar olarak gören ve bu kurallarla kafa yapısı örtüşmeyen nice kişi inançsızlığa yönelebilir.1
Detay konuların abartılarak kültüre pompalanması ile ortaya çıkan “yarım Müslümanlık” ile kollabore olamayan, bunları rasyonel görmeyen beyinler, “İyi, iyi değilse, o zaman demek ki kötü denilen iyi olmalıdır” benzeri düz ve hatalı mantık geliştirebilirler.

Oysa kuantum mekaniği ile elde edilen veriler kişilere (onların iman ettikleri inanç içinde, ya da inançsızlık ortamında) ek bilgiler sunarak gerçek (pozitif) yapıyı somut verilerle gösterebilir. Sözün özü; çağdaş insan için -imanlı olsun, ya da olmasın- Şeytan’dan gerçek anlamı ile sakınmanın yolu somut bilimsel verilerin ezoterik yorumudur belki de… Zaten bu durum (yani ezoterizm, din ve bilimi karmak), birbirinden ayrılmış üç alanın yeniden birleşmesi manasındadır.

Okumayı sürdürün >>


SORUNUZU İLETİN!


 

DİP NOTLAR

[1]

Oysa “iman”ın insanlara mutluluk verdiği deneysel ortamda kanıtlanmıştır. Bu konuda bilgi için SEROTONİN, İNANÇ VE MUTLULUK adlı yazımı okuyabilirsiniz.

 

Kadim Sahislar’la iletisim kurmak mümkün mü ?

Geçmiste yasamis Kadim Sahislar’la iletisim kurmanin insan aklina gelen en mantikli yolu zamanda yolculuk yapmaktir.Bazilariniz hemen atlayacak “bazi ritüel ve tilsimlarla bunu yapmak zaten mümkün” diyecektir.Sizler bu ritüeller ve tilsimlar ile asla geçmiste yasamis Kadim Sahislar ile iletisim kuramazsiniz.Siz bu ritüel ve tilsimlari yaptiginizda sizinle iletisim kuracak olan geçmiste yasamis Kadim Sahis degil kendisini Kadim Sahis olarak tanitan bir cin veya cinler olacaktir.Konumuza geri dönelim zamanda yolculuk yapmak bilimsel olarak çok zor oldugundan Kadim Sahislar’la iletisim kurabilmenin BILIMSEL olarak daha pratik bir yolu vardir; Geçmiste yasayan Kadim Sahislardan birinin görüntüsünü veren foton parçaciklarinin evrendeki konumunu tespit edip o konuma giderek o fotonlara bakmaktir.Eger iletisim kuracaginiz kisi gerçekten kadim bir sahis ise gelecekten birisinin kendi fotonlarina baktigini idrak edecektir.Misal olarak Hz.Süleyman’in görüntüsünü veren fotonlarin su an evrende bulundugu konumu tespit edip oraya gittigimizde o fotonlara bakip Hz.Süleyman ile konustugumuz zaman Hz.Süleyman gelecekten birisinin kendi fotonlarina baktigini fark edecektir.

YANIT

Siz soru sormamış görüş bildirmişsiniz. 🙂 Genelde bu gibi mesajları yanıtlamıyorum ama siz birden fazla görüş bildiren mesaj gönderdiğiniz için -ilginize, düşüncelerinizi paylaşma arzunuza, ya da iletişim kurma isteğinize saygısızlık olmasın diye- bir kereye özgü mesajlarınızdan birini yayınlamaya karar verdik.

Zamanda geçmişe yolculuk Stephen Hawking’in -bence- çok net biçimde ortaya koyduğu gibi -feedback yüzünden- imkansızdır. Zamanda ancak geleceğe gidilebilir. Solucan deliklerini kullanarak geleceğe gitmek, bilimsel ortamda üzerinde çalışmalar yapılan bir konudur.

Ritüel ve tılsımla zamanda yolculuk yapmak bizim sisteme uygun eylem ve arayışlar değildir.

“Geçmiste yasayan Kadim Sahislardan birinin görüntüsünü veren foton parçaciklarinin evrendeki konumunu tespit edip o konuma giderek o fotonlara bakmaktir.”
Bu cümleye fizik açısından bakarsak hatalar görebiliriz:

Bakmak dediğiniz şeyi realize etmek için görülecek bir imaj olması gereklidir. Imaj ise makrokozmos (parçacık olarak çökmüşlük, maddeleşmişlik) ile oluşan bir sonuçtur.

Görmek dediğiniz şeyi realize etmek için elektronların (yani retinadaki nöronların elektronlarının) ekistasyonu gerekir. Bu eksitasyonu sağlayan kuvvet taşıyıcıları olan fotonlara foton değil, virtual photon denir. Bu fotonlar sadece kuvveti iletene kadar var olurlar; enerji ve momentumu “ödünç alır”, iletir ve sonra yok olurlar. Görülemezler, algılanamazlar. En azından bu güne dek deneysel ortamda saptanamamışlardır.

Bu bilgiler nedeni ile kuantum uzayında “fotonlardan var olan görüntüler” olarak nitelediğiniz alanların varlığını öne sürmek bize göre doğru değildir.

Ayrıca “Kendi fotonlarına bakıldığını idrak eden kadim şahıs” ile pop kültürde anlaşıldığı şekli ile “cinler” benzeri düşünceler de bizim sistemimizde yer almamaktadırlar.

Majikal çalisma(lar), majikal tanrılar

Cevaplarinizda sürekli bahsettiginiz “majikal çalisma(lar)” kavrami nedir tam olarak? Size ve ekibinizdeki herkese selam olsun.

YANIT

Maji, kuantum uzayında her bir bilincin nano saniyede var ettiği kaderi, iradi (kişisel arzular yönünde) meydana getirme sanatı, ya da ilmidir. Bu sanat ya da ilmi ifa edebilmek için bir zaman ayırmak şarttır. Ayrılan zamanda öğrenilen metotlar uygulanır ve sonuç beklenir. İşte bu ayrılan süreye ve bu sürede ifa edilen uygulamalara majikal çalışma denir.

Söz konusu çalışmalar biçim biçimdir. Her biri onu yaratanın, ya da yaratanların hayata bakış açısının, yapısına paralel şekilde var edilmişlerdir ve birbirinden büyük farklılıklar gösterecek olabilirler. Aprentisler kuantum mekaniğine göre rastlantısal, bize göre bilinçli şekilde karşılarına çıkan bu yöntemlerden kendilerine sempatik geleni seçerler ve öğrenmeye koyulurlar. Yeterince bilgi birikimine sahip olduklarında uygulama safhasına geçer ve majikal çalışma yapmaya başlarlar.

“Majikal çalışmalar, nano-saniyede bükülen kuantum uzayını iradi bükmektir” dedik. Eğer kuantum uzayı her nano saniyede her insan tarafından bükülebiliyorsa, o zaman demek ki HER İNSAN doğuştan bir “bilinçsiz majisyen”dir demektir. Majikal çalışmaların (bir anlamda majinin) amacı, kişiye bazı ekipmanlar sunarak sözü edilen büküşü kolaylaştırmak, var olan doğal yeteneği kişinin bilinçli kullanımına sunmaktır.

Büküşü kolaylaştıran aracılara (ekipmanlara) majikal literatürde tanrı denir. Aslında onlar sadece evreni (yani çevrenizde gördüğünüz ve göremediğiniz her bir şeyi) meydana getiren kuantum uzayı parçacıklarıdır. Bunların kimi kuvvetleri taşırlar, ki onlara bozon denir. İşte tanrı denilen aracılar sadece henüz Hadron Collider’dan kaçmakta olan (yani henüz keşfedilmemiş olan) bozonlar, ya da bozona benzeyen parçacıklardır.

Bu keşfedilmemiş, ama adı giderek duyulmakta olan parçacıklara en çarpıcı örnek takyonlardır. Onlar, HDL’de henüz birkaç yıl önce (uzun arayışlardan sonra) keşfedilmiş olan Higgs bozunua çok, ama çok benzemektedirler; çünkü kütlelerinin kareleri -tıpkı Higgs bozonu gibi- negatiftir. Anılan “takyon benzeri bozonlar”ın (tanrıların) bazılarına İslami literatürde Vedud, bazılarına Muhyi, bazılarına Bari adı verilir.

  • Bu parçacıklar İslam öncesi paganizminde tanrı denmiştir. Bunda bir hata yoktur.
  • Müslümanlığın ortaya çıkması ile Allah “Tüm pagan tanrılar benim” sözlerini söylemiştir. Müslümanlıkta tüm evreni Allah’ın yarattığına inanıldığı için bunda da bir hata yoktur.
  • Ezoterizm ortamında onlara “şahane şeyleri var eden takyon benzeri parçacıklar” denir. Bu da hatalı bir düşünce şekli değildir.
  • Bilim ortamında bozonların kuvvetleri taşıyarak evreni var ettiklerine inanılır. Bunda hiç mi hiç hata olamaz; çünkü bu bir inanç değil, kanıtlanmış bir gerçektir.

Yani maji (ya da majikal çalışma), evrende var olan, eski okulda tanrı denen, aslında evreni var eden alt güçler olan parçacıkları beyin gücü ile kullanma ortamıdır.

Beyin; bir anlamda adaleler gibidir. Nasıl spor ya da dans ortamında bir adalenin güçlenmesi veya esnemesi zamana dayalı ise, beyin elektriğinin (yani beyin EM alanının) farklı alanlarla (tanrılarla, ya da parçacıklarla) iradi senkronizasyonu da zamanla gelişir. Majikal çalışmaların özü işte bu senkronizasyonu sağlama anıdır ve bu anın gücü, zaman içinde kazanılan yeteneğe bağlıdır.

Sorunuza yanıt verdikten sonra aramızda biraz laflayalım:

Majikal geçmişimde bu yeteneğe doğuştan büyük ölçüde sahip bazı kişilerle nadiren de olsa karşılaştım. Genelde bu yeteneğe doğuştan sahip olmayanları tanıdım. Hatta onları çok, ama çok yakından tanıdım… çünkü o kişizadelerden biri bizzat bendim. 😀 Neredeyse tümü eğitmen ve akademik eğitimden geçmiş kişilerle dolu bir aileden geldiğim için bilime inanan (somut kanıt yoksa, gerçek yoktur eğilimli) beynim, ortada olmayan şeylerle çalışmaya isyan etti. İnanç yoksa, avcunu yalaya yalaya majikal çalışma yapılır 🙂 Sonunda, otuz sene kadar önce John Carpenter’ın Karanlıklar Prensi adlı 1987 yapımı filmde kuantum mekaniği ile tanıştım. Giderek dost olduk ve yakınlığımız arttıkça benim de majikal başarı katsayım artmaya koyuldu.

Zaten bizim eğitimi “üç kul eüzü suresi okuyup büyü yapmayı isteyenler” için değil; benim kafadaki beyinler için kurduk. Verdiğimiz eğitimde hedef kitlemizin despot müdürün ayağını kaydırmayı, sevimsiz kaynanayı elimine etmeyi, komşudaki mikro minili afeti düşürmeyi, ya da loto milyarderliğini kafaya takmış insanlar olmadığı bilinmelidir. Biz; beyin elektriğini -görece bilimsel metotlarla- kuantum uzayındaki parçacıklarla kollabore edip, pozitif enerjiye ulaşmayı, böylece KİŞİYE ÖZEL harika kaderleri elde etmeyi arzulayan bilinçteki kişilere hitap etmekteyiz. Söz ettiğim bilinç, işi mutfağından öğrenmenin gerekliliğini kavrayacak yapıdadır. Bu yüzden kolları sıvar, “işin mutfağına girer”. O mutfak öyle bir mutfaktır ki, oraya istekle ve PE ile girenin yemeği yakmasını geçiniz efendim, tatsız bir yemek pişirmesi bile neredeyse olanaksızdır.

Nasıl? İnanmadınız mı bana? “Maji ile kötü çalışmalar da yapılır, alın size yanmış yemek” mi diyorsunuz?

Ben de size “Hayır” diyorum. “Eğer yemekler o mutfakta yansaydı, evren, hatta evrenimizin içinde olduğu evrenler denizi (hyperspace), milyarlarca yıldır orta evren olarak kalmaz, kötülüğün eline düşerdi. Lanetleme çalışmasının gerçekten lanetlediği tek kişi vardır, o da kara büyücünün kendidir. (Bu konuda daha detaylı bilgi edinmek için bu linkte yer alan “4- BÜYÜ İLE GENELDE İNSANLARA KALICI VE ÖNEMLİ ZARARLAR VERİLEMEZ” başlığı altındaki yazıya göz atın.)

Tamam; lanetlemenin hedefindeki kişi, yollanan NEyi almaya eğilimli ise (beyninde negatif EM alan varsa) ufaktan dürtülmelere maruz kalabilir. Kuantum uzayını bükmek, dokuyu yeniden inşa etmek demek değildir. Kişiler arada minik çalımlar yiyebilecek olsalar da bunlar geçicidir. Kimse bir diğer kişinin kaderini kalıcı biçimde değiştiremez; hiç kimse kendi beyin elektriğinin yarattığı kaderden başkasına sahip olamaz.

Nasıl? Buna da mı inanmadınız?

Hemen sözlerimin gerçekliğini kanıtlıyorum: İnsani seçim o kadar güçlüdür ki, tanrı ve şeytan olarak nitelenen iki zıt alan bile o bilinci kendine uygun şekilde kalıcı olarak biçimlendirememekte; insana, kendini seçmesini için argümanlar sunabilmektedir. Yaratıcı, ya da ona zıt yapının insani bilinci kendi yanına “çekip alamadığı”, seçimin insan tarafından yapıldığı bir ortamda, bir diğer insanın bilincinin bunu başaracağına inanmak Orta Çağ okült bilgilerinde demir atmışlığın, oralardan bir parmak ilerleyememiş olmanın kanıtıdır. Kara büyünün başarısı sadece ürkütücü propaganda yoluyla korku yaratarak gelir. Korkan insan, PE kalkanını yitirir, bazı GEÇİCİ darbeler alabilir. Sözün özü kişileri lanetleyen aslında 3. bir kişi (bir kara büyücü) değil, ondan gelen radyasyona (korku ile) bağrını açan kişinin kendidir.

Daha basite indirgeyelim: Eğer insan bilinci (insan kaderi) kendinden başka bir alanın (gücün/kişinin) mutlak yönetimine girebilseydi, evreni yaratıcısı (ki ona kişinin karakteri, kültürü, yetiştiriliş biçimi, beyin yapısı gibi
nedenler yüzünden Allah, tanrı, Ana Tanrıça, Baba Tanrı, Buda,

evren, bir fizik yapı, insan beyninin tanınmayan bir gücü,

kuantum uzay-zaman geometrisi, kuantum uzay-zamanına embed bir gerçeklik,
ya da her ne ad verilirse verilsin) iyiliği ile her insanı hemen yanına çeker, evrende NE kalmaz, herkes çoktan cennette olurdu.

Bu noktada söz konusu bilgilere ulaşmamızı sağlayan, kuantum mekaniği bilgilerini bize aktaran, onları (muhakkak ki “Lan bu bacaksızlar ne el atıyo bizim işlere, töbe-töbe” diyerek) biz okültistlerin kullanımına (belki de pek istemeden 😉 sunan, parçacık fizikçilerine, nörobilimcilere ve kozmologlara teşekkürler etmeyi borç bilmekteyiz. Standart fiziğin ataerkil yapısını onlar yenmekteler!

Neredeyse 10.000 yıllık -kültür yaratacak insanlık- geçmişinde ilk kez olarak son 50 yılda bu tanrıların (yani güçlerin) varlığı, ne oldukları ve nasıl çalıştıkları deneysel olarak keşfedilmeye başlamıştır. (Bu çağda yaşayan bizler bu denli şanslı kişileriz!) Evrenin nasıl meydana geldiği artık kuantum mekaniği ile anlaşılmaktadır. İşte sadece bu yüzden -evreni yeniden yaratma sanatı/ilmi olan majideki agilite ve gerçek yeterlilik kuantum mekaniğini öğrenmekle elde edilebilir. Yine aynı nedenle majikal çalışmalar artık bilimdir.

Bize SELAM etmişsiniz… Ne iyi düşünmüş, ne güzel yapmışsınız! Bizden size ve tüm yakınlarınıza, sevdiklerinize, hatta sevmediklerinize (bir güzellik yapıp PEleri kapalım 😉 SELAM OLSUN.

Selam konusu hakkında bilgi almak adına dileyen Güzel Esma es-Selam adlı yazımı okuyabilir.

Bir de Müslümanlıktan ayet verelim.

Furkan, 63

O çok merhametli Allah’ın (has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve cahil kimseler kendilerine laf attığı zaman (incitmeksizin) “selam” derler (geçerler).

Okumayı sürdürün >>


SORUNUZU İLETİN!

Bu kaderi kim secer?

Aklimi kurcalayan, cevabini okudugum hic bir kitapta bulamadigim, anlamlandiramadigim bir sorum var.
Eger bu dunyaya herkes kendini deneyimlemeye gelir teorisinden yola cikarsak ve yasanilan olaylara bakarsak, hastalik, tecavuz vs gibi..hangi ruh bunu deneyimlemek isteyebilir, fiziksel dunyada bunu neden yasayip aci cekerek ölmek ister? Bunun bir aciklamasi var midir?

Ogrendikce, okudukca daha fazla soru isareti beliriyor kafamda. Kabullenisten cikip sorularima cevap aramaya calisiyorum. En son olaylar beni sarsti desem yeridir. Kadin cinayetleri ve gencecik insanlarin hastaliktan hayatlarini kaybetmeleri…yasamak istiyorum cigliklari atarken fiziksel dunyadan ayrilmalari…

Mutlulugu deneyimlemek adina aci cektigimizi kabul edebilirim ama bu nasil bir deneyimdir ki aci cekerek ölmek zorunda birakir insani…neyin deneyimidir bu, hangi ruh bunu yasamak ister.

Sizin cevabiniza istinaden ise kaderi kendimiz yaratmiyoruz diyelim… ruh nasil bit dalga boyutunda titresir ki insan tum bunlari yasamak zorunda kalir ?

Cevabiniza tekrar cok tesekkur ederim..umarim ne demek istedigimi anlatabilmisimdir..

Calismalarinizda kolayliklar dilerim..

Sevgilerimle

YANIT

“Sizin cevabiniza istinaden ise kaderi kendimiz yaratmiyoruz diyelim”
En başta bir anlaşalım: Böyle bir şey diyemeyiz; çünkü artık evrenin nasıl var olduğu bilim ortamında (örneğin ilk başta Çift Yarık Deneyi ile, ki sonra başka, Delayed Choice Experiment benzeri daha detaylı deneyler de yapılmıştır) defalarca test edilmiş ve kanıtlanmıştır. Kuantum mekaniğinin (bazıları Nobel ödüllü ve Sir ünvanlı) dahi fizikçilerinin ortaya koyduğu gibi evren, bilinç (buna çok kabaca kişisel seçim, karakter veya bakış açısı diyebiliriz) ile var edilir. Nasıl bakarsanız, öyle görürsünüz. Bilinciniz nasıl ise, içinde yaşadığınız evren öyle olur. Bu nedenle bilim adamları arasında evrenin ışık yılları uzaklıktaki bölümlerinin -insan adlı bilinç tarafından ölçülemediği için- henüz var olmadığı tartışması vardır.

“bu dunyaya herkes kendini deneyimlemeye gelir”
Söz ettiğiniz pop kültür “deneyimleme” ortamına inanırsanız içinde bulunduğunuz çıkmazda kalabilirsiniz. Bu dünyada (makrokozmosta) bedenlenme, senkronizasyon temelli bir fizik tepi/reaksiyon ile olmaktadır. (Öte dünyanın da ana dokusu fizik ile çalışır.)

Sorunuz aslında teknik bir yanıt arayışı gibi dursa da, bence aslında acınıza derman (teselli) aramaktasınız. (Sizi rahatlatmak adına -yanıtın yanıtlama sırasında gecikeceğini bildiğim için- mutadım hilafına çok ender yaptığım bir şeyi yaptım ve editörümün hesabından size özel kısa bir mesaj attım, anımsayacaksınız.) Bu nedenle izninizle yanıtımı öğüt benzeri vereyim; böylece daha işinize yarayacak sözler duyacak olabilirsiniz.

Eğer ataerkil aldatmaca ile (“gündemi takip etme” benzeri -sözde- çok seçkin bir eğilim ile) ana haber denilen TV kuşağındaki programların ilk 10 dakikasından fazlasını izlerseniz, çözümü kitaplarda ararsanız (fazla kitap okursanız), sosyal medyayı sıkça izlerseniz, son yirmi yılda üretilen filmleri seyrederseniz, bilgisayar oyunları oynarsanız evreninizi içinde bulunduğunuz şekilde inşa edersiniz. Saydığım listede masum olanlar da tabi ki vardır; ama bir prens yakalamak adına o kadar çok kurbağa öpmek tehlikelidir.

Hedefiniz; “çağdaş ve seçkin” olarak dayatılan modellere kimi zaman sırtınızı dönüp, sadece ve sadece beyninizde katre elem yaratacak bilgilerden uzak durmak olmalıdır. Bu yöntem ile zamanla beyninizdeki negatif duyduklarınızın yarattığı yönetici alanlar temizlenir, mutlu bir bakış açısı yakalarsınız. Hayır; insanların acılarını çocukların izlediği saatlerde bile milyonlarca insana TV aracılığı ile yansıtmak iyi bir şey değildir. Karşılaşma olasılığınız 2/1000 olan olayları, silsile halinde her gece %100 oranında izlemek, yaşarken kendi cehenneminizi yaratmaktır. Kötülükle acı çekerek, ya da kavga ederek savaşamazsınız.

Kötülük, en seçkin, çağdaş ve saygın sandığınız kavramlar ve ortamlarla da geliyor olabilir. Onu fark etmenin YEGANE yolu, sizin ruhunuzda (beyin elektriğinizde) yarattığı sıkıntıyı deşifre etme yeteneğinin gelişmesidir. Beyin elektriğinizi negative edecek (ruhunuzda sıkıntı, kaygı, stres vb. uyandıran) şeylerden bilinçli uzaklaşma tepkisi hedonizmle aynı şey değildir. Eğer beyin elektriğiniz pozitif ise, bir şey (belki tanrı, belki evrenin bilinçsiz yapısı) size yapmanız gerekeni (bu gereklilik savaş vermek de olabilir, uzak durmak da) söyler ve onu fark etmeden ifa edersiniz. Sadece bu yüzden olaylar karşısında üzülen, sinirlenen, stres altına giren, kinlenen, dahası, yaşama isteğini yitiren, iyiliksever bir tanrıya (pozitif temelli bir evrende yaşandığına) güvenini yitiren herkes, kendine acı veren olayı yaratan negatif gücün, acı yaratan bir odağı haline gelmiştir.

Size önerim öncelikle bir değişim süreci başlatmanız; beyninizi negativiteye kapatmanız ve sizi yöneten olumsuz yolakların silinmesine zaman vermenizdir. Elektriği bir ölçüde olsun pozitive etmeden ne aradığınız yanıtları bulabilirsiniz, ne de yapmanız gerekli şeyleri görüp doğru adımları atabilirsiniz. Evet, tabi ki yapılacak birçok şey vardır. Tabi ki dinlerin Şeytan’ı, bizlerin NE’si ile savaşı insanlar (insan bilinci) verecektir. Ama o insanların bu gün çevremizdeki bilinçler olduğu son derece kuşkuludur.

Okumayı sürdürün >>


SORUNUZU İLETİN!

Bülent Kisa hk. (Janus, Bülent Kısa’yı anlatıyor.)

Merhaba, sizi ve blogunuzu az önce kesfettim.

kblan tragna ile ilgili gelen bir soruya verdiginiz cevabi okurken, bülent kisayi çok yakindan tanidiginizi gördüm. Kendisi hakkinda size bir kaç soru iletmek istiyorum.

internette PDf olarak dolasan, seytanin bizzat kendi agziyla konustugu, birbirinin devami niteliginde 3 adet PDF kitap mevcut.
bu pdf kitaplari da seytanin bizzat bülent kisaya yazdirdigina inaniliyor.
buna inanan, bülent kisaya büyük hayranlik duyup onu bir tür kara kahin – kara peygamber gibi görüp gözünde büyüten bir grup genç kitle var.

bahsettigim kitaplarin isimleri:
-gerçekler kitabi
-isa kitabi
-ayetler kitabi

google’da aratarak bulmak mümkün.
fakat kimseler ise bu kitaplari yazanin bülent kisa olmadigi, yazarinin belli olmadigi, bülent kisanin kendisine maal ettigine inaniyor.

sorum su ki; kendisini ne kadar tanirdiniz, bülent kisayla görüstügünüz zamanlarda dogrudan luciferden dikte alarak kitap yazdigini biliyor muydunuz, böyle bir seyden bahsetmisligi var midir?

bülent kisayi bize biraz anlatir misiniz acaba?

not: Ilgili kitaplara inanmiyorum, satanist-müslüman-hristiyan-budist-musevi vs degilim. daha çok kadim cadilik ögretilerine ve kelt paganizmine yakin hissediyorum.

tesekkürler.

 

YANIT

Bülent’i birkaç satıra sığdırmak mümkün mü? Değil! Demek ki yanıtım hayli uzun olacak…

Bülent’in sosyal medyada popüler olduğunu ilk kez sizden duydum. Okültizm ortamına çok uzun zamandır uzağım. Yıllar önce olduğum yerde, bizim devirde elde ettiğimiz bilgiler düzeyinde kaldım.1 Bu düzey ise artık yeterli olmadığı için diğer yanıtlarımda dile getirdiğim gibi, bana sorulan soruların bazılarının cevabını bilmiyor ve yanıtlayamıyorum. Sosyal medya ile zaten hiç ilgimin bulunmaması nedeniyle -az önce söylediğim gibi- onun getirildiği konumu şu anda ilk kez duyduğuma emin olun.

“luciferden dikte alarak kitap yazdigini biliyor muydunuz, böyle bir seyden bahsetmisligi var midir?” demişsiniz:
Söz ettiğiniz kitaplardan sadece Gerçekler Kitabını uzun yıllar önce okudum. Bülent kendisi, okumam için bana getirmişti. Hatırladığım kadarı ile Şeytan ağzıyla yazılmış olsa da, içerikte “kötülük edin” gibi bir yönlendirme yoktu. Evrenin oluşumunu bizim bilime göndermeler yaparak yorumladığımız şekle biraz paralel, ama biraz da UFOcu jargonu ile anlatmaktaydı.

Bu kitabı kendinin yazdığını bana asla söylemedi. Kendinin sadece İSTEK ÜZERİNE bir yorum eklediğini anlattı. Ayrıca bana hiçbir zaman Satanizm adlı kitabından başka kitap yazdığından bahsetmedi. Yazsa, söyleyeceğini düşünüyorum. Bir metafizik gücün, örneğin Lucifer’ın, birilerine bir şeyler dikte ettiği düşüncesini -bence- biraz “ti”ye alırdı; çünkü bir gün onunla paylaştığım bir manuskripti çok beğenmiş, onu benim yazıp yazmadığımı sormuş ve eklemişti: “Her gün efendiden (Şeytan’a şakayla karışık, biraz alay eder tonda bu isimle hitap ettiği olurdu) vahiy alarak yazdığı söylenen bir sürü şey veriyorlar bana. Onları dahi okuyorum. Bunu da sen vahiy ile yazdınsa ciddiye alırım üstat…” (Cümleler, aklımda kaldığı kadarı ile özgündür.) Yani bu sözleri ile vahiylere -yanılıyor olabilirim ama- sanki pek inanmadığını fısıldamaktaydı.

Gençlerin onu Kara Kahin olarak gördüğünü bilse eminim ki kahkaha atar, hiç de üzerinde durmazdı. Kahinlikten de hoşlanmazdı. Bu konular hakkındaki bilgi ölçütü sorulduğunda, hepsinde üst düzey yetkinliği olsa da, “Sadece işime geldiği kadar bilirim” diye yanıtlardı. Lider olmaktan hoşlanmayan biriydi o; eşitliğe yürekten inanırdı. Aslında inanmazdı, yapısı böyleydi; fark etmeden yaşardı. Bu ortamı doğal hali ile yaratırdı. Onun bulunduğu meclislerde kimse lider, ya da baskın hale geçemezdi. Katıldığı konuşma toplantılarında bile üstünlüğü ele geçirmeye çalışan kimselere haddini bildirirdi. Bir kez, benzer bir ortamda, ünlü (ve ismi bende saklı) bir gazeteci ile kavgaya varan bir sürtüşme yaşadıklarını anımsarım. “Bugün berbat geçti; adam kimseye konuşma hakkı vermedi yahu!” şeklinde bir de öfke tepkisi olmuştu.

Kabul ediyorum ki, onu çok iyi ve yakından tanıyan birkaç kişiden biriyim. Aslında Bülent’i herkes tanırdı… insanlarla kaynaşma ve arkadaş olma yeteneği benzersizdi. Ama sık sık söylediği gibi onun dostları ve arkadaşları vardı. Dostları herkesti, oysa arkadaşları çok azdı. (Kendisi görece yüzeysel ilişikleri tanımlarken dostluk, yakın ilişkiler için ise arkadaşlık sözcüklerini kullanırdı.)

Okuyacağınız yanıtta Bülent’in özel yaşamına dair detaylar da olacağını başta belirteyim. Bunları aktarmaya iznim olmayacağını düşünecek kişiler bulunabilir… ama müsterih olsunlar. Bülent’in paylaşılmasını onaylamayacağı nice şeyi kendime saklamaktayım.

Onu tanıtmak adına söze başlarken ilk başta en önemli soruyu soralım:

Kendisi satanist miydi?

Bu konuda bir şey diyemem. Ama kanımca -kendini belki öyle sanıyor olsa bile- olmadığını söyleyebilirim!

Evet; negatif taraflara girip çıkmayı seven, her farklı kesim ile teşrik-i mesai yapmayı keyif verici bulan biriydi.

Evet; bizim karanlık kavramımızla (ışık hızı engelleri) ilgisi olmayan bir çeşit karanlık kavramını ilginç bulurdu.

Evet; bizim eğitimimizde yer vermediğimiz, ayrıca nedensellikler sunarak geri durulmasını söylediğimiz tipte çalışmalar yapmayı sakıncalı görmezdi.

Evet; o zamanlar pek ilginç ve eğlenceli bulsam da, bu günkü beyin yapımla hiç-mi-hiç onaylamayacağım bazı eylemleri vardı.

Ama hala da bence NE taşıyan biri değildi. Bülent, hiç de kötü bir insan değildi.

Kimdir bilemem, ama kehanetlerindeki doğruluk payını şahsen gözlediğim bir kişi (ki, kendini peygamber olarak nitelemiş ve çevresine bazı insanları toplamıştı) onun için “NEyi positive etmek için o ortamda” kehanetini savurmuş, Kısa’ya kahkahalar attırmıştı.

Bence bu kehanet gerçeği yansıtmaktaydı!

Ben eğer bu gün, kendimce pozitif diyebileceğim bir konumdaysam, şartlarım şahane olmasa da mutluysam/rahatsam, PE celp etmeyi becerebiliyorsam, bunu ciddi ölçüde Kısa’ya borçluyumdur; çünkü o zamanlar içinde olduğum gerçek karanlıktan çıkmam için ilk yol göstermeler kendisi tarafından yapılmıştı! Yani kendisi eğer o -belki de karanlık da denilebilecek- yerde durmasaydı, ben bu gün diğer alemde, hem de çok-çok-çok kötü şartlarda olacaktım. Buna eminim. Ana Tanrıça ekolüne girmeye başladığımda değil engel olmak, saygı ile karşılamasa, ona sunduğum verileri ciddiyetle incelmeye koyulmasa, hatta içeriği yer-yer beğenerek beni zaman-zaman özendirmese, pozitif tarafa ait olan varlığımla (ki, Ana Tanrıça ekolünü ve pozitif enerji gerçeğini ondan öğrenmişimdir) görüşme izni almak için ona gittiğimde beni engellese, “Görüşebilirsin, bir sakınca yok, zararsız bir varlık, görüşülebilir” demese, ben bu gün Janus olarak bu sitede paylaştığım kimlik ve bilgilere sahip olamazdım.

Sonuç olarak bence Bülent “iyi” biriydi.

Hayır; bu sözlerin gerisinde arkadaşlığımızın yönlendirmesi yok. Gelin size otuz sene önceki bazı olayları yansıtayım; haklı olup olmamam konusunda kararı siz, kendiniz verin:

Bana yaptığı bir ziyarette parasız olduğumu görünce maddesel yardımda bulunmuş, bu yardımın cebindeki son miktar olduğunu ve bu yüzden eve dönmekte güçlük çektiğini, farklı bir kaynaktan öğrenmiştim.

Bir cinsel ritüelde sadece hanımını sundu diye bir biseksüel erkeğe hak etmediği kadar dostça davranmıştı. (Oysa istese bir sözü ile o adamı ortamdan bile uzaklaştırabilirdi.)

Bir hanım arkadaşı ile tartışmaları kavga ile sonuçlanmış, kendisi tekvandocu olduğu için elinden bir kaza çıkmış, ama yaptığına pişman olarak ünlü bir gazeteci olan hanımefendinin yazması gerekli yazıları özgür seçimi ile bir hafta boyunca kendisi yazmıştı. (Kaleme almıştı manasında değil, bilgisayarda yazmıştı.)

Grubunda önemli konumda olan biri -son derece mantıksız bir nedenle- lanetleme çalışması yapmayı istediğinde bütün gücü ile karşı çıkmış ve çalışmayı engellemişti. (Bu kişi de uzun yıllardır yaşamda değil.)

Birlikte çalıştıkları bir arkadaşı çalışmaları sırasında şok aldığı için (yani bunu izlemek zorunda kaldığı için) acı çektiğini gizlice bana anlatmıştı.

Yitirdiği kedisinden söz edilince saklamak istese de gözlerinin dolduğunu gördüğümü sanıyorum.

Çok çocuksu bir yanı da vardı… Saf, naif… Parasal sıkıntıda olsa da, internet aracılığı ile batıdan kılıçlar (zaman geçti, unutmuşum, sanırım bunlar Japon dövüş sanatlarında kullanılan pahalı ekipmanlardı) getirtmesini eleştirince; “ben arada oyuncak almasan rahat edemem” diyerek karşı çıkmıştı. Majikal alanda benden misli ile ilerde olduğu için dostluk ortamında olsak da, konumu benden hep üstte idi. Şİmdi samimi olduğum bazı öğrencilerime “Artık hocam deme ya, Janus desene” tepkisini verdiğimde hiçbirinin bunu yapmayı istemesi ve yapmamakta direnmeleri gibi 🙂 ben de onu tüm samimiyetimize rağmen farklı yerde görürdüm. Buna rağmen kılıçlar ve dövüş teknikleri ile ilgili yazısını çocuksu bir ürkeklik ile bana getirmiş ve redakte etmemi “rica etmişti”. Oysa “Şunu bir elden geçir” demesi yeterliydi.

Ayrıca eli -bilgi konusunda da- açıktı. Sahip olduğu bilgiyi asla esirgemezdi. Bilgiyi aktarmak (karşılıksız vermek) adına özveride bulunmaya bile hazırdı! Engin kütüphanesini her isteyene korkusuzca açabilirdi. Kitaplarımı alıp geri getirmeyen arkadaşlardan bezdiğim için kütüphaneme “Kitap isteme, git satın al” yazan bir levha yapıp astığımda bana eleştiren gözlerle bakmıştı bence.

Çelebi bir hali vardı. Eski İstanbullu bir aileden gelen bendenizin nezaketi ile “kopacaksın kibarlıktan” diye alay ederdi. 🙂 Oysa gerçekten nazik olan kendisi idi, onun içten gelen inceliği yanında benim hal ve tavrımın sadece bir disiplin sonucu var olduğu anlaşılırdı: Grubunda olan ve ailesi ile yaşamaya başlayan bir hanıma “ya, evde insanlar var, rahatsız edemem, ayıptır ya” diyerek bir daha telefon etmemiş, hanımın onu aramasını bekler olmuştu.

Bu kadar laftan sonra beyninizde “Hadi artık söyle be Janus, o kara büyü yapar mıydı?” merakı uyandığını hissediyorum. Hemen yanıt vereyim: Tek bir olay dışında bu konuda bilgim gerçekten yok. Biz birbirimize çalışmalarımız hakkında hiçbir söz etmezdik. Zaten kendisi seyrek olarak grup çalışması yapardı. Sık sık “Ben yalnız çalışmaların adamıyım” sözünü yinelemesi bunun kanıtı idi. Söz ettiğim tek bir olay ise grup çalışmasıydı. Hedefte -o zamanlar yapıtlarına saygı duysam da, kimliğine sempati duymadığım- bir hanım gazeteci vardı. Bu hanımefendi dik mizaçlı biriydi ve Bülent’in grubu ile zıtlaşmayı seçmişti.

Sonunda onu lanetlediler.

Başarılı da oldu çalışma, hanımefendi darbe aldı.

Ama sonuç ne oldu? Kayıplar kalıcı mıydı?

Tabi ki hayır. Yanıtlarımda ve eğitimimizin tanıtımında defalarca dile getirdiğim gibi “kişisel bilincin yaptığı seçimi (evreni) hiçbir dış güç kalıcı olarak değiştiremez. Tanrı ya da şeytan bu konuda kesin sonuç yaratıcı olmazken -insanın elinde tanrıya rağmen (yani tanrının isteğine karşı çıkarak) kötülüğü seçme imkanı varken- değil mi ki bir insan bir diğerinin kaderini kalıcı olarak değiştirebilecek…

İmkansızdır bu.

Hedef kişinin beyin elektriğinin NE miktarına paralel birkaç dürtme yaratılabilir. Ama sonunda her şey öz bilince paralel hal alır. Zaten söz ettiğim hanımefendi de bu gün ünlü, sevilen, birçok kitabı ve öğrencisi olan, bence artık PE sahibi sıcak bir kimlik… göz okuma ile gördüğüm kadarı ile mutlu da…

Fakat Bülent’in kendine lanetleme yaptığını öne süren bazı kişiler tanıdım ve bunların tümü hanım arkadaşları idi. 🙂 Ancak altını çizmek isterim: Çevrede bir majisyen varken, Yahudilik dolduruşu ile (yani majisyenlerin -şamanlar, ya da kızılderililerin kabile büyücüleri benzeri- çok da hayırlı kişiler olacağı, işler yapacağı bilgisi gizlenerek), meydana gelen olumlu değil, olumsuz olaylar bizlerden bilinir.

Bence Bülent de aynı şekilde haksızlığa uğramakta olabilirdi.

[İzninizle yaşamımdan konu ile ilgili bir anekdot ekleyeyim: Geçen yıl bilim kadını olan bir hanım arkadaşım vardı. Zeki, karakter ve kariyer sahibi bir hanım. Bir gün benimle birlikte bir yere gelmesini istedim. Benim için önemliydi bu isteğim. Reddetti. Üzüldüm; ama gerçekten üzerinde durmadım. Aramıza bir soğukluk girdi ve uzunca süre ayrı kaldık. Barışma sonunda konuşurken bana “Sana bir şey soracağım” dedi; “bana doğru yanıt vereceğini biliyorum.” Sormasını rica ettim. “Bana (…) olayına gel dediğinde gelmedim ve hata ettim. Bunun bilincindeyim. Bana kızdığını hissettim ve ben de olsam bana kızardım. Yani sana hak veriyorum.”

Lafın nereye uzanacağını anlamadığım için sessizlik içinde dinlemeyi sürdürdüm.

Konuşmadığımı görünce sözlerine devam etti.
– Bence bana lanetleme çalışması yaptın. O olaydan hemen sonra kötü şekilde düştüm. Ama inan ki sana kızmıyorum. Ben olsam, ben de yapardım!

Bu lafları duyunca soluğum kesildi. Aklımın ucundan geçmeyen düşünceler ve olaylarla suçlanıyordum.

Burada vurgulamak istediğim şu: Üst düzey yönetici konumundaki bir bilim insanı bile -eğer kuşkulandığı kadar gücüm varsa- bu gücü, onu istediğim olaya GETİRMEK için kullanabileceğimi aklına getirmiyor, sadece onu LANETLEDİĞİMİ düşünüyor!

Öyle bir beyin bile, bu ölçüde “dumura uğrayacak” kadar kara propaganda etkisinde!]

Zaten kadınlarla ilişkilerinde lanetleme çalışmasına pek gerek yoktu; çünkü hackerlerin “meatspace”, majisyenlerin “makrokozmos” ortamında da eylem yapmayı önermeleri gibi, o da fazlasıyla işini öncelikle eylemle halleden bir adamdı. Bir diğer deyişle öfkelenince hislerini saklayan, kinini belli etmeyecek kadar içine kapalı ve kendine hakim, ama diğer yandan da daima çalışma yapıp intikam alan büyücü modeli onun yakınından bile geçmemişti. Bir şeye kızdığı anda ayağa fırlayıp “ter ter tepinmek” 🙂 ve olay hakkında heyecan ve kızgınlıkla konuşmaya koyulmak en bariz huyuydu.

Bir keresinde kızdığı bir hanımın gardrobundaki elbiseleri dışarı atıp yırtmış; bir diğer sefer ise başka bir hanımı yere yatırıp ağzına klozet fırçasını sokup durmuştu. :)) (Her iki olayda da hanımların kalıcı bir kayıp yaşamadıklarını ve Bülent’i kolayca affettiklerini ekleyeyim.)

Şimdi de biraz özel konulara gireyim. Sağ olsa bunları anlatmamda sakınca görmeyeceğini bildiğim için rahatım.

Çok eşliydi. Seksi çok sever ve önemserdi. Bizim sistemimize almadığımız ve kesinlikle sıcak bakmadığımız “seks maji” pratikleri, majisyenlik hayatında çok önemli bir yer tutardı. Ancak sadece güzel kadınlara düşkündü. Pek güzel olmayan bir hanımefendi ile yapması gereken ritüel için büyük bir ciddiyetle “Valla yapabilir miyim (ereksiyon olabilir miyim anlamında) hiç emin değilim” şeklinde kendini uluorta betelemekten çekinmemişti. 🙂

Kadınların üzerinde garip bir etkisi vardı.

Okumayı sürdürün >>


SORUNUZU İLETİN!

Janusa sarki önerileri

(Senfonik rock tarzi) lithium – evanescence, my immortal – evanescence, memories – within temptation, stand my ground – within temptation, rock in kraliceleridir.
6 aylik bir deprrsyondan sonra yazilan evanescence good enough sarkisini unutmayayim.
Klipleriyle birlikte daha güzel tabiki 🙂 iyi günler.

YANIT

Müzik lafı olunca “dünya durmaz benim dünyamda!” Önce durur, sonra tersine dönmeye başlar! Mesajınız klasörüme az önce, takyon kondansı ile ilgili çalışıyorken yollandı. Şu anda her şey durdu, çalışma ortamımız ters yüz oldu, müzik sonuna dek açıldı, bangır-bangır çalmakta.

Seçtiğiniz parçalar ise gerçekten ilginç! Anlatayım biraz…

“Lithium” ile başlayalım. Öyle bir severim ki… Kaç kez ritüel yapmışlığım bile vardır. (Bu işi bir de sadece Debeche Mode için yapmıştım; yani o kadar ayrıcalıklıdır bu parça.) Uçmak, uçabilmek (gama dalgaları üretebilmek) için kullanacak kadar etkiler beni.

R. Şanal’ın dediği gibi “Kuantum kanımda akıyor!” Lithium deyince parça kadar, lityum izotopları hakkındaki muhteşem bir keşif de aklıma geldi. Keşfi, meraklısı adına biraz anlatayım. Müzik ortamında kalmak isteyenler köşeli parantezin içini atlasınlar.

[
Biliyorsunuz, lityum (li) kristalleri son yıllarda bazı psikolojik rahatsızlıkları iyileştirmekte (bize göre beyin elektriğini pozitive etmekte) bir devrim yarattı. Bunun nedeni henüz tam bilinemiyor ama -önceki yanıtlarımda değindiğim gibi- ruh bilim dünyasına “el atan” fizikçiler bunu kuantum mekaniği ile açıklamaya başladılar bile!

Ruh bilim konularının giderek kuantum mekaniği alanında araştırılmaya başlanması hakkında şu yanıtımda aşağıdaki sözleri söylemiştim:

“ETC ise -az önce dile getirdiğim gibi- bilinci fizik ile açıklamaktadırlar. Kuantum mekaniğinin ortaya çıkmasından beri standart fizik, kuantum mekaniği ve nörobilim artık birbirinden ayrılamaz üç daldır. Yani, yıllardır psikolojinin tekelindeki bilinç, artık psikoloji ile ilgisi olmayan bilim adamları -fizikçiler- tarafından, somut ortamlarda araştırılmakta ve hakkında teoriler üretilmektedir.
Bu üç dalın üçünde de yetkin olan bilim adamları Quantum Mind -QM- (ki, bu teorilerden bazılarının mimarları Nobel ödülü ve Sir unvanı almış fizikçilerdir) ve ETC benzeri teorilerle bilinci “ruh” olmaktan çıkartmakta ve somut bir gerçeklik şeklinde görmektedirler. Gelecek 50 yılda ruhun varlığına inanmayan ruhbilimcilerinin (bu bir aşağılama değil, dostça takılma 😉 yerini kuantum fizikçileri alacak olabilir.”

Şimdi yukarıda dile getirdiğim teoriden söz edeyim: Teoriye göre bilinç, BEYİNDEKİ kuantum özellikleri ile oluşmakta. (Zaten tüm QM teorileri bu sav -yani beyinde DE kuantum olaylarının olduğu- temelinde. Bu durum ise standart “Bilinç nasıl meydana gelir?” teorilerinin yıkımı anlamında!) Fisher’ın keşfettiği üzere farklı lityum izotoplarının farklı spinleri var! (Spin, bir kuantum özelliğidir diyelim ve işi derinleştirmeyelim.) Li, bu kuantum özelliği nedeni ile bazı beyin elektriği yapılarını etkileyebiliyor.

Buluş, aynı zamanda nöron sinyallerinin oluşması ve sürekliliğinde çok önemli rol oynayan Ca ile de alakalı… Ca; Na ve K gibi, nöronlarda depolarizasyonu (buna da kabaca nöron sinyallerinin akımı diyelim) var etmek adına bulunmakta olan bir iyon.

Çok ses getiren bu teoriye göre, Posner molekülleri adlı bir oluşumda yer alan ve spin taşımakta olan fosfor elementi ile Ca iyonları etkileşim içindeler: Li, Posner moleküllerindeki Ca’un yerini almakta; Li’un ve fosfor atomlarının spinleri entanglement adlı kuantum özelliği ile dolanmaktalar. Özetle söz konusu dolanıklığın var olabilmesi nedeni ile Li, devreye girip beyin elektriğini düzenleyebiliyor.

Bir küçük anımsatma: Einstein, entanglement adlı kuantum özelliğine DE (dahi anlamında)1
son nefesine dek karşı çıktı. Hazret, hastahanede bile elde kağıt kalem, teorinin hatasını bulmaya çalıştı. Oysa onun yanılmış olduğu (yani dolanıklığın gerçekten var olduğu), deneysel olarak kantılandı. Sorun şu ki, kanıtlanan bu durumun nedenselliği hala çözülememekte!

Dolanıklık, “ışıkçı” Einstein’ın ünlü izafiyet teorisini de “foslattı” gibi; 🙂 çünkü iki farklı atomun spinleri ışık hızından HIZLI şekilde birbirleri ile etkileşime girip dolanmaktalar! BU durum da Einstein’ın “Hiç bir şey ışık hızını geçemez” martavalının gümlemesi anlamında. 😀 (Argo sözcükler bendenize; sözlerin içeriği bilim adamlarına aittir.)
]

Ve yeniden müzik…

“My Immortal”…

Bu unuttuğum parçayı dinlediğim şu anda gözlerim dolu. Parçayı, Şubat ayında kaybettiğimiz ve Pozitif Enerji Eğitimi’nin mimarı olan liderimize -MAster’a- yolluyorum. Yol göstericime… Aşkıma…

Evet, erkekler de birbirilerine aşık olabilirler.

Evet, aşk kimi zaman zırnık cinsellik, hatta platonik esintiler bile taşımaz.
Aşk bazen yüceliğe bir saygıdır.
Bu düşüncenin (ve aşkın evrenselliğinin) en muhteşem göstergesi Mevlana’nın, Allah’a aşkıdır.

Aşk, evren yaratıldığında karanlıktan sonra ortaya çıkan, primordial (kendi kendine var olan, esas kavram olan) bir gerçektir.

So, You still have me, all of me (all of us) Master.

O -eğer bu iyi ve doğru bir şeyse- o bir yolunu bulup gelecek. Belki bu yaşamda… belki ölüm ötesinde.

Bizi bulacak. Yeniden yol göstericimiz olacak.

Bunu biliyoruz.

O, bizim büyümemiz için, biraz dinlenmek adına gitti. Şimdi hep düşlediği transatlantikte, elinde şampanyası, biri kucağında, biri boynunda, ikisi ayağının dibinde dört şahane huri ile hazzın özünde yaşamakta. Açık denizlerde… evrenin bölünmemiş yerlerinde… yüce yaratıcının sinesinde. Müslümanlığın anlattığı gerçek cennette…

Haydi gelin; bu parçayı sevdikleri ölüm ötesinde olan kimselere yollayalım.

Ve “Memories”

Yıl 2007; bir kölem var (ben BDSMciyim). İşin ilginç yanı ona aşığım. O da bana…

Ve işin daha da ilginç yanı: Evliyim.

Kölem, İst. dışında yaşamaktaydı ve yanıma yılda 2-3 kez gelip kalabiliyordu; bazen de ben ona gidiyordum. Eşim, hem muhteşem biri olduğu, hem BDSM ilişkilerinde bildik şekilde seks yer almadığı, hem de kölemle seyrek olarak görüştüğümüz için bizim duruma hoşgörülüydü… O, bu durumu benim hobim, oyun alanım (kimi erkeklerin hafta sonları halı saha maça, ya da farklı kente deplasman maçına gitmesi) şeklinde görmekteydi. Zaten gerçek de buydu. Aşk; devreye sonradan, biz istemeden, kendi kendinde girmişti. (Bu nedenle evliliklerde belki de hobilere fazla zaman ayrılmamalıdır… Ne dersiniz?)

Ancak zamanla aşkın devreye girmesi ile (işlerin anlayış sınırını giderek aşmaya başlamasıyla) kaşlar doğal olarak çatılmaya, sürtüşmeler yaşanmaya başladı!

O zaman bir seçim yapmam gerektiğini gördüm. (Bizim “farklı” moral değerlerle örülü dünyamızda da iş aşka gelince kemik gibi sadakat anlayışı vardır ve bu kavramın temel kriteri -oflaya puflaya, geçerliliğine pek de inanılmayan- kurallara uymak değil; içten gelen bir eğilim ile eşine/partnerine ACI VERMEME çabasıdır.)

Uzun uzun düşündüm… seçimimi eşimden yana yaptım. Bir paganist olsam da (evlilik öncesi çok eşliliğe inansam da), evliliğin kutsallığına ve -gülebilirsiniz ama- değerine de inanırım. Bana “evlilik kurumunu eşi kadar sever” bile diyebilirsiniz. Evlilik (buna “zamanı gelince tek eşlilik” diyelim), insanoğlu denen yaşam formunun asla vaz geçemeyeceği, onun yapısından kaynaklanan bir modeldir. Hep derim: “Elektronlar ve protonlar bile eşleşince çekiciliklerini yitirir, birbirilerine bağlanırlar” ve bu bir fizik gerçektir. İşin traji-komik yanı ise üç kere evlensem de, hiçbir aile beni istemediği için, tek bir kez bile geleneksel şekilde evlilik töreni yaşayamamam ve evlilikle gelen bir ailemin olmamasıdır.

Bu parça ise kölemin bir daha görüşmeme kararı aldığımızda yolladığı son parçadır. O da çok özel ve değerli bir kişi olduğu için bir daha beni aramadı/sormadı… ama ayrılığımızdan birkaç gün sonra eşime çok pahalı ve çok sevdiği marka bir şarap (geçmişe dair bir özür kartı eşliğinde) armağan edildi. Eşim ise ona şu mesajı attı: “İlk kadehi sizin için kaldırıyorum.”

Sonra her şey kesinlikle bitti: Bir daha kimse kimseyi aramadı, kimse kimseye hesap sormadı, canı her yandığında eski defterleri açmadı. Olayı, üçümüz de beynimizde sildik.

Anlatmak istediğim ise şudur: Eğer kişilerde farklı bir dürüstlük, hak bilirlik, anlayış ve özveride bulunma gücü varsa, en çetrefil ilişkiler bile acısız akıtılabilir.

İşte böyle…

Bana bu parçalar ile geçmişe bir yolculuk yaptırdınız; bunu karşılıksız bırakmayayım: Öncelikle size; ardından sanal/reel öğrencilerime, grup arkadaşlarıma, kendini bizim grubumuzda hisseden her kişiye ve tüm müzikseverlere (özellikle Muse hayranlarına), benden de bir parça gelsin:

<!——————–
Muse Exogenesis: Symphony Part 3

You are not hearing the tune as your browser does not support the audio element.

———————>

Muse Exogenesis: Symphony Part 2

LYRICS
Rise above the crowd, and wade through toxic clouds
Breach the outer sphere
The edge of all our fears
Rest with you
We are counting on you, it’s down to you
Spread our codes to the stars,
You must rescue us all.
Spread our codes to the stars,
You must rescue us all.

ÇEVİRİM
Kalabalığın üstünde yüksel ve zehirli bulutların arasından geç,
Korkularımızın sınırındaki dış küreyi kır,
Kendinle dinlen.
Sana güveniyoruz, her şey sana bağlı.
Kodlarımızı yıldızlara yay,
Hepimizi sen kurtarmalısın.

Muse’un bu muhteşem müzik ziyafetinin ilk bölümü ise parçadaki soruların yanıtı bilen “bizlere” gelsin… Her kim soruların yanıtı biliyorsa, bizden öğrenmişse, ya da kendini bizden sayıyorsa… Muse Exogenesis: Symphony Part 1

Bana parçalar yollayarak dünyamızı alt üst ettiniz (iş-miş yattı, iş saatinde camlar zangırdıyor. 🙂 Ne de iyi oldu! Evreni kurtaracak (“çökme”yi yok ederek makrokozmosun oluşmasına engel olacak) kavram “değişim” değilse nedir? TEŞEKKÜRLER!

Müzikler nedeni ile coşmuşken (belki de birkaç gün sonra pişman olacağım şeyler yazdıktan sonra) şarkı armağanını sürdüreyim:

Audioslave – I Am The Highway (Lyrics)‘de özel öğrencilerim (alfabetik sıralama ile) Burak, Eylül, HülyaE, Kadir, Min, Neşe, Selcan, Turgay, Ümit, Zeynep, bu soruyu soran size ve tüm beyaz büyücülere gelsin… Bu parçanın sizlere yakıştığını düşünüyorum.

LYRICS
I am not your rolling wheels,
I am the highway.
I am not your carpet ride,
I am the sky.

ÇEVİRİM
Sizin dönen tekerleriniz değil, otoyolun kendisiyim.
Sizin uçan halınız değilim, ben göğüm.

Siteyi radyo programına çevirdim. :DDDD Ama sitenin “Sorular” bölümünün bu linki benim sayfam. Arada o kadar olur.

Lütfen kusura bakmayın.

 


 

DİP NOTLAR

[1]
Einstein, kuantum mekaniğinin -bir anlamda- temeli olan ve Çift Yarık deneyi ile kanıtlanan duruma bile “Tanrı zar atmaz” diyerek karşı çıkmış, bilim adamlarının (özellikle Bohr’un) ayağına yıllara çelme takmaya uğraşmıştır.

 

Dünyaya sigamiyorum

Merhabalar, dogum tarihimizin hayatimizla ilgili bir seyler anlattigina inaniyor musunuz janus? Kaderin kodu diyolar simdiki numerolojiyle ugrasanlar.Inanirsan gercege dönüsür diyeceksinjz ve haklisinizda hep böyle oluyor.Ancak kendi basimdaki durumu anlatayim.

Dogum sayim 9,hepsini topladigimizda eden kader sayisi denilen rakam gene 9, ne tesadüfki isim sayimda 9 cikti.Hayatimda bircok olayi ayin 9 unda yasadim.Evlilik gunum bile 9.Inandigim icin oldugunu sanmiyorum cunku gerceklestikten sonra farkettim.

Aslinda sorum su, diyelimki bu dünyaya bi amac ugruna gönderildik ve rakamlarda bunun kodu.Degistirebilir miyiz?Yasam döngulerimiz degisir mi? 9 evrensellik, cocuksuluk, saflik, tamamlanma, yardimlasma sayisiymis.Bu sayiyi tasiyanlar artik birseyleri tamamlamak kapatmak üzere yola çikmislar mis mis mis…Hayatlarinda ani bitisler olumus mus..Evet olduda.Kabullenemedigim bitisler oldu cok zorlandim kabullenmekte.Adapte olamadimSadece bende olmadi elbette ama, bilemiyorum bende bi tuhaflik var bi saçmalik.

Dünyaya sigamiyorum bazen sanki buraya ait degilmis gibi hissediyorum dogdugumdan beri.Duygularim anlik degisiyor hislerim tasiyamiyorum bazen neden bu kadar dengesizim diyorum.Huzur ve sukuneti icimde hissetmeye calisiyorum.Yani an içindeki kalarak (gecmis ve gelecekte dgl), akista kalarak, beklenti içinde olmadan, oldugum ani kabul ederek.Çok aradim mutlulugu ama gördümki huzur arayinca kaybolan birsey mis.Sadece olunan bir seymis.O da beklentilerini birakinca an icinde kalinca oluyormus.

Sizin tavsiyeleriniz güzel, ama mesela diyorsunuzya guzel giyinin vs. Kafa dagitin.Diyelimki bir kadin guzel giyindi sokaga çikti.Dediginiz gibi yapti anlik mutlu hissetti.Ama beklenti içine girmis olmadimi janus ? Kim kimi güzel diye sever ve saygi duyar:(Yada sevse bile ne kafar sürer.? Karsi cinsten beklenti icine girmis oldu.Yaslanicaz janus..Gecici bi oyuncak gibi geliyor bu bana.Kendimi oldugum gibi kabul edince mutlu olabilirim gibi geliyor.Nasil kabul edebilirim?Yani ediyorumda sürmuyor???Söyle desem olur mu janus allah herkesi esit yaratmis biz göremesekte herkesin bir özelligi var.Esitiz degil mi janus kendimizi degersiz hissetmeyelim degilmi?Esitmiyiz?…

YANIT

Soru uzun, parçalayarak yanıtlayayım.

“dogum tarihimizin hayatimizla ilgili bir seyler anlattigina inaniyor musunuz janus?”
Kişisel olarak inanmıyorum. Ancak astrolojik haritanın garip şekilde gerçekleri yansıttığı da oluyor. Öğrencilerim hakkında karar vermek konusunda takılınca ve iş ya da özel yaşantımda bir seçim yapacağım zaman karar vermeden önce -yalana gerek yok- harita çıkartıp inceliyorum.

“Inanirsan gercege dönüsür diyeceksinjz”
Ev-vet! Harikasınız. 🙂

“Dogum sayim 9,hepsini topladigimizda eden kader sayisi denilen rakam gene 9, ne tesadüfki isim sayimda 9 cikti.Hayatimda bircok olayi ayin 9 unda yasadim.Evlilik gunum bile 9.Inandigim icin oldugunu sanmiyorum cunku gerceklestikten sonra farkettim.”
Sürekli saate aynı saatte bakmak, ya da farklı yerlerde aynı sayıyı görmek benzeri durumların nedeni Einstein’ın Özel Rölativite teorisidir. (Bu konudaki daha fazla bilgi edinmek isterseniz Zamanın İçindeki Her An Şimdiden Vardır adlı yazımı okuyabilirsiniz.) Uzay ya da zaman diye bir şey yoktur; uzayzaman adlı bir bütün vardır. Artık bilimde 4. boyut olarak kabul edilmiştir. Geçmiş geçmemiştir ve gelecek çoktan oluşmuştur. İnsan bilinci, bilim ortamında bir somuna benzetilen bu yapıda ileri ve geri hareket etmektedir. Zamanın ileri gittiğini sanma bir yanılgıdır ve sadece makrokozmos ortamına özgürdür. Uykuda, rüyalarda geçmişe gidebilme nedenimiz, mikrokozmosa geçince söz konusu somunda geriye gidebilmemizdir. Beyin güç ve kapasiteniz varsa ve de beyninizde bir rakamla (örneğin dokuz ile) ilgili nöral yolak kurmuşsanız zamanda ileri giderek kendinizi söz konusu rakamlarla ilgili istasyonlar ve uyarı mekanizmaları oluşturur, sonra da makroya dönünce bunları yaşarsınız. Anlattığım mekanizmanın daha basit bir versiyonu dilediği saatte uyanan kişilerde yaşanmaktadır.

“9 evrensellik, cocuksuluk, saflik, tamamlanma, yardimlasma sayisiymis.”
Bu görüş bizim sistemimize (722 sistemindeki 9’a) terstir. (Bizim sistemde rakamların yorumunun nedenselliğinin de bulunduğunu; ayrıca söz ettiğim nedenselliğin, matematik ve aritmetiğe dayandırıldığını ekleyeyeim.)

“Evet olduda.Kabullenemedigim bitisler oldu cok zorlandim kabullenmekte.”
Acaba bunları yaşamamış bir tek kişi var mıdır? 🙂 Değişiklikleri benimsemenin zorluğunun nedeni doğal koruyucu mekanizmanın var olana bağlı kalmayı sevmesidir.

“Çok aradim mutlulugu ama gördümki huzur arayinca kaybolan birsey mis.Sadece olunan bir seymis.O da beklentilerini birakinca an icinde kalinca oluyormus.”
Siz karara varmışsınız. 🙂 Biz sadece soruları yanıtlarız ve farklı karara varanlara saygı duyarız. Yine de söylemeden geçmeyeceğim: Mutluluk bir Indiana Jones filmindeki gibi aranarak bulunacak bir duygu değildir. Karakterdeki hatalar düzeltilince rahatlık adlı duygu kendiliğinden oluşur ve böylece celp edilen PE, olaylar karşısında doğru seçimleri yaptıracağı için mutluluk duygusu da giderek daha sıklıkla yaşanır.

“mesela diyorsunuzya guzel giyinin vs. Kafa dagitin.Diyelimki bir kadin guzel giyindi sokaga çikti.Dediginiz gibi yapti anlik mutlu hissetti.Ama beklenti içine girmis olmadimi janus ?”
Farklı bakış açısı derken şöyle düşünmeyi kastediyor, ya da öneriyoruz. “Giyinin, süslenin sokağa çıkın; beklenti içine giriyorsanız girmeyin. Eğlenin dönün.” (Ne yazık ki bu doğal mutlu edici tavır ataerkil kültür tarafından küçümsenmesi belletildiği için yeterince kişi tarafından üstlenilmemekte; yerine, insanlar kitap okumaya yönlendirilmektedir.)

Çıkın gezin, alışveriş yapın, erkeklerle/kadınlarla kesişin, dönün, o sayfayı kapatın “Oh, çıktım, biraz eğlendim” deyin ve farklı bir işe atlayın. Fazla zor bir şey değil bu… Kimi insan yolculuğa çıkar, gördüğü güzel yerlerin anısı ile mutlu döner; kimi ayrılmanın üzüntüsü ile…

“Kim kimi güzel diye sever ve saygi duyar:(”
Ne demek istediğiniz anlamadım; ama çekiciliği yaratan eski okulun “aura”sı, modern bilimin ezoterik yorumunun “kişisel EM alanı”dır. Bu alanın frekansı çok fazla alanla senkronize olacak yapıdaysa o kişi genelde çekici olarak algılanır. Söz ettiğim frekansı genele uygun kılmanın yolu ise PE’dir. Yine de her alanın senkronize olacağı bir alan mutlaka vardır.

“Yaslanicaz janus.”
Yaşlılığın getireceği kayıplarla sadece “yaşlılık” adlı ataerkil kavramı gerçek olarak benimseyenler karşılaşır. Bazı kayıplar tabi ki vardır; ancak dikkat, kazanımlara (ki, bunlar da kesinlikle vardırlar) yönlendirilirse (kişide “kendine güven” denilen bir çeşit kayıplara aldırmazlık, keyiflilik, rahatlık varsa) kayıplar diğer kişiler tarafından az fark edilir. Yani diğer kişilere sunacağınız nitelikleri (kaybınızı mı, kazanımınızı mı) belirleyen bakış açısıdır. Eğer sunduklarınızı pozitif ise bu alanı çekici bulacak bir çok pozitif kişi (alan) da olacaktır.

[Bir kriter değil, bir örnek anlamında kendimden söz edeyim: Neredeyse girdiğim her ortamda çevredeki en yaşlı kişi olsam da, cinsellik dahil, güzel bir hayatım var. Yani “güzel yaşam” dediğim model, “emekli yaşamı” şeklinde yorumlanabilecek durağan güzellikler benzeri kavramlarla kesinlikle sınırlı değil, -diğer kişilerin seçimlerine saygı çerçevesinde- son derece sıradışı. Sıradan bir birey olarak benim yaptığımın bazı kişilerce başarılamama nedeni, SADECE bu kişilerin hatalı bilgilere inanmış olmalarıdır.]

“Söyle desem olur mu janus allah herkesi esit yaratmis biz göremesekte herkesin bir özelligi var.”
Şimdi aynı dili konuşmaya başladık! İnsanların yeteneklerine göre bir chart çıkartılsa, dar bir “marj”da yükselip alçalan, büyük inişler ya da çıkışların yer almadığı bir grafik ortaya çıkar. Bu durumu “Kimse kimseden gerçekten üstün değildir; herkesin kendine özgü bir üstünlüğü vardır” şeklindeki garip cümle ile rezüme etmek mümkündür. Sorun -ataerkil dolduruşlarla- sadece birkaç özelliğin baştacı edilmesi, diğerlerine sepet havası çalınmasıdır.

Esitiz degil mi janus kendimizi degersiz hissetmeyelim degilmi?Esitmiyiz?…
Eşitliği filan geçelim; kuantumca konuşalım: Hepimiz (sempati duyulmayan partiye oy verdiği için oy hakkını ellerinden almaya çobanlardan, defalarca bedenlenerek evrimini tamamlamaya yakın ruhlara dek hepimiz bir “ana” dalga fonksiyonunun (bakış açısına göre tanrının) parçasıyız; aynı şeyiz. Ancak insani bilinç ile hatalı kararlar alarak (saçma düşünceleri beyine doldurarak) parçacık olarak çöküyor, ondan ayrılıyoruz. Kendini değersiz hissetmenin nedeni değersiz olmak değil (çünkü böyle bir durum olası değildir), NE sahibi olmaktır. Ve evet; NE kalıcı ise, köklü ise, yetenekler zamanla körelebilir ve ortaya gerçekten başarısızlıkla dolu bir portre çıkabilir.

İyi haber evrenin nao-saniyede yaratılıyor olmasıdır. Bir anda “Ay üf, bu saçmaları kafaya takmıycam, korktuğumu yapıcam, bundan zevk almayı becericem işte” diyebilen ve bu kararını strese girmeden ifa edebilen kişi şahane bir kaderi çoktan yaratmıştır.

Yeniden formülü vereyim:

  • Kafaya dert takma; ama zorluklardan da kaçma.
  • Zorlan, korkunun üzerine git; eğlen, kendini şımartmayı bil.
  • Gündüzleri çalış, yılma. Geceleri dağıt, korkma. 🙂

Okumayı sürdürün >>


SORUNUZU İLETİN!

Isleri Düzeltmek

Merhaba Janus, gerek maddi anlamda gerekse sosyal anlamda islerim hep ters gitti. Ne çok param oldu ne de harika sosyal iliskilerim. Sans hiç gelmedi. Bu sebeple ki maneviyatim git gide azaldi ve kati maddeci birine dönüsüverdim. Sitenizi yaklasik 3-4 ay önce kesfettim ve hayranlik ile okudum. Bunlara inanmak istesem de maddece bir yanim asla ikna olmadi. Suan maddi manevi sosyal açidan gerçekten de battim denebilir. Pozitif düsünce, kuantum hepsini denedim ama olmadi. Sizden bir çare bekliyorum ama öyle böyle degil. Lütfen yardimci olun.

YANIT

“Bu yaşam akla gelmeyecek güzellikte, keyifli ve kolay şekilde yaşanabilir… ancak öncelikle kişi kendini gömdüğü mezardan çıkmayı başarmalıdır” diyerek başlayalım…

Ve “Bu noktaya nasıl bir anda gelmedinizse, değişmek için de bir zaman vermeniz gerekir” diyerek devam edelim. Aslında kader mili saniyede değişir, ancak beyindeki negatif kalıplar bu enerjinin üretilmesine engeldir. Değişimi elde etmek adına sabırlı olmak şarttır.

“Hayat” olarak isimlendirilen süreç kadar, “ölüm ötesi” şeklinde kabul edilen farklı ortam da, iç içe geçmiş milyarlarca alanından birbirine uygun olanların rezonansı ile var olan bir fazdır. Hangi alanlarla senkronize olunacağına sadece “hayata bakış şekli” biçiminde adlandırılacak olan bilinç meydana getirir. Bilinç ise beyinde çakmakta olan nöronların elektriği ile meydana gelmiş bir alandır. Fizik bir alandır bu, BU YÜZDEN kendi frekansına uygun alanlarla senkronize olmaktadır.

Bu konuda doğrudan olmasa da dolaylı bilgiyi bu yanıtımdan edinebilirsiniz.

Senkronzie olunan alan ise pozitif de olabilir, negatif de!..

Yani kaderi meydana getiren ataerkinin empoze ettiği gibi eli yıldırımı, ceza/ödül dağıtan despot (hatta kimi zaman zalim) bir tanrı değildir. Bu tanrı modelinin (ne acıdır ki Müslümanlığa bile pop kültür eliyle sızdırılmıştır) çıkış noktası Yahudiliğin tek tanrısı Yahveh’in Tevrat’taki tanımıdır. Özetle kader, kişisel şekilde -seçimlerle- var edilir. (Söz konusu kişisel seçimin varlığı ve kesin belirleyici olması dinsel ortamda “Şeytan’a aldanma” uyarılarının varlığı ile izlenebilir.)

Alınan hatalı kararlar kadar, negatif düşünce sistemi yüzünden senkronize olunan negatif alanlar, süperpozisyondan olumsuz olasılıkları çöktürecek, bu olasılıkları kişi şanssızlık biçiminde yaşayacaktır. Oysa şanssızlık sanılan söz konusu durumlar, bireyin kendi beyin elektriği tarafından dokunmuş bir silsilenin sonucudurlar. Farklı bir söyleyişle, kişi hatalı düşünce modellerini benimsemişse (ya da bu modeller ona benimsetilmişse) zaman içinde çevresine duvarlar örecek ve kendini kat-kat mahzenlere hapsedecektir.

İyi haber odur ki bu mahzenlerin her birinin bir kapısı, her kapının bir kilidi ve her kilidin üzerinde bir anahtar vardır. Yani kurtuluş için uzanıp kilidi çevirmekten ve kapıyı açmaktan başka da yapılacak şey yoktur. Her kapı açılışında içeri gün ışığı (pozitif enerji, tanrı ile kontak) dolacak, kader giderek rafine olacaktır.

Bu mantığı anladıysak ikinci level’a geçelim ve kapıların nasıl açılacağına odaklanalım.

Kapılar madem ki birer negatif tavır/huy/yapı/özellik vb. nedeni ile kapanmıştır, madem ki tanrısal ilhamdan (veya derin ve kesin pozitif evren yapısından) hatalı düşünce biçimleri ile uzaklaşılmıştır, o zaman bu negatif tavır/huy/yapı/özellik vb.u elimine etmekten, bunları kimlikten atmaktan ve yerine yenilerini eklemekten başka yapılacak şey yoktur.

En yüzeysel konulardan başlayarak somut birkaç örnek verelim.

Diyelim:

– Üst katta sürekli koşuşan çocukları olan bir komşu var ve bu durum kişiye NE celp ettiriyor. Bu sesi duymamayı başarabilmek (örneğin evde kapalı çocukların enerjilerini hissetmek ve onlara hak vermek) bir kapıyı açacaktır.

– İş yerinde geçinilmesi zor bir patron ya da iş arkadaşı var, sürekli sorun yaratmakta ve bu durum kişiye NE celp ettiriyor. Duruma göre ya onu hoş görecek yerler bulup, haklı olduğu yanlara odaklanarak öfkeyi/korkuyu sıfırlamak, ya da sakin olup öfkelenmeden ilişkiyi soğutmaya çalışmak veya onunla dost olmayı becermek bir kapıyı açacaktır.

– Geçimsiz bir sevgili var ve yaşanan sürtüşmeler kişiye NE celp ettiriyor. Sevgiliyi ya olduğu kabul etmek, ya da hemen ayrılmak bir kapıyı açacaktır.

Örnekler çoğaltılabilir.

Size özel konuşmam gerekirse şunları söyleyebilirim: Aşk hayatı kadar, iş hayatında da belli bir konuya (örneğin kar realizasyonuna) aşırı önem verilmişse, bu alan yaşamın diğer alanlarına ilgiyi gölgeleyecek kadar güçlü ise, söz konusu yaklaşım KESİNLİKLE bir de yitirme (ya da elde edememe) kaygısı (hatta korkusu) yaratır. Nerede bir aşırılık veya dengesizlik varsa, orada NE, böylece de kayıp yaşanacağından kuşku duyulmamaldır. Bir şeyi fazla istemek, onu elde edememenin en kolay yoludur.

Biraz daha basitleştirmek gerekirse kişiyi “yiyen” bir düşünceyi (thought form‘u) beyinde GERÇEKTEN, STRESE GİRMEDEN, YÜREKTEN dağıtmak bir kapıyı açacaktır. Kapıları açmadan kaderi rafine etmeye imkan yoktur. Korkuların, öfkelerin SAKİNLİKLE aşılması ve RAHAT bir beyin süredurumuna erişilmesi bir kapıyı kesin şekilde açar ve kişi çok kısa zamanda kaderindeki pozitif gelişmeye tanık olur. Sözü edilen sonuç, bir fizik denklemle bile açıklanabilecek kesinliktedir. Eğer geri dönüş olmazsa kapı açılamamış demektir.

[Bireyler söz ettiğim tavırları sergilemekte zorlanmaktaysalar kişinin kendi kendine, kendi beyin elektriğine (huyuna/karakterine) uygulayacağı majikal çalışmalar bir ek destek şeklinde kullanılabilirler.]

İlk adımı atmak adına pratik öneride bulunmamı isterseniz RAHAT ve ŞEN olduğunuz bir gün iç dünyanızı acımasızca, korkusuzca gözden geçirin ve size “dert olan” düşünceleri (genelde bu konularda kendinizi haklı görmektesinizdir; ayrıca haklılığınız konusunda kendi kendinize içsel konferanslar vermekte bile olabilirsiniz) not edin.

Okumayı sürdürün >>


SORUNUZU İLETİN!

Terapi gormenin sorunlari cozmede yardimci olmayacagini soyluyorsunuz

Merhaba Janus,
Sitenizi ilgi ile takip etmekteyim bir suredir. Size sormak istedigim sey sudur. Bir cok yazinizda gecmisi dusunmenin, terapi gormenin sorunlari cozmede yardimci olmayacagini, bunun gecmiste yasananlari gundemde tutmaktan baska bir seye yaramayacaginizi soyluyorsunuz. Bu sorunlar, travmalar ya da adi her ne ise gecmiste yasanan problemler ile yuzlesmeden, ustesine gitmeden sadece dusunmemek ile bu sorunlari atlatmak ne derece mumkundur ?

Affiniza siginarak bir diger merak ettigim konu ise..sevgide kalmak pozitif enerji celb etmek..bu bir maske takmaktan farksiz degil mi..sizin caninizi acitan biri ile hesaplasmak isterken pozitif enerjide kalmak kendine ihanet degil midir?

Cevabiniza simdiden cok tesekkur ederim.

 

YANIT

Öncelikle bir düzeltme:
Ben hiçbir yanıtımda “terapi gormek sorunları çözmede yardımcı olmaz” demedim. Ben sadece “geçmişte yaşananları düşünmek ya da onlar hakkında konuşmak, söz konusu olayları, böylece de verdikleri tahribatı güncel tutar” dedim. Psikoterapi hakkındaki düşüncelerimizi kısaca öğrenmek adına SORULAR ana sayfası, AÇIKLAMALAR bölümünde yer alan TEMEL İNANÇLARIMIZ başlığındaki açıklamaları okuyabilirsiniz.

Ve yanıtımıza geçelim:
Düşüncelerinizin (sorularınızın) kaynağı, geçmiş acıların -gizli, karanlık, küflü- bir mekanda “bilinç altında” saklandığı inancından kaynaklanmaktadır. Bu yüzden önce şu bilinçaltını biraz “gıdıklayalım” 😉 ve ilk olarak

Bilinçaltı teknikler
sorusuna verdiğim yanıtımdan alıntı ile başlayalım:
“Bilinç” adlı, nöron ateşlemelerinin elektrik yapısı ile meydana gelen alan -kuantum mekaniğinin ortaya çıkarttığı- (eski “bilimsel” bilgileri yerle bir eden bu gerçeği ortaya çıkartan Einstein’dır) aslında geçmiş ve geleceğin “an”da var olduğu bir mekan sayılan uzayzamanda, Michael Lockwood’un sözleri ile “bir solucan gibi uzanan dört boyutlu bir yapıdır”.

Şimdi bu sözleri basitleştirelim: Geçmiş ve gelecek zaten vardır. Siz bu “var”lıkta her yerdesiniz. Bilinciniz, yapısına göre bu -süperpozisyondaki somunlar arasında- sıçrayarak bir “film şeridi üzerinde” ilerlemekte.

ETC’a göre kortekse, dalgaboyları düşük olduğu için ulaşamayan düşünceler vardır. Ancak bunları bilinçaltı adlı ürkütücü bir mekan olarak yorumlamak yerine, dalga boyu yükseltilince ulaşılan, farklı düşünce sistemi (dalga boyu) var edince yok oluveren alanlar olarak görmek gerekir.

Bizim teorimiz ETC (Electromagnetic Theories of Consciousness) teorilerine dayalıdır. Bu teoriler onlarca yıl bilim ortamında kıyasıya eleştirilmiş, raporlar -nerdeyse kasti denecek bir inatla- yayınlanacak mecra bulamamış, ancak 2013 yılından beri giderek (dev adımlarla diyebilirim) kabul görmeye koyulmuştur. Bilim dünyasında bu gün olağan şekilde benimsenen nice görüş ilk ortaya atıldığında büyük tepkiler almıştır. Bu yüzden ETC’nin aldığı tepkiler de olağan karşılanmalıdır. Ayrıca ETC’nin yaygın şekilde kabul görmesi ile birçok psikolojik yöntemin de yıkılacağı unutulmamalıdır. Tepki, bir ölçüde bu yüzden de olabilir.

ETC teorilerine göre bilinç, fizik biliminde en geleneksel şekilde anlaşıldığı biçimi ile bir ALANDIR. Psikolojide ise “alan” kavramı özellikle Kurt Lewin ile ortaya çıkar ve her psikoloji teorisinde olduğu gibi soyut bir nesne olarak kalır. Bilim dünyasında soyut yaklaşım (laboratuvar ortamında, deneysel /somut şekilde kanıtlanmayan düşünceler) reddedilir. Okültizmin başlıca saygı görmeme nedeni budur. Oysa aynı durum psikolojide de yer almaktadır. Psikoloji (tıpkı sosyoloji gibi) deneysel bir disiplin değildir. Zaten bilinçaltı adlı karanlık mekanın da varlığı hiçbir ortamda kanıtlanamamıştır.

ETC ise -az önce dile getirdiğim gibi- bilinci fizik ile açıklamaktadırlar. Kuantum mekaniğinin ortaya çıkmasından beri standart fizik, kuantum mekaniği ve nörobilim artık birbirinden ayrılamaz üç daldır. Yani, yıllardır psikolojinin tekelindeki bilinç, artık psikoloji ile ilgisi olmayan bilim adamları -fizikçiler- tarafından, somut ortamlarda araştırılmakta ve hakkında teoriler üretilmektedir.

Bu üç dalın üçünde de yetkin olan bilim adamları Quantum Mind (ki, bu teorilerden bazılarının mimarları Nobel ödülü ve Sir unvanı almış fizikçilerdir) ve ETC benzeri teorilerle bilinci “ruh” olmaktan çıkartmakta ve somut bir gerçeklik şeklinde görmektedirler. Gelecek 50 yılda ruhun varlığına inanmayan ruhbilimcilerinin (bu bir aşağılama değil, dostça takılma 😉 yerini kuantum fizikçileri alacak olabilir.

Deneysel ve teorik kuantum fizikçileri tarafından SOMUT şekilde araştırılan ve bir “fizik alan” olduğunu savunulan bilincin, hem bir SÜRESİ/KALICILIĞI (duration), hem de uzayzamanda bir uzantısı, YERİ/MEKANI vardır. Yani diğer tüm alanlar gibi “parmaklamazsanız” kendi kendilerine dağılırlar. Yine aynı nedenlerle bilincin altı, üstü, dibi, yüzü yoktur. 🙂

Libet’de raporunda bu düşünceyi destekleyici veriler sunmaktadır: Libet, bilincin UZAYZAMANDA YERİ/MEKANI OLSA DA, FİZİKSEL SAYILAMAYACAK (non-physical) BİR ALAN olduğunu öne sürmekte ve bu alana Conscious Mental Field (CMF) adını vermektedir.

“(…) elektromanyetizma, kütleçekimi vb. benzeri bilinen herhangi bir fiziksel alan kategorisinde değil; ama EM, kütleçekimi benzeri bilinen fiziksel alanlar kategorisine pek uymasa da,
hala da alan. CMF, bilinen fiziksel alanlara benzer şekilde görülebilir, ancak bilinen fiziksel yollarla doğrudan gözlenemez.”
1

Şimdi sorunuzdan alıntılar yapayım ve onlara yanıtlar vereyim.

“gecmiste yasanan problemler ile yuzlesmeden, ustesine gitmeden”
Yüzleşmeler, üste gitmeler, kendine ihanetler… Yahu savaşta mıyız? 😀 Biraz sakin olun, rahatlayın ya… 🙂

Yüzleşme dediğiniz eylem aslında bir alanı düşünce adlı fotonlarla yeniden uyarmaktır. Bu alan uyarıldığında, senkronize olduğu tüm alanları etkileyecek (eksite edecek, hatta bence “irite edecek”), canlandıracaktır. Karakterinizi (yani gerçekliği var eden bilinç frekansınızı) değiştirmeden söz ettiğiniz yüzleşme, üste gitme benzeri çabalar size negatif alanlar (thought form’lar) olarak yeri dönebilirler. Ayrıca “üste gitme” benzeri yaklaşımlarla cengaverlik yapmaya davranmak yerine, harcanan bu enerji rahatlamaya yönlendirilse daha pozitif sonuçlar alınabilir.

“dusunmemek ile bu sorunlari atlatmak ne derece mumkundur ?”
Düşünmemek ile sorun atlatılmaz. Düşünmemek (hatta düşünmenin dışa yansıması, verbal biçimi olan konu hakkında konuşmamak), sorunlu süreçte sorunu abartmamanın yoludur.

“sevgide kalmak pozitif enerji celb etmek..bu bir maske takmaktan farksiz degil mi..”
Pozitif enerji EĞER GERÇEKTEN celp edilebilmiş ise buna “maske takmak” değil, “pozitif enerji celp etmek” denir. Maske takmaktan sadece celp edilememiş bir enerji, celp edilmiş gibi davranılırsa söz edilebilir.

Ayrıca biz hiçbir zaman “sevgide kalın” demedik. Bilakis, sevgiyi önermediğimizi yanıtlarımda defalarca aktardım. Sevgi, tabi ki muhteşem bir kurtarıcıdır; ama zorlama ile var edilemez. Sevgi, bir çakışma (sempatizasyon) sonucu öncel evrenden enerji envokasyonu (bir diğer söyleyişle “öncel evren ile DE senkronize olma”) anlamındadır.

“Affiniza siginarak” sözcüğü ile doruğa ulaşan, ama tüm mesajınızdan (kaygı kadar) algıladığım nezahet adına size teşekkür ediyorum. Bence yegane takıldığınız nokta (dikkat buyurun, “yegane SORUNUNUZ” demiyorum), tüm ince ruhlu kişiler gibi kolayca hatalı yerlere itilebilmeniz. Biz buna “yaşama yönelik kırgınlığın tehlikesi” diyoruz. 🙂

Metotları, alt bilinçleri, üst yöntemleri biraz unutun. İlk adım olarak ra-hat-la-yın. Daha da ilk adım olarak rahatlamanın anlamını çözün! Beyninizi bir rahat bırakın. Geçin atomaltı düzeye… Dağılın kuantum uzayına… Yüzünüze bir minik rahatlama ifadesi, hele ki gülümsemenin gölgesi yayıldı mı?

Tamam!

PE celp olmaya başladı.

Gün boyu karşılaştığınız sorunları “Özlenen Diyara Ulaşma Throphy’si” boyunca rakip jeep sürücüleri ile girilen “it dalaşları” şeklinde görün. Bir yarışçı keyfi ve heyecanı ile tek tek onları sollamaya çalışın. Ancak temelde sürücülere (sorunlara) değil; sonuçta sizi bekleyen ödüle odaklanın.

Ve lütfen bilincine varın:
Artık devir, bilincin nasıl meydana geldiği hakkındaki soyut kavramların değil; gerçekliğin (kaderin) nasıl meydana geldiğini açıklayan standart ve kuantum fiziği bulgularının devridir.

Bu devir, kadın beyin yapısını dışlayan ataerkil Aristo mantığı ve benzeri erkekegemen doğrular(!) üzerine kurulu kutsal ideaların hükümranlığının sona erdiği bir süreçtir.

Kozalite (nedensellik); kuantum mantığı ile çoktan yerle bir olmuştur.

Okumayı sürdürün >>


SORUNUZU İLETİN!