DARK MOON LILITH

Sitemizin
ASTROLOJİ BÖLÜMÜNDE yer alan
DARK MOON LILITH
adlı yazı dizisinin yeni bölümleri yayınlandı:
Dark Moon’unuzu Bulun!

Dark Moon İkizler Burcunda
Özünüzdeki tanrısal enerjiye “insanlara yeni ufuklar açacak, onlara neşe ve canlılık katmanın ötesinde onları bilgilendirecek, farklılıklar arasında köprüler kuracak ve her çeşit insanın koluna girip yekpare ortamlar yaratabilecek bir yapı” demekte bir hata yoktur.

Okumayı sürdürün >>

Majide doğadan ve/veya Müslümanlıktan faydalanma

Merhaba Janus, nasilsiniz? Iyi oldugunuza inaniyorum 🙂 Size soru soramayacak olacagimiza üzülsem de ara vermek istemenizi anlayabiliyorum, galiba son zamanlarda çok fazla dertli soru sormaya basladik:) istemeden de olsa sizi NE yagmuruna tutmus olabiliriz, kusura bakmayin. Benim size sormak istedigim daha dogrusu sizden bununla ilgili daha fazla sey ögrenmek istedigin bir konu var, paganizm. Sizin majinin sadece çok küçük bir anda gerçeklesen inanç oldugunu söylediginizi biliyorum, ritüeller vs. belki sadece hazirlik asamasidir ama ben yine de merak ediyorum. Paganizm de ya da dogadan faydalanma noktasinda etkisinin dikkatinizi çektigi uygulamalar var midir ya da belki hadislerde de islendigini gördügünüz bir konu, güzel koku ve çiçek özleri, yaglarini – belki ritüel ve majide- kullanmak gibi… Bu uygulamalar bir geçis kapisi gibi geliyor… O yüzden çok merak ediyorum, bu konuda daha çok bilgi alabilirsek çok sevinirim, simdiden tesekkürler, sevgiler.

YANIT

(Editörün notu: Bu sorunun sorulduğu 8 Ağustos 2020 tarihinde Janus, Sorular linkini bir süreliğini kapatmıştı, ancak gelen mesajlar üzerine yeniden açtı. 5 Ekim tarihinde yeniden kapattı ve tatile çıktı.)

Sevgili sanal öğrencime merhaba! 🙂

Site çalışmalarına ara vermeye kalkınca öyle güzel mesajlar geldi ki, hemen caydım. Herkes hastalandığımı sanmış. İhtiyar olduğum için ilk başta akıllara bu düşüncenin gelmesi doğal. 🙂 Ne “bana bir şey olmaz”cıyım; ne de “önlem kumkuması”… Dikkatle, bazı gerekli kısıtlamalar içinde, ama rahat yaşıyorum. İlgilenen herkese teşekkürler…

Dertli sorular beni hiç rahatsız etmez; bilakis, insanların zor durumlarında bana danışmaları çok coşku yaratan bir şey; rahat ol lütfen. Ama düşünceli olmak, harika bir huy, alışkanlık… Kesinlikle güçlü geri dönüşleri vardır; kaptın karma puanları. 😉

Soruna gelirsek iki can sıkıcı noktanın altını çizerek başlamam gerek:

1- Ben kendime pagan desem de (hatta ökültist desem de) bu nitelikleri sadece kendimi ifade edecek bir sözcük bulamadığından kullanıyorum; bu yüzden de ikisi de hem bana, hem de bizim sisteme pek uygun değil. Ne kadar değiştirmeye çalışsam da, beynimde zerrece pagan (içgüdüsel, doğaya senkronize) eğilim yoktur. Bu yüzden uzun zaman (bu “uzun zaman” kavramı yılları ifade ediyor) majide başarısız oldum. Ancak bu tatsız yapım bir kazanç da sağladı: Köşeli (mantık ve nedensellik tutkunu) beynim nedeni ile bilime yöneldim ve elden geldiğince iki düşman alanı (bilim ve okültü) birleştirmek adına yola çıktık.

2- Seni dikkatin yüzünden (“Sizin majinin sadece çok küçük bir anda gerçeklesen inanç oldugunu söylediginizi biliyorum” sözlerin nedeni ile) kutlarım. Evet, maji anlık iştir. Ancak bu agilite kazanılana dek, ritüeller, uzun zikirler, majikal saatler, renkler falan-filan gerekli kol değnekleridirler. Bu nedenler yüzünden eğitimi bitmiş ve danışmanlık alan öğrencilerime giderek bu düsturu edindirmeye uğraşmaktayız.

“Her şey inançtır; evren, nano saniyede inandıklarınız temelinde (onlarla) kurulur” dedikten, bir de bu sözlerin bilim çıkışlı olduğunu anlattıktan sonra artık söyleyecek fazla şey kalmaz aslında… ama ataerkil kültür, bebeklikten başlayarak beyinlere öyle yıkılmaz kalıplar yerleştirmiştir ki, “Yürü” deyince dağı yürütecek olağan güç, derinlerdeki mahzenlerde kapalıdır. Maji adına onun hücresinden gizlice yolladığı mesajları majikal pratiklere katıp çalışma yapmaktan başka çare yoktur. Özetle, “Neye inanırsan, o çalışır”.

Doğaya gelelim: Doğa ile kontak şahane bir şeydir; insanlar üzerindeki etkisi bilinir… ama doğa insanlar değil, hayvanlar ve bitkiler adlı farklı yaşam formlarının ortamıdır. İnsan adlı canlı doğa ile yoğun iletişimde değildir. Bu yüzden ayakkabısız, giysisiz, döşeksiz, ateşsiz şekilde doğada kalırsa büyük olasılıkla ölür. Eş deyişle doğaya yönelik fazla beklenti içinde bulunmak doğru bir şey değildir. Majideki en önemli, belki de tek ekipman bilinçtir. Siz aprentisler ve bilinciniz… ortamda ikiniz yalnızsınız. Baş başa vererek çözümler üretecek, yöntemleri inceleyecek, bunlardan bilincinizin “OK!” dediklerini sentezleyip kendinize özel bir sistem yaratacaksınız. Doğayı çok seviyorsanız, orada rahatlıyorsanız, bu ortamda “majikal” olduğuna inandığınız her şey, sizde inanç ve rahatlık yaratacağı için majide başarıya destek olacaktır.

Diğer yandan doğadan o kadar etkilenmeyen, diyelim, evinin bir odasını maji odasına çevirip orada rahat eden bir kişi, başarıyı bu ortamda bulacaktır. İşin sırrı RAHATLAMAKTA ve inanmaktadır. Yine de göz ardı etmemek gerek: Doğal ortamlar genelde insanların pek çoğunda rahatlama sağlar. O zaman cümleyi “Doğal ortamda nerede rahatlık varsa, orası majikaldir” diye rafine edebiliriz.

“… Bu uygulamalar bir geçis kapisi gibi geliyor”
Geçiş kapısı yalnızca bilincindir. Bilincini açamazsan, hiçbir şey onu senden asude açamaz. Ancak birçok öge, yarı-açık bilinçlere ek güçler katacaktır… e, zaten maji de budur.

“belki hadislerde de islendigini gördügünüz bir konu, güzel koku ve çiçek özleri, yaglarini”
Bu cümlen çok önemli bir gerçeği dile getiriyor. O da Müslümanlık inançlarına/pratiklerine/kültürüne ve/veya hadislere dikkatle bakınca onlarca majikal (Beyaz maji ile ilgili) ipucu bulunabileceğini…

İşte birkaç tanesi:

Misk: Bilindiği gibi misk Müslümanlıkta kutsaldır ve birçok pahalı parfümde (Calvin Klein’ın Obsession adlı parfümünde bolca vardır) yer alır. Neden yer alır? Çünkü uyarıcıdır. Bir cins geyiğin testisleri dolaylarından elde edilir ve sözcüğün hem Yunanca, hem Sanskritçe kökeni “testis” kelimesidir. (Böylece Müslümanlık ve cinselliği onurlandırması arasında başka bir bağ olduğu yine ortaya çıktı.) Celb-i muhabbet çalışmalarında (örneğin “Beni çok mutlu edecek bir partnerim/eşim olsun” konulu bir çalışmada) misk kullanabilirsin.

Kafuru: Müslümanlıkta ölüm ritüellerinde kullanılan, majide buhur olarak yakılan bir maddedir. Çok güzel kokuludur. İlginçtir, standart majide diğer alem ile ilgili (örneğin astral seyahat) tüm çalışmaların kokusudur. Yine ilginçtir, İslami majide gizlilik ve batınî konulu her çalışmada kullanılır… “Ya Batın” esmasının buhurudur. Benzer konulardaki çalışmalarında minik kömürleri mutfaktaki ocakta biraz kızdırp, üzerine kafuruyu atabilirsin.

Gül: Hz. Muhammet’in teninin (ya da terinin) gül koktuğu hakkında yaygın bir inanç vardır. Zaten genelde hz. Muhammet gül çiçeği ile sembolize edilir. Gül, hem cilde sürülünce, hem besin olarak tüketilince yarar sağlayan ender bitkilerdendir. Binyıllarca sağlık konusunda ve İlk Çağ tıbbında yaygın olarak ilaç şeklinde kullanılmıştır. Ayrıca kokusu beyinde rahatlatıcı bir süredurum yaratır. Görüldüğü gibi gülün diğer bitkilerle karşılaştırılınca birbirinden farklı alanlarda güçlü bir pozitif etkisi vardır. Bu yüzden gülü hem fiziki sağlık, hem ruhsal şifa, hem de her türlü dilek ve PE celbi çalışmasında kullanmak mümkündür.

Ay: Bizim sistemimizde (eğitimde uzun uzadıya anlattığımız ve nedenlerini verdiğimiz gibi) Ay kutsaldır. Ay, Müslümanlıkta da baş tacıdır. O zaman gül ve Ay’ı karıştırıp çalışmalar yaratmanın yerinde bir tutum olduğu söylenebilir.

  • İçinde gül yaprakları ile Ay ışığında bekletilmiş su;
  • Kişinin kendi yetiştirdiği gül ağacından mehtapta koparılmış yapraklar;
  • Ay büyürken veya 14’ünde bir gül bahçesine gitmek

benzeri eylemler ve unsurlar majide güçlü destekleyiciler sayılabilirler.

Deniz, nehir ve göller: Bu kez sevdiğim bir ayeti ele alalım.

Fatır Suresi, 12

İki deniz aynı olmaz. Şu tatlıdır, susuzluğu giderir, içimi kolaydır. Şu ise tuzludur, acıdır. Bununla beraber her birinden taze et yersiniz ve takınacağınız süs eşyası çıkarırsınız. Allah’ın lütfundan istemeniz ve şükretmeniz için gemilerin orada suyu yara yara gittiğini görürsün.

İlk olarak ayette denizin önemine vurgu yapılmakta. Ayette “Allah’ın lütfundan istemeniz (…) için” sözlerinden yola çıkalım: Denize yakın yerde, majisyenler maji yaparsa, inançlılar dua ederse, kontak daha başarılı şekilde kurulacaktır.

İkinci olarak süs eşyasından söz ediyor. (Görülüyor ki süslenmek, takı kullanmak Müslümanlıkta onaylanan bir davranıştır.) Buradan yola çıkarak bir majikal takı yaratmanın majikal çalışmalara destek sağlayacağı düşünülebilir.

Ancak majikal takıyı denizle ilgili bir ortamda, tercihen, denizden çıkan bir unsur ile (örneğin, taş ya da deniz kabuğu) meydana getirmek genelde çalışmaları destekleyecektir.

Okumayı sürdürün >>


SORUNUZU İLETİN!

Hayatin amaci ve anlami sana göre nedir ?

Merhaba Janus,

Esenlikler diliyorum !

Umarim keyifin yerindedir. (…) Sorum sudur:Uzun yillara yayilan bir ömür , nice tecrübe nice yasanti ve nice tanisilan, görülen insan üstüne enginliginle biz gençlere hayata dair ne tavsiye verirsin ? Birde sana göre bu dünyada bulunma amacimiz ve hayatin anlami nedir ? içinde bulundugun ögretiler bu sorulari nasil cevapliyor? Sence bir ömür nasil yasanmali ?
Saygilar sunar,

Yeniden afiyet dilerim, kendine iyi bak.

YANIT

Merhaba sevgili arkadaşım.

“gençlere hayata dair ne tavsiye verirsin ?”
Gençlere tavsiye vermeyi geç, danışmanlık sürecinde bile -sitenin ilgili linkinde yer alan açıklamalarda yazdığı gibi- spesifik sorular olmazsa öneride bulunmam; çünkü hiç kimse bir diğerinin doğrusunun ne olacağını bilemez. PE farklı ortamlarda, farklı biçimlerde tezahür ettiği için “doğru” genellenemez. Şifa çalışması dahil, diğer kişilere majikal çalışma yapmama nedenimiz budur. Belli bir sistemimiz vardır ve soruları bu sistem bazında yanıtlamak mümkündür; ancak herkese uyarlanacak tek bir doğru kalıbı (kural) bulunduğuna inanmak hatalıdır. Yine de sorunu yanıtsız bırakmamak adına “PE celp etmeye çalışmalı” şeklinde bir cümle kurabilirim. Bunun yollarını ise yıllardır sitede anlatmaya çalışıyorum.

Spesifik bir konu hakkında soru (yani belli bir konuda bilinçli danışma) olmadan tavsiye (hele ki öğüt) vermek yapıcı sonuçlara gebe bir davranış değildir. Ne derler bilirsin “Akılları pazarda satışa çıkarmışlar, herkes gitmiş, kendi aklını almış”. Bu özlü söz, insanların dik kafalılığına gönderme yapmamaktadır. Yanıtlarda defalarca tekrarladığım gibi “İnsanlar rahat bırakırlarsa kendilerine neyin iyi geleceği kadar, neyin gerekli olduğunu da sezecek yeterlilikte doğarlar.” Bizlere hatalı kararlar aldıran, bebeklikten başlanarak beyinlere yerleştirilen hatalı doğrulardır. Bu yüzden -kafaları zaten engellemeler ile dolu olduğu için rahat seçim yapamadıklarını hisseden- insanlar, ilave yüklere (yönlendirmelere, öğütlere) genelde tahammül edemezler, tepki verirler… ilk fırsatta ya denilenin tersini yaparlar, ya da öfke üretirler. Onlar aslında daha fazla baskı altına alınıp, gerekli değişimleri daha da yapamayacaklarından korkmaya başlamışlardır. “Böyle yapma” demek, pek çok kişiye öyle yaptırmanın başarılı bir yoludur.

Yaşam dostum, tek başımıza ilerlememiz gereken bir yoldur. Aşk, dostluk, danışma, izmler, kurtarıcılar, hatta dinler, bu yolculukta arada uğradığımız güzel tatil beldeleridir. Ancak tatiller daima sona erer, bir başımıza ilerlemekte olduğumuz yolculuk sürer… ta ki bir diğer tatil beldesine ulaşıp, bir süre dinlenene dek.

“Birde sana göre bu dünyada bulunma amacimiz ve hayatin anlami nedir ?”
Sorunu “Neden bu dünyadayız?” şeklinde algılarsak yanıtı sitedeki neredeyse tüm yazılarda ve özellikle Sorular linkinde verdiğim yanıtlarda bulabilirsin.

Kısaca yeniden özetleyeyim:

Bölünen Evren teorisine (ki, onlarca mitolojinin Yaratılış mitleri bazında kurulmuştur ve hem Müslümanlık, hem kuantum fiziği, hem standart fizik, hem de mitolojik verileri uzlaştıran içeriktedir) göre bilinmeyen bir neden yüzünden önceden var olan mutlak ve güzel bir ortam, dinlere göre şeytan, İlk Çağ mitolojilerine göre bir alt Hava Tanrısı tarafından saldırıya uğrayarak bölünür. Böylece (Büyük Patlama) makrokozmos denilen ortam meydana gelir. Ancak öncel içerik (mutlak iyilik) tamamen yok edilemez; bölünen parçaların birbirinden tamamen ayrılmasına engel olur. Artık bunlar önceki gibi tam (yekpare) olamasalar da, birlikte çalışarak makrokosmos denilen -tam bölünememiş- ortamı, orta dünyayı yaratırlar. Artık elektrik ve maneytizma karşılıklı çalışarak evrenin tutkalı EMyı var edecek; dişi ve erkek öncel androgyous bütünlüğe dönemeseler de, birleşerek yeni can meydana getireceklerdir. Örnekler çoktur.

Yukarıda anlatılan 722 Sistemi Bölünen Evren teorisidir.

Benim kişisel görüşüm ise zaman içinde biraz farklılaşmıştır! Bana göre bir Şeytan yoktur. 🙂 Şeytan, ana alandan (buna Yaratıcı ve/veya Cennet denilebilir) bir kabarcık şeklinde (bu da virtual photonlara benzetilebilir) BİR ÖLÇÜDE uzaklaşan insan ruhudur (bilincidir). Din ortamında insanın cennetten kovulması ve dünyaya inmesi teması bunu (yani ana yapının bölünmediği, uzak kalanın sadece insan olduğunu ve bunun kendi hatasına dayandığı öyküsü) sembolize etmektedir. (Hemen ekleyeyim: Kuran’da aldatan yılan değildir, yılan kötülenmesi sadece Tevrat’ta yer alır. Kuran’da yılan aleyhine ayet yoktur.)

Özetle, BANA GÖRE “neden geldim bu dünyaya?” şeklindeki sızlanma temelli soruların yanıtı kişisel hatalarda (örneğin kötümserlikte) aranmalıdır. Ataerkil sistem, hatta Yahveh diye laf sokup durduğum kavramlar aslında bizlerden başka da hiçbir şey değildir. 🙂

Evren, kuantum fiziğinin ortaya çıkarttığı gibi nano saniyede var edilir. En sorunlu anlarını yaşayan kişi bütün gücünü toplayarak işlerin iyi gideceğini -en küçük bir kuşkusu olmadan- inandığı anda (ki, çok, ama çok zordur) bir görüşe göre (Evrerett’e göre) paralel evrene atlar, bir diğer görüşe göre (Bohm’a göre) evrenini yeniden yaratır.

Hepimiz öldüğümüz anda (makrodan ayrıldığımızda) bir alanız. Bizim gerçeğimiz, kendimiz, kabarcık olarak ana alandan uzaklaşmış halimiz ruhumuzdur. Buna kuantum mekaniği açısından bakarsak dalga fonksiyonumuz denilebilir. Kendimize özel bir yapıyız. ETC teorilerine göre bu bir EM alandır (çok kabaca geçiyorum, detaylı soru olursa yanıtlarım), bu yüzden bir frekansı vardır. Eğer kabarcık ise, yani ana alanın frekansından uzaklaşmışsa, bulk’daki bir diğer frekans ile senkronize olur ve orada yeniden çöker, bedenlenir. Bu yer, İlkçağ da olabilir, İS 3000de, hatta başka bir planet veya evren de… Çöktüğümüz yerde ruhumuz bilince dönüşür ve senkronize olduğumuz PE veya NE ile bilincimiz yeniden biçimlenmeye başlar. “Dünyaya geliş nedeni” de diyebileceğimiz evrim sadece budur. Özetle, ölünce, yeni (geliştirdiğimiz) frekansımızla ya Yaratıcının yanındaki özgün yerimize ulaşabiliyoruz (cennete gidiyoruz), ya da frekans neresi ile senkronize olmuşsa (belki bambaşka bir galakside) orada çöküyor, maddeleşiyor, yeniden yaşamaya başlıyoruz.

“Sence bir ömür nasil yasanmali ?”
Bu soru da genel kapsamlı olduğu ve yanıt öğüt verme anlamına gelebileceği için dikkatle formülize edeyim ve yine de tedirginlikle yanıtlayayım: Dikkatini olaylar, eylemler, kavramlar, insanlar vb. her şeyden uzaklaştır; SADECE beyin elektriğinin yapısına odaklan. Öncelikle rahat, ardından dingin, daha iyisi şen, coşkun, heyecanlı bir beyin elektriğinin olmasına odaklan, her nasıl yaparsan yap (en iyisi kendi yöntemini bulmandır) beyin elektriğini bu frekanslara getir. (Bu süreduruma “iyimser olmak” da denilebilir belki, ama bu kadar basit değildir.)

Bu sözlerden sonra bazı öğrencilerim bana “Ben şu adamı benzetince rahatlayacağım? Gidiyim kemiklerini kırayım mı?” diye sorarlar. 🙂 Yanıt basittir oysa: Birinin kemiklerini kırmak, hatta daha genelleştirelim, herhangi birine, birilerine, üstün gelmeye çalışmak, lider olmak, diğerlerinden üstün olduğuna inanmak veya olmaya çalışmak, intikam almak veya sorunlardan kaçmak, saklanmak gibi (uzak durmaya karar vermek farklı bir şeydir) duyguların TÜMÜNÜN temelinde korku vardır. Korku varsa rahatlık elde edilemez. Korku varsa NE var demektir. Yani yukarıdaki soruyu soran kişiler PEye ulaşmak adına öncelikle adam benzeterek rahatlama ülkü ve de huylarını yok etmeye uğraşmalıdırlar. 🙂

“Saygilar sunar, Yeniden afiyet dilerim, kendine iyi bak.”
İnsanın bir arkadaşına saygı sunabilmesi, bu duygulara sahip olması ne güzel bir şey… Saygı, bize göre sevgiden çok daha reel, çok daha işe yarar bir duygudur. Saygı, sanılanın aksine, makrokozmoz adlı yapılanma içinde sevgiden daha uzun ömürlü ve kalıcıdır. Yani PE celbi için sevmeye çabalamak yerinde, saygı duymak adlı beceriyi geliştirmeye çalışmak çok daha yerindedir, yapıcıdır. Sevgi ve aşk, cennetten gelen, bu yüzden makro varlıkları olarak arada sırada senkronize olabileceğiz şahaneliklerdir. Oysa saygı, cennete (sevgiye) ulaşmamıza yardımcı olacak bir yol göstericidir. Sevmeyi öğrenmek -bana sorulursa- mümkün değildir; ama saygı duymayı becermek çok da güzel şekilde öğrenilebilir. Saygının içeriğinde sevgi kımıltıları denilebilecek “sempati” adlı kavram da var edilebildiği için saygı, belki de sevmeyi öğrenmenin ilk adımıdır. Özetle; bu değerli sözün için özel teşekkürler.

Öğrencilerim, değerli yaklaşımların (örneğin saygının) dünyada anlaşılamadığından, ödüllendirilmediğinden yakınırlar. Ama bu durum son derece olağandır! Saygı duymayı becermek ve saygılı davranabilmek benzeri tutumlar ayrıcalıktır, yani ayrıcalıklı, çok değerli meziyetleri olan seçkin kişilerin niteliğidirler. Bu durum da genelden pozitif şekilde farklı olmak, genelin dışına çıkmak, değişmiş olmak anlamındadır. Genelin içinde kalanlar ise söz ettiğim ortamda olmadıkları için verdikleri karşılıklar kendi düzeylerinde kalacaktır. Erdemli kişiler öncelikle bu bilgiye haizdirler; karşılaştıkları tutumları olağan karşılar, düş kırıklığına uğramaz ve suçlamalarda bulunmazlar.

Kendimi tutamayarak yine bir ayet paylaşacağım: “O çok merhametli Allah’ın (has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve cahil kimseler kendilerine laf attığı zaman (incitmeksizin) “selam” derler (geçerler).” (Furkan suresi 63)

Savaş dini denilen Müslümanlığın bu ve nice benzer ayetinin içeriğinin çağdaş olarak nitelenen modern kültürümüzde zerrece yeri yoktur. Bu durum da -üzülerek söylemem gerekir ki- dini İslam sayılan bir ülkede Müslümanlık doğrularından ne kadar uzak olduğumuz anlamındadır.
Okumayı sürdürün >>


SORUNUZU İLETİN!

Rüyamda gelecegi gördüm

Yaklasik bir buçuk sene önce tramvayda taciz edilmistim sikayetçi olmustum kaç günü karakollarda geçirmistim ama hiçbir sey olmamisti bu sabah beni bu konuyla alakali aradilar sahsin asla tespit edilemedigini ve savciligin davayi kapatmamizi istedigini söylediler ben bu gece de rüyamda bir adam tarafindan taciz edilmeye çalisiyordum ve sürekli kaçiyordum bir arkadasim beni yolda buluyoru ve polise gidiyorduk orda da bütün tanidiklarim vardi ve bana o adamin serbest birakildigini delilin yeterli olmadigini söylüyorlardi ve 650li bir seyler diyordu -o kismi tam hatirlamiyorum 650nin de bir seyle alakasi var mi emin degilim sadece demek istedim- gece bu rüyadan uyandim ve kendimi kötü hissettim hatta dedim üzerinden bu kadar zaman geçti tekrar neden böyle bir sey oldu diye düsündüm geri uyudum ve sabah da telefon gelene kadar bu rüya aklimin ucundan bile geçmemisti yani simdi bilmiyorum tesadüf mü yoksa bi sekilde hissettim mi rüyamda neler olcagini mi gördüm anlayamiyorum ayrica rüyada gelecekten bir seyler görenler hakkinda ne düsünüyorsunuz böyle maç sonuçlarini bilenler gibi?

YANIT

Yaşadığınız olayın açıklaması hakkında bilim temelli iki teori bulunur. Bu konuda etraflı bilgiyi FAL ve FALCILAR adlı yazımdan edinebilirsiniz. Ancak ben sorunuzu link vererek geçiştirmek istemediğim için konu hakkında bir kez daha konuşayım.

Gelecekten, ya da geçmişten haber almanın bilimsel açıklamalarından ilki Einstein’ın Özel Görelilik yasası ile ilgilidir. Yasa, ataerkil kalıplarla şartlanmış, pozitivist (sadece görünen gerçektir) bakış açış yüceltilmiş kültürümüz beyinlerince kabul edilmesi güç olsa da deneysel olarak kanıtlanmıştır ve şöyle özetlenebilir: Zaman herkes için farklı hızda akmaktadır. Zaman geçiş hızını belirleyen, objenin hareket hızıdır.

Bu teori ile GEÇMİŞ VE GELECEK ŞU AN VARDIR linkindeki yazımda anlattığım şekli ile, geçmiş ve gelecek zaten hazır olan bir yapıdır. Brian Greene, Roger Penrose ve Stuart Hameroff benzeri bilim adamları bu yapıyı bir film şeridine benzetirler. Zaman okları sürekli ileriyi gösterdiği için biz zaman geçiyor, yani geleceğe gidiyoruz sanırız. Yine Green’in sözleri ile “Okları geri çevirebildiğimizde film şeridinde geri gitmek mümkündür, geleceğe gidiyoruz düşüncesi sadece bir sanrıdır.” Bazı bilinçler doğal yapıları nedeni ile, bazı bilinçler eğitim ile, bazı bilinçler ise geçici olarak (örneğin büyük bir acı sonrasında) söz konusu film şeridinde değişik karelere atlayabilmektedir. Geride duran bir kareye atlamak “geçmişi görmek”, ilerdeki kareye atlamak “geleceği bilmek” şeklinde yorumlanmaktadır.

İkinci yorum ise kuantum mekaniği temelindedir.

Evren, bilimsel konulara uzak olan olağan kişilerin kabul etmeleri çok zor olan gerçekler bazında işlemekte, ne işlemesi, basbayağı var olmaktadır. “Olağan kişiler” sözlerimde bir küçümseme yoktur. Gerçekler, ataerkil sistemle binyıllardır “dövülerek biçimlendirilen” ezber kalıplara öylesine ters yapıdadırlar ki, modellenmiş beyin, gerçekleri kabul edemez. Einstein bile kabul edememiş, Bohr’un buluşlarının hatalı olduğunu göstermek adına hastanede ölüm döşeğinde bile uğraşmıştır. Einstein, Bohr’a “Tanrı zar atmaz” demiştir. Bohr ise “Tanrının ne yapacağını söylemekten vazgeç” şeklinde anlamlı bir yanıt vermiştir. Einstein, kuantum mekaniğini engellemeye çok uğraşmıştır.

Ancak deneysel ortamda Einstein’ın -yine- yanıldığı ortaya çıkar (kendisi kara deliklerin gerçek olmadığı benzeri pek çok teorisinde yanılmıştır), Bohr’un varsayımı kanıtlanır.

Bu varsayım ise evrenin ölçüm ile, ölçümü yapan (yani bizler) tarafından var edildiğidir.

Teori giderek bazı bilim adamlarınca geliştirilir (bu “bazı bilim adamları” dediğim kişiler arasında Nobel ödüllü olan da vardır) ve söz konusu ölçümün beyinde yapıldığı öne sürülür. Yani evreni meydana getiren bilinçtir. Bazı yorumlar (örneğin ORch OR) bu “meydana getiriş”in yerini de saptarlar: Dalga fonksiyonu beyinde nöronların “mikrotübüller” adlı bölümünde çökmektedir.

Bilinç ise inançlarla örülüdür.

Bu bilgileri fal ve falcılara perkitelim: Falcının sözleri sadece onları duyan kişinin inanç ölçüsünde gerçekleşir; çünkü sözleri duyan (fal baktıran) kişi sözlerin gerçek olduğuna inancı doğrultusu ve miktarında kendi evrenini yaratmaktadır.

İşin en ilginç yanı; falcı eğer sözlerini belli bir görüm (film şeridinde yolculuk) ile söylememiş, uydurmuşsa, ya da gördüğü olayların gerçekliğine bir nedenle inanmamışsa, sözlerine inanan kişi (fal baktıran kişi) ile farklı evrenlerde yaşıyor olacaktır. Falcıya inanan kişi falcı sözlerinin var edildiği evrende yaşarken, falcı kendi sözlerine inanmadığı için, kendi inandığı (her ne ise) olaylarla yüzleştiği bir evrendedir.

Sizin gibi bazı kişiler film şeridinde rüyalarda yolculuk ederler; çünkü rüya diye bir şey yoktur. Uyku, bilincin parçacık halinden (beyinden) çıkıp, geçici olarak dalga fonksiyonuna (gerçek haline/ortamına) dönmüş halidir.

Yaklasik bir buçuk sene önce tramvayda taciz edilmistim sikayetçi olmustum kaç günü karakollarda geçirmistim ama hiçbir sey olmamisti bu sabah beni bu konuyla alakali aradilar sahsin asla tespit edilemedigini ve savciligin davayi kapatmamizi istedigini söylediler ben bu gece de rüyamda bir adam tarafindan taciz edilmeye çalisiyordum ve sürekli kaçiyordum bir arkadasim beni yolda buluyoru ve polise gidiyorduk orda da bütün tanidiklarim vardi ve bana o adamin serbest birakildigini delilin yeterli olmadigini söylüyorlardi ve 650li bir seyler diyordu -o kismi tam hatirlamiyorum 650nin de bir seyle alakasi var mi emin degilim sadece demek istedim- gece bu rüyadan uyandim ve kendimi kötü hissettim hatta dedim üzerinden bu kadar zaman geçti tekrar neden böyle bir sey oldu diye düsündüm geri uyudum ve sabah da telefon gelene kadar bu rüya aklimin ucundan bile geçmemisti yani simdi bilmiyorum tesadüf mü yoksa bi sekilde hissettim mi rüyamda neler olcagini mi gördüm anlayamiyorum ayrica rüyada gelecekten bir seyler görenler hakkinda ne düsünüyorsunuz böyle maç sonuçlarini bilenler gibi?

YANIT

Yaşadığınız olayın açıklaması hakkında bilim temelli iki teori bulunur. Bu konuda etraflı bilgiyi FAL ve FALCILAR adlı yazımdan edinebilirsiniz. Ancak ben sorunuzu link vererek geçiştirmek istemediğim için konu hakkında bir kez daha konuşayım.

Gelecekten, ya da geçmişten haber almanın bilimsel açıklamalarından ilki Einstein’ın Özel Görelilik yasası ile ilgilidir. Yasa, ataerkil kalıplarla şartlanmış, pozitivist (sadece görünen gerçektir) bakış açış yüceltilmiş kültürümüz beyinlerince kabul edilmesi güç olsa da deneysel olarak kanıtlanmıştır ve şöyle özetlenebilir: Zaman herkes için farklı hızda akmaktadır. Zaman geçiş hızını belirleyen, objenin hareket hızıdır.

Bu teori ile GEÇMİŞ VE GELECEK ŞU AN VARDIR linkindeki yazımda anlattığım şekli ile, geçmiş ve gelecek zaten hazır olan bir yapıdır. Brian Greene, Roger Penrose ve Stuart Hameroff benzeri bilim adamları bu yapıyı bir film şeridine benzetirler. Zaman okları sürekli ileriyi gösterdiği için biz zaman geçiyor, yani geleceğe gidiyoruz sanırız. Yine Green’in sözleri ile “Okları geri çevirebildiğimizde film şeridinde geri gitmek mümkündür, geleceğe gidiyoruz düşüncesi sadece bir sanrıdır.” Bazı bilinçler doğal yapıları nedeni ile, bazı bilinçler eğitim ile, bazı bilinçler ise geçici olarak (örneğin büyük bir acı sonrasında) söz konusu film şeridinde değişik karelere atlayabilmektedir. Geride duran bir kareye atlamak “geçmişi görmek”, ilerdeki kareye atlamak “geleceği bilmek” şeklinde yorumlanmaktadır.

İkinci yorum ise kuantum mekaniği temelindedir.

Evren, bilimsel konulara uzak olan olağan kişilerin kabul etmeleri çok zor olan gerçekler bazında işlemekte, ne işlemesi, basbayağı var olmaktadır. “Olağan kişiler” sözlerimde bir küçümseme yoktur. Gerçekler, ataerkil sistemle binyıllardır “dövülerek biçimlendirilen” ezber kalıplara öylesine ters yapıdadırlar ki, modellenmiş beyin, gerçekleri kabul edemez. Einstein bile kabul edememiş, Bohr’un buluşlarının hatalı olduğunu göstermek adına hastanede ölüm döşeğinde bile uğraşmıştır. Einstein, Bohr’a “Tanrı zar atmaz” demiştir. Bohr ise “Tanrının ne yapacağını söylemekten vazgeç” şeklinde anlamlı bir yanıt vermiştir. Einstein, kuantum mekaniğini engellemeye çok uğraşmıştır.

Ancak deneysel ortamda Einstein’ın -yine- yanıldığı ortaya çıkar (kendisi kara deliklerin gerçek olmadığı benzeri pek çok teorisinde yanılmıştır), Bohr’un varsayımı kanıtlanır.

Bu varsayım ise evrenin ölçüm ile, ölçümü yapan (yani bizler) tarafından var edildiğidir.

Teori giderek bazı bilim adamlarınca geliştirilir (bu “bazı bilim adamları” dediğim kişiler arasında Nobel ödüllü olan da vardır) ve söz konusu ölçümün beyinde yapıldığı öne sürülür. Yani evreni meydana getiren bilinçtir. Bazı yorumlar (örneğin ORch OR) bu “meydana getiriş”in yerini de saptarlar: Dalga fonksiyonu beyinde nöronların “mikrotübüller” adlı bölümünde çökmektedir.

Bilinç ise inançlarla örülüdür.

Bu bilgileri fal ve falcılara perkitelim: Falcının sözleri sadece onları duyan kişinin inanç ölçüsünde gerçekleşir; çünkü sözleri duyan (fal baktıran) kişi sözlerin gerçek olduğuna inancı doğrultusu ve miktarında kendi evrenini yaratmaktadır.

İşin en ilginç yanı; falcı eğer sözlerini belli bir görüm (film şeridinde yolculuk) ile söylememiş, uydurmuşsa, ya da gördüğü olayların gerçekliğine bir nedenle inanmamışsa, sözlerine inanan kişi (fal baktıran kişi) ile farklı evrenlerde yaşıyor olacaktır. Falcıya inanan kişi falcı sözlerinin var edildiği evrende yaşarken, falcı kendi sözlerine inanmadığı için, kendi inandığı (her ne ise) olaylarla yüzleştiği bir evrendedir.

Sizin gibi bazı kişiler film şeridinde rüyalarda yolculuk ederler; çünkü rüya diye bir şey yoktur. Uyku, bilincin parçacık halinden (beyinden) çıkıp, geçici olarak dalga fonksiyonuna (gerçek haline/ortamına) dönmüş halidir.” style=”font-family:verdana; font-size:11px; color:blue; text-decoration:none; font-weight:none;” target=_blank> Okumayı sürdürün >>


SORUNUZU İLETİN!

DARK MOON LILITH

Sitemizin
ASTROLOJİ BÖLÜMÜNDE yer alan
DARK MOON LILITH
adlı yazı dizisinin yeni bölümleri yayınlandı:
Dark Moon’unuzu Bulun!

Dark Moon Koç Burcunda
Özünüzdeki enerjiye “kontrol altına alınmış, bilenmiş, rafine edilmiş muhteşem bir ateş”; size ise “evreni daha iyi bir yer yapma adına -fark ederek veya etmeyerek- savaşan bir lider” demekte bir hata yoktur.

Okumayı sürdürün >>

Dark Moon Boğa Burcunda
Özünüzdeki tanrısal enerjiye “büyük başarılar elde etmek adına gerekli her niteliği taşıyan standart erkeksi özellikler kadar, büyük sevgiler oluşturmak adına gerekli her niteliği taşıyan standart dişil özelliklerin benzersiz kombinasyonu” demekte bir hata yoktur. Okumayı sürdürün >>

Majinin ve böylece kontak kurulan Şeytan ve cinlerin tehlikeleri

Merhaba sevgili Janus ve onun Ekibi . Yaklasik 4-5 senedir ki , Okültizm,Maji, Ezoterizm ,Spiritüalizmle ilgileniyorum . Sizi ve Sizin sitenizi yeni kesfettim .Majiye olan bakis açiniz beni hayli hayretlendirdi desem yalnis olmaz sanirim. Adini duydugumda kaçdigim kuantum fizigine merakim hayli artti ve sizin sayenizde bir çok sey ögrendim . Ama aklim hala karmasik. ilgimi çeken ve cevaplayamadigim Umarim sizin cevaplayacaginiz bazi konulari size iletmek isterim . Bu arada yurt disinda dogulub büyüme oldugum için bazi kelimeleri yalnis yazabilirim simdiden özür dilerim. Su aralar satanizme hayli merak salmis durumdayim(Hiç bir dini inaçna sahib deyilim) . Siz bildiyim kadariyla bi aralar satanist olmussunuz simdide sadece bilinçli bir yaradicinin olmasina inaniyor ,Yasananlari kuantum fizigi üzerini yorumlamaya çalisiyor ,Yasaminizi pozitif güzel bir sekilde sürdürüyorsunuz .Keçelim sorularima.

1.Satanist oldugunuz dönemlerde demon denen varliklarla yani düsürülmüs tanrilarla bizzat irtibatiniz oldumu? Olduysa eger simdi kuantum fizigine göre onlar bozonlarmi ? .
Joy of satandan okuduklarima göre anladigim kadariyla Yaratici adem övladini yaratmis Ve tüm melek denilen seylerin lucifer dahil insana sitayis etmegi emr etmis .lucifer ve diger melekler çamurdan yaratilan bir varligin onlardan asla üstün olacagini kabullenmemis yalniz yaraticiya sitayis edeceklerini bildirmisler sonradan melekkerin bir kismi kabullenmis . Bir kismi lucifer ve onun demonlari kabullenmemis savasmis ve maglup olmuslardir .Satanizm seytani iyi biri kimi gösterip melekkeri ise kötü kimi gösteriyor ve savasdan sonra yaradicinin sustugunu asla konusmadigini bildiriyor .Bu söylenenler bana saçmalik gibi geliyor .

2.Çevremde bizzat tanidigim insanlar var ki , insanlarin keçmisini ne vakit yatip kalktigini , ne zaman nerde oldugunu biliyorlar kayip esyalarin yerlerini buluyorlar . Böyle seyleri satanizmdeki demon . Islamiyhetde, kenzül havassdaki cinler vasitasiylami yapiyorlar? Bu sözü edilen varliklar sizin maji egitiminizdeki envokasyon /celp vasitasiyla yapilan seylerin ta kendisimidirmi ?

3.Musallatli sahsa ve ya majisyenin gönderdigi N.E tesirini maruz kalmis sahis Rukye ve ya Kuran ayeleri Nas suresi Ayetel kürsi okununca niye öyle tepki veriyor ? Konusuyor okuyan sahsa hakaretler ediyor .

4.Satanizmde luciferle anlasma yaparsin ve o bu hayatinda senin istediklerini yapar öldükden sonrada senin ruhun onlara hizmet eder bir növ onlarin aleminde yasarsin ama onlardan hemise zeif olursun. Siz acaba bundan korkdugunuz içinmi satanizmi terk etdiniz ?

5.Son sorum bu söz degerli Janus. Sizin maji egitiminzdeki celp /envokasyon islemi zamani sizin bozon dediginzi cinler .melekler.ve ya demonlarlami irtibat kuruluyor bunu tek basina yapmak korkulu degilmi dahi P.E celp etsek bile ?

Cevaplarimi yanitlarsaniz efendim çok sevinirim . Kendim tip egitimi aliyorum bir onkolog olub kanserli hastalarin bazilarini sagaltmak en büyük hayalim umarim majiyi iyi bir sekilde ögrenip N E celp etsem dahil iyi sonuçlara varirim . Çok tesekkür ederim Janus Siz çok güzel bir adamsiniz

YANIT

Öğrencime merhabalar!

(Editörün notu: Bu sorunun sorulduğu 4 Ağustos 2020 tarihinde sorucu Janus’un öğrencisi değildi. Sorunun yayınlanma sırası yeni gelmiştir.)

İşin iyi yanından başlayalım:

“Siz bildiyim kadariyla bi aralar satanist olmussunuz simdide sadece bilinçli bir yaradicinin olmasina inanıyor, Yasaminizi pozitif güzel bir sekilde sürdürüyorsunuz”
Gerçekten güzel bir yaşamım var ve bunu kendim elde ettim. Dürüstlüğüme inanın, en büyük amacım bu FIRSATI diğer kişilerle paylaşmak, bulduğumuz gerçekleri aktarabilmek, doğru beyin elektriği ile yaşamın ne kolay ve güzel olabileceğine insanları inandırabilmek. Tabi ki pek çok hata yapıyor ve çektiğim negatif frekanslara bağlı olarak başıma sık sık tatsız işler açıyorum. Ancak bu tökezlemelerim, bulgularımızın yanlış olduğunun DEĞİL, kişisel yeteneksizliğimin kanıtıdır. 😀

Ve biraz “zülf-ü yâre dokunacak” yerlere geçelim:

Bu soruları soruyor olmanız, sorabiliyor olmanız, bir diğer deyişle sorularınızla ortaya koyduğunuz yönde kuşkularınızın bulunması, yarı yarıya da olsa onların varlığına inandığınızın delilidir. Şöyle diyelim: “Elma mor mudur, kırmızı mı?” şeklinde bir soruduğunuzda, %1 olasılık çerçevesinde kalsa da mor olabileceğini düşündüğünüz anlaşılır; bu soruyu soran kişiye göre “Elmalar belki de mordur”. Sorularınız ile bizim ekole uzak olduğunuz anlaşıldığı için yanıtlarımın sizi tatmin etmeyeceğinden kuşkuluyum.

Sorularınıza geçelim:

1- “Satanist oldugunuz dönemlerde demon denen varliklarla yani düsürülmüs tanrilarla bizzat irtibatiniz oldumu?”
Hiç olmadı. Bir zamanlar (gençlikte) bilinçli negatif varlıkları deneysel bilimsel disiplin içinde aradık… bulamadık.

Bu cinler, varlıklar, şeytanlar gibi ürkütücü şeyleri neden okültistlerden ve onlardan korkanlardan başka kişilerin görmediği, üzerinde durulması gerekli noktadır. Ama nedense bu kadar basit bir soruyu sormak kimsenin aklına gelmez. Şikago’da bulunan Fermilab’a ait Tevatron’da ve Cenevre CERN’deki LHC’de evrenin madde ötesi boyutunda çalışılmaktadır. Bu boyut majikal güçlerin barındığı yerdir; çünkü evrende bilinciniz dahil, her bir şeyin meydana geldiği yer bu katmandır, maji ise evrenin yapısını yeni baştan bükmek anlamındadır. Yani çarpıştırıcılar aslında ortaçağ astralında (hem de insan bilincinden milyonlarca kez güçlü makinelerle) işlemler yapmaktadırlar. Oysa ne tek bir bilim adamı filmlerdeki gibi obsesyona uğramıştır, ne de birdenbire “vahiy aldım” diyerek yeni bir din yaratmaya kalkmıştır.

“Düşürülmüş tanrılar” sözlerini duyunca ise tebessüm etmekten başka şey elimden gelmiyor. Tebessüm eden kişi bir standart fizikçi olsa içinizden “Bir bilim adamı bu işlerden ne anlar ki? Ne de olsa bu konulara inançsız. Beyni farklı çalışıyor” diyecek olabilirsiniz, ama sözlere gülümseyen okültizmin içinden gelen, katre ölçüde bilimsel beyni olmayan bir majisyendir. Alçak gönüllü davranmak adına bir gerçeği görmezden gelmeyeceğim: Ezoterizmde gelecek biziz. (Kesinlikle “gelecek bizim ekol” demek istemiyorum; cümlemi “okült teorilere yeni bilimsel verilerle gerçek biçimler veren” anlamında kurdum.) Bizlere benzeyen majisyenler kazanacaklardır; çünkü çağımızda inanılmayacak kadar çok olan bilimsel bilgileri reddetmemiş, onları kullanmışlardır. Bilimsel veri, denenmiş ve doğruluğu mümkün olduğunca kanıtlamış demektir. Böylesi bilgiler son seksen yılda okült dünyaya perkitilecek yapıdayken bu hazineyi kullanmamak, hala cine/periye bağlanmak, gerçekten yazıktır.

“Joy of Satan” nedir bilmiyorum, ama eğer kitapsa, yazarının hala “meleklerin savaşı” konularına inanması da beni gülümsetir. Ünlü 2001: A Space Odyssey adlı filmde -bebeğin gözleri açık doğması- şeklinde yansıtıldığı gibi, yeni çağda insan beyni gelişmiştir. Bu yapıdaki -1500lü yıllara oranla- daha işlevsel beyinlerin hala 1500lü yılların sözlerini baş tacı etmelerinin suçu okült adlı sistemin baskıcılığında aranmalıdır. (Bir de dipnot: Bu “post-satanizm” diyebileceğim yeni akımların pek çoğu -bence- Müslümanlık inancı oruç, hac, namaz, kurban temelinde sunulup, Allah’a Yahveh kimliği perkitilip durduğu, yani hatalı tanıtıldığı için Allah’a ve dine -belki de haklı olarak- düşman kesilip, hala da iyi niyet ile dolu kişilerden kurulu olabilirler. Unutulmamalıdır ki eğer iyi niyet -yani beyin elektriğinde PE- varsa, inancın adı her ne olursa olsun, kontak kurulan odak tektir.)

Ayrıca “Adem, Havva, yasak elma yemek, yok efendim kovulan Lucifer, kötü yılan” gibi çocuksu konuların kaynağı Tevrat’tır. Fazla söze gerek yok: Tevrat’ın anlattıklarına inanan, Tevrat yazarının doğruları söylediğine inanıyordur. 😉 Dileyen inanır… Biz inanmayız. (İnananlara yönelik küçümsememiz, saygısızlığımız, düşmanlığımız da olmaz. Yapacağım en kötü şey gülümsemekle sınırlıdır.)

2. Çevremde bizzat tanidigim insanlar var ki , insanlarin keçmisini ne vakit yatip kalktigini , ne zaman nerde oldugunu biliyorlar
Günümüzde gelecek ve geçmiş hakkında bilgi verebilmenin bilim temelli iki açıklaması vardır.

a) Özel Göreliğin ortaya çıkarttığı gibi geçmiş ve gelecek bir film şeridi gibi hazırdır. Bazı bilinçler bu şeritte gezinebilmektedirler.
b) Kahin denen kişinin kehanetlerine inanıldığı için sözleri doğru çıkmaktadır. Sözlere inanan, sözler gerçek olduğu için değil, sözlere inanarak gerçekliği kendi inancı ile o biçimde yarattığı için kehanetler gerçekleşmektedir.

(Bu konuda bilgi edinmek adına Fal ve Falcılar adlı yazımı okuyabilirsiniz.)

“Böyle seyleri satanizmdeki demon . Islamiyhetde, kenzül havassdaki cinler vasitasiylami yapiyorlar? Bu sözü edilen varliklar sizin maji egitiminizdeki envokasyon /celp vasitasiyla yapilan seylerin ta kendisimidirmi ?”
Çok doğru. Benim sevgili varlığım (40 yıllık can dostum) dahil tüm antite ve kişisel varlıklar bilinç tarafından, kuantum uzayının kumaşı ile var edilir. Onlar artık hem sahiplerinin kendi, hem de kuantum uzayındaki gerçeklerden parçalardan oluşmuşlardır. Kontak kurulan derin katman mutlak olarak pozitif olduğu için eğer kişi sürekli gireceği sınav sorularını, ya da gizli hazine yerlerini sormuyorsa, gizli hazineler ve sorulardan çok daha değerli (işe yarar) bilgiler verebilirler. Aynı şekilde, kullanılan tanrılar da (tanrı sözcüğü bir majikal değimdir) seçilen sisteme inanan bilinçlerin yarattığı kalıplardır. Asıl üzerinde durulması gerekli nokta, onların bilinçlerinin OLMADIĞI gerçeğidir. Etkin olan bilinç, varlığın sahibinin, ya da majikal sistem büyücülerinin ortak bilincidir.

3- Musallatli sahsa ve ya majisyenin gönderdigi N.E tesirini maruz kalmis sahis Rukye ve ya Kuran ayeleri Nas suresi Ayetel kürsi okununca niye öyle tepki veriyor ? Konusuyor okuyan sahsa hakaretler ediyor .
ETC’a ve QM’a göre hem bilinç, hem de bilincin yaratıcısı olan inanç, çevrede fizik bir EM bir alan yaratır. Obsesyon altında olduğuna inanılan ama aslında beyin EM alanında sorunlar (bu konu derindir ve somut gerçeklere dayalıdır, yani sübjektif temelli değildir) olan kişi ortamdan (yani dua okuyan kişinin inançlarından) etkilenebilir. Sözde pozesyon altındaki kişinin dua okununca büsbütün çıldırma nedeni dua okuyan kişinin beyin elektriğidir.

Sormak istediğim ise “musallat” ya da obsesyon altındaki kişilerin bu tepkileri verdiğini nereden bildiğinizdir. Bu durumları (yani gerçek obsesyon vakasını) izleme şansınız olduğuna inanmam zordur; çünkü hem kilise artık bu vakalara onay verme kriterlerini inanılmayacak kadar yükseltmiştir (yani artık onlar da inanmamakta ve bu kişileri nörologlara yollamaktadırlar), hem de Bülent Kısa gibi bir kişi bile bu vakaları uzun yıllar aradığı halde tek bir tane gerçek olay bulamamıştır. BU yüzden sorunuzda yer alan kuşkuların/inançların kaynağı iddialara fazla değer vermemenizi öneririm.

4- Satanizmde luciferle anlasma yaparsin ve o bu hayatinda senin istediklerini yapar öldükden sonrada senin ruhun onlara hizmet eder bir növ onlarin aleminde yasarsin ama onlardan hemise zeif olursun. Siz acaba bundan korkdugunuz içinmi satanizmi terk etdiniz ?
Satanizmden -açıkça söylüyorum- bir şey elde edemeyeceğimi anladığım için ayrıldım. Ne yazık ki yolun kapalı olduğunu -geriye kaybedeceğiniz şey sadece aklınız olunca- anlıyorsunuz. Bir süreç düşünün, yaptığınız hatalarla bir kez girince bir süre hiçbir şekilde terslikleri engelleyemiyorsunuz. Durmakta olan bir çarkı, zorlaya zorlaya bir kez çevirmeye, hatta hız vermeye başlamışsınız. Durdurmaya çalıştıkça parmaklarınız bile kopabiliyor. Yapabileceğiniz tek şey durmasını -her şeyi kaybederken- beklemekten başka şey olmuyor. Çark durunca verdiğiniz ilk tepki ise basit oluyor: Çarktan uzağa kaçmak…

Dilerseniz şu Şeytan konusunu baştan alalım:

Kişisel görüşüme göre (ki, gerisinde arzu ya da kanı değil, çok uzun yıllara dayalı deneyim, araştırma ve gözlemler vardır) Şeytan denilen şey, evrenin bölünmesi sırasında ortaya çıkan bir frekanstır ve bilinçsizdir. Elektik; akar, ışık yakar, yıldırım çaktırır, alet işletir… hala da bilinçsizdir. Bu eylemleri yapma, yapabilme nedeni trafolar, aletler, kutuplar, eksitasyon yaratan alanlardır. Sadece 50 santigratı gösterme marjı olan bir termometreyi fokur-fokur kaynayan bir suya sokarsanız patlar. Bu durumu “derece bana kızdı”, “su lanetli”, “suda kötülük var”, “derece kötü güçler etkisinde” şeklinde yorumlayabilirsiniz. Ya da 50lik dereceyi 100lük ısıya sokunca oluşan kimyasal reaksiyonları düşünürsünüz. “Kötü ruh girdi” ya da “tanrı beni cezalandırıyor” düşünceleri beyin elektriğinizde yer alıyorsa, bu vibrasyonun frekansı hemen benzeri ile kontağa geçer ve cezalandırıldığınıza veya kötü ruhlarla iç içe geçtiğinize inanacağınız gerçeklikler yaratır. Yakınlarınıza yaşadıklarınızı anlatıp “bak, bunlar oluyor, hala mı inanmıyorsun?” konferansı vermekte olsanız da, hala da ortamı yaratan kendi bilincinizdir.

Biraz daha ileri gideyim: Önceki yanıtlarımda değindiğim gibi, değil şeytandı, düşen melekti, Lucifer’dı, şuydu-buydu; ben bir Yahveh olduğunu bile hiç sanmıyorum. 🙂 Tevrat’ı sizin, benim gibi adamlar yazmıştır. Söz ettiğim frekans beyne girince adama kitaptaki içeriği yazdırır. Bu frekans üst otorite olmaya özendirmesi kadar, üst otoriteye biat etmeye de yöneltir; çünkü dengesiz yapıdadır. Dengesizlik ortamında var olur. BU YÜZDEN sürekli dengesizlik yaratır. Dengesizliği yaratmak adına insan beyninde “zirvelere yakınlık şeklinde” tezahür eder. Kişi zirvelere -hem oraya ulaşma, hem boyun eğme anlamında- yakınlık duymaya koyulur.

Daha basitleştireyim: Bu frekansı yoğun yaşayan beyin hem bir lider bulup ona bağlanır, peşinden gider; hem de diğer yandan lider olmaya soyunur, yeri gelince onun yerine geçer.

Eşit olan ise dengededir. Durgundur. Sakindir. Rahattır.

Rahatlık ise -makrokozmos gerçeği olmayan- mutluluk adlı kavrama en yakın konumdur.

Sözün özü; “İnsanlar dengesiz olsun, kölem olsun” şeklinde arzularla yanan, bunlar adına büyük planlar yapan, dinler indiren bir Şeytan yoktur.

Makroda her şey fiziktir. Ama bu fizik oluşumda hala da bir ilahi esin bulunur. Bazı bilim adamları ile anlaşamadığımız yegane nokta bu son cümledir. (Bilim adamlarının mutlaka inançsız olduğu düşüncesi ise büyük bir yanılgıdır. Ben yakın gelecekte Yaratıcı’nın formülünü bilim insanlarının yazacağına, yani onun varlığını ve iyiliğini en güzel şekilde bilim insanlarının deşifre edeceğine gönülden inanıyorum. Parçacık fizikçileri arasında benzer düşünceler hızla yayılmaya başlamakta olduğu bir gerçektir. Ateistler kongrelerine, karşı fikri savunan bilim adamlarının katılmaya başlaması bu inancıma kanıttır belki de.)

5- “Sizin maji egitiminzdeki celp /envokasyon islemi zamani sizin bozon dediginzi cinler .melekler.ve ya demonlarlami irtibat kuruluyor bunu tek basina yapmak korkulu degilmi dahi P.E celp etsek bile ?”
Öncelikle PE celb edenin korkusu olmaz. Korkunun varlığı NEnin varlığı anlamındadır. İkincil olarak, kontak kurduğunuz esmalar (biz sadece esmalarla çalışırız) bilinçsizdir. (Bu durum, onların gerisinde bir tanrısal bilinç olmadığı anlamında algılanmamalıdır.) Onlar, her insanın yaşamı süresince kontağa girerek kendi evrenini var ettiği kuvvet taşıyıcı parçacıklardır. Maji, onları bilinçli şekilde kullanmayı öğrenmektir sadece. Ve evet; eğer onlarla diğer kişilerin alanına girerseniz, ana alana ters yönlü bir davranışta bulunduğunuz için orası ile (bize göre tanrı ile) kontağınız kopar ve bölünür, yani bölünmüş evrende kalır, yarım yaşarsınız. Bu durum bir uzvun yitirilmesinden çok daha güçlü bir sakatlıktır. Ama hala da ne size ders yollayan tanrılar, ne de size bela yollayan şeytanlar vardır.

Ana alanın (Müslümanlığa göre Allah, paganizme göre Ana Tanrıça-Baba Tanrı, bizlere göre iyicil Yaratıcı, inançsızlara göre derinlerdeki pozitif kuantum katmanı) dışında hiçbir şey (gerçek) yoktur. Kötülüğü, ondan kopan bilinç yaratır. Yani bizden başka şeytan/cin/cehennem aramak gereksizdir. 😉

“Kendim tip egitimi aliyorum bir onkolog olub kanserli hastalarin bazilarini sagaltmak en büyük hayalim umarim majiyi iyi bir sekilde ögrenip N E celp etsem dahil iyi sonuçlara varirim”
Hastaları iyi etmek için maji kullanımı çok ilginç bir erek! İtiraf edeyim, bu yaşıma dek hiç aklıma gelmedi. Biz şifa çalışmasına bile karşıyız ve diğerlerine (hayvanlar haricinde canlılara, yani insanlara kesinlikle) çalışma yapmayız. Ama bir doktorun hastalarına, bilimsel tedaviye ek olarak -belki de uygulayacağı yöntemin işlerlik kazanması adına- maji yapması… Eş deyişle, yapmakta olduğu bir eyleme enerji vermesi…

Çok güzel bir sayfa açmak anlamında bu!

Bir majisyen şifa çalışması yaparsa kadere müdahil olduğu için plana ters düşer, NE celp edebilir. Ama bir doktor hastasına maji yaparsa, zaten onun kaderine müdahil olduğu için, daha doğrusu onun kaderine hayırlı biçimde müdahil olduğu için, NE çekmeyecektir.
Okumayı sürdürün >>


SORUNUZU İLETİN!

Yeni başlangıçlar

Sevgili Janus, umarim bu soruyu gördügünde geç olmaz degerli hocam. (Bunu deme cesaretini daha önceki bir cümlenden aliyorum, senden egitim almaya hazir olmasam da ögrenme hevesimi böyle kucaklamistin) Sihhatli ve iyi olmani dileyerek bir soru soracagim 🙂 Kendim ve diger okuyucular adina. 5 Agustos sabahi benim dogum günüm ve aklima bir soru isareti düstü. En hayirli sekilde dogum günümü nasil karsilayabilirim? Müslümanim, dogum günleri ailem tarafindan Hristiyanlik/Bati özentisi olarak karsilaniyor. Dinimizde dogru karsilanmadigi inanci asilandi. Geri kalan ömrümüzün yeni bir safhasini iyi dileklerle/dualarla karsilamak kötü gözükmüyor bana göre 😀 Bunu din bazli degil de pozitif enerji çerçevesinde biz okuyucularina aktarir misin? Bilgi birikimine, her kafa karisikligimda danisabilme imkanima mütesekkirim. Her zaman iyilikle kal.

YANIT

Sanal öğrencime merhaba!

Soruyu şu şekle sokalım: “Yeni başlangıçlar PE celp etmek adına önem taşırlar mı?” ve ezoterizme her zamanki gibi kuantum mekaniği açısından bakarak (722 Sistemi temelinde) yanıt vereyim.

Yanıt hem “evet”, hem de “hayır” şeklindedir.

Önce “Yeni başlangıçlar PE celp etmek adına neden önem TAŞIMAZLAR?” sorusunu yanıtlayalım:

Doğum günü ve/veya yılbaşı gibi bir yıllık sürecin başlangıcı olan anlarda PE celp ederek, bu enerjiyi bir yıla, (hatta bir haftaya, bir güne bile) yaymanın olanağı yoktur. Evren, nano saniyede, beynimizdeki elektriğin yapısı doğrultusunda yeniden, birbiri peşine gelen süreçlerde, kişi tarafından inşa edilir. (Diğer kişilerin buna dıştan müdahil olmaları imkansızdır.) Eş deyişle kişi beyin elektrik yapısını değiştirdiği anda yeni bir evren kurar, bu yüzden bu duruma “paralel evrene atlamak” adı verilebilir. Ancak ortada (Everett’in “paralel evrenler decoherence, yani “eşevresizlik” ile dağılmaz, hepsi var olmayı sürdürler” şeklindeki Many Worlds Theory’sini bir yana bırakırsak) hazır bir paralel evren yoktur. Bohr’un “evreni ölçüm yaratır” teorisni geliştirerek işin içine bilinci sokan Stapp teorilerine göre “söz konusu evren, kişi (kişi bilinci, ki, buna hayata bakış şekli denilebilir) tarafından var edilmiştir”. (Bu yüzden beyin elektriği belli bir eğitim sonunda iradi şekilde değiştirilebilirse şartlar düzeltilebilir.)

Sözlerimi biraz daha açayım: Yüzleştiği bir sorun ya da haksızlık yüzünden olumsuz duygulara kapılan (örneğin kendine acıyan) ve haklılığını sürekli kendine tekrar ederek adaletsizliklere odaklanan kişi, evrenini yüzleştiği adaletsizliğe paralel biçimde inşa etmeye koyulmuştur. Oysa bu durumu “saçmasapan bir rastlantı” veya “geçici bir kaza” olarak gören ve üzerinde durmayan (kafa yormayan, mutlak sonuçlara ulaşmak adına felsefeler geliştirmeye çabalamayan), beyninde keyif, neşe, rahatlık benzeri duyguları yaratan (yaratabilen, ki, kolay değildir, beyni eğitmekle ilgilidir) kişi, yüzleştiği sorundan kurtulmak adına çözümlerle dolu bir evrene yola çıkmıştır.

Şimdi de “Yeni başlangıçlar PE celp etmek adına neden önem TAŞIRLAR?” sorusunu yanıtlayalım:

Bunun iki nedeni vardır:

1- PE, tıpkı NE gibi geometrik ortalama ile yayılır. Bu durumu farklı bir bakış açısı ile “durmakta olan ve gücümüz ile çevirmeye başlayacağımız bir çark”a benzetebiliriz. Çark ilk başta dönmeye zor başlar, çevirmeye başlamak için güç ister, ama bir kez dönmeye koyulunca aynı gücü vermeyi sürdürürsek giderek hızlanır, ya da daha az güç ile dönmesi sürdürülebilir.

Bu yüzden yeni başlangıç anında, yeni başlangıçların önemine inanılıyorsa, bu istek ile (şevk içinde) celp edilen PE, çarka ilk hızı verecek, döndürmeye başlayacaktır.

2- İnanç, bilinç ile evren yaratma (gerçekliği var etme) eyleminde kullanılan en güçlü yakıttır. Beyinde nöronlar genelde birbiri peşine çakarlar (sinyalleşirler). (AP, bir nörondan komşu nörona atlayarak ilerler.) Oysa inanç, “nöral senkronite” ve “volüm transmisyonu” yaratmaktadır. Yani komşu olmayan nöronlar aynı anda çakmakta, olağandan çok daha güçlü sinyalleşme olmaktadır. Bu enerji ise evrenin istek doğrultusunda daha güçlü şekilde var olması nedenidir.

Bir kişi başlangıç noktalarının PE enerji yaratacağına, bu PEnin bir yıl boyunca etkin olacağına İNANIYORSA (ki, “doğum günüm/ yılbaşı gecesi iyi geçerse bir yıl iyi geçer” düşüncesinin varlığı bunu göstermektedir), o kişi evrenini (gerçekliği) bu yönde yaratacak ve inancının gücüne göre gelmekte olan süreç (örneğin yeni yıl veya yeni yaş) güzel olaylarla dolu geçecektir.

Bu durum aslında maji yapmaktan başka anlamda değildir.

Peki, önemli başlangıç anlarında PE nasıl celp edilir? Tabidir ki neşeli, şen, coşku ve heyecan dolu bir beyin elektriği ile… Ancak başlangıç anından kısa süre önce bir terslik olur, bu elektrik olumsuzlaşırsa, o zaman önerim beyni düşüncelere en az on dakika aralıksız kapatmak (“kapatabildim mi acaba?” diye bile düşünmemek) ve bu başarılırsa evrene (astrala, kuantum uzayına) dağılmaktır.

Okumayı sürdürün >>


SORUNUZU İLETİN!

Kan ve Kurban

Selamlar, bütün site takipçilerinin bayramini kutlarim. (Editörün notu: Sorunun soruluş tarihi 02-08-2020’dir. Yanıt, soru sahibine 04-08-2020 tarihinde gönderildiği halde, yayın sırası yeni gelmiştir.)

Janus, kurban ve genel olarak maji için de sunu benzeri seyler hakkinda ne düsünüyor? Gerçekten bir canlinin kani enerji barindiriyor mu? Daha önceden bir aralar hazretin ilk emrinin ”rahimden ilk çikan benimdir” oldugunu okumustum bir sosyal medya platformundan.

Tesekkürler.

YANIT

“İlk doğan benimdir” kavramı Tevrat’ta yer alır. (Ne “yer alması”? Zırt, pırt tekrar edilip durulur.)

Tevrat, Sayılar 3

13 Çünkü bütün ilk doğanlar benimdir. Mısır’da ilk doğanların hepsini yok ettiğim gün, İsrail’de insan olsun hayvan olsun bütün ilk doğanları kendime ayırdım. Onlar benim olacak. Ben RAB’bim.”

[Buradaki Rab ismini -bize göre- Müslümanlığın tek tanrısı Allah sanmak hatadır. Orijinal Tevrat’taki isim Yahveh’dir. Bana “Özel ismin tercüme mi olurmuş?” diye sormayın, ben de anlayabilmiş değilim.]

Göklerdeki hazret, kurban isteyen (hatta bayramdan bayrama değil, sürekli kurban isteyen) bir tanrıdır. Ama Müslümanlıktaki gibi kurban istemesinin ana nedeni açları doyurmak, yani PAYLAŞIM değildir; kurban etlerinin yenmesi yasaktır. Etler yakılmalıdır! Yahveh, çıkan kokuyu (yanık kokusunu) istemektedir.

Tevrat, Çıkış 29

18 Sonra koçun tümünü sunağın üzerinde yak. Bu RAB’be sunulan yakmalık sunu*, RAB’bi hoşnut eden koku, O’nun için yakılan sunudur.
25 sonra ellerinden alıp sunakta yakmalık sunuyla birlikte beni hoşnut eden koku olarak yak. Bu, RAB için yakılan sunudur.

(Yahveh’nin yanık kokusu istediği hakkında onlarca ayet vardır; yukarıdaki iki ayet sadece örnek olarak alınmıştır.)

Bana sorarsanız yakılma şartı, etlerin yenmemesini sağlamak içindir; çünkü Musa kavminin et, hatta sebze yemeleri YASAKTIR! Bilinir: “Efendim siz şöyle seçilmişsiniz, böyle büyüksünüz, size şahane bir ülke vaat ediliyor” lafları ile kafaya alınan ve aralarında soy bağı olmayan mevsimlik göçer işçiler Mısır’dan çıkartılırlar. Bunun ardından vaat edilen toprak-moprak bulamaz, çevredeki uygar ülkelere saldırıp dururlar… ama geri püskürtülürler. Kırk yıl boyunca topraksız halde çölde dolaşmak zorunda kalmışken sadece manna adı verilen ve ne olduğu anlaşılamayan bir şeyle beslenmek zorundadırlar. Çağımızda hiç kimse üzerinde durmaz, buralar hep “es geçilir”, ama ben dile getireyim: Yahudiler (hatta ülke kurulduktan sonra başa geçen Yahudi krallar) Yahveh’e sürekli, yüzyıllar boyunca isyan etmişler, Ana Tanrıça inancına dönmek istemişlerdir.

Tevrat, Sayılar 21

5 Tanrı’dan ve Musa’dan yakınarak, “Çölde ölelim diye mi bizi Mısır’dan çıkardınız?” dediler, “Burada ne ekmek var, ne de su. Ayrıca bu iğrenç yiyecekten de tiksiniyoruz!”

Tevrat, Yeremaya 44

17 Tersine, yapacağımızı söylediğimiz her şeyi kesinlikle yapacağız: Gök Kraliçesi’ne buhur yakacak, atalarımızın, krallarımızın, önderlerimizin ve kendimizin Yahuda kentlerinde, Yeruşalim sokaklarında yaptığımız gibi ona dökmelik sunular dökeceğiz. O zamanlar bol yiyeceğimiz vardı, her işimiz yolundaydı, sıkıntı çekmiyorduk.
18 Oysa Gök Kraliçesi’ne buhur yakmayı, dökmelik sunular dökmeyi bıraktığımız günden bu yana her yönden yokluk çekiyoruz; kılıçtan, kıtlıktan yok oluyoruz.

Müslümanlık tek tanrısı Allah ise -yine sürekli göz ardı edilse de- Yahveh gerçeklerine bütünü ile ters duruştadır. Örneğin Allah’ın kurbanın kanı ile ilgisi (hatta isteği) olmadığı Kuran’da apaçık yazar.

Kuran, Hac 37

Onların (kestiğiniz kurbanların) etleri ve kanları kesinlikle Allah’a ulaşacak değildir; lâkin O’na sizden takva ulaşabilir.

Takva, dinsel literatürde “günahtan kaçınma” anlamındadır. Günümüzde elde edilen bilimsel bilgiler bazında bir yaklaşımla buna NEden uzak durmak denilebilir. Özetle
Allah, kurban edilen hayvanların etlerinin, derilerinin vb. ihtiyaç sahiplerine ulaşmasını isterken, kan ile (buna can alma diyelim mi?) ilgisi olmadığını da söylemektedir.

Yukarıdaki bilgilere sahip olan pek çok kişi kişisel istekleri elde etmek için Allah adını kullanarak hayvan öldürmenin; dahası, kanını tene sürmenin, aslında nasıl bir alan ile kontak anlamına geldiğini görebilir. Ama bu güzel ayet ve benzerlerinden algılanabilecek gerçek Müslümanlık genelde gölgededir. Kurban bayramları mevsimlik et gereksinimini (“hem ziyaret/hem ticaret” mentalitesinde) elde etme peşinde olan kişilerin ortamına dönüşmüş gibidir. Oysa -kişisel görüşümdür- etlerin genelini ihtiyaç sahiplerine verilmemesi kurban olayını en ilkel pagan şekle (örneğin Aztek, Olmek benzeri mezoamerika inançlarının kan akışını öne çıkaran kanlı kurban ayinlerine) sokmak anlamındadır.

Şimdi dinsel ortamdan majikal ortama geçelim:

Kanda, iddia edildiği gibi, yaşamın özü olduğu için kullanılabilecek bir enerji var mıdır?

Güldürmeyin beni tanrı aşkına! Kanda yaşamı var eden enerji varsa, ölüye kan verince canlanması gerekir. Kan, yaşatıyor olsa her hastaya sürekli kan verilir ve sağlık var edilir. Dahası, kan sağlığı bozabilmektedir de! Bu nedenle belli aralıklarla kan bağışlanması (eskilerin “hacamat” olayı) sağlık verici bir eylemdir.

Kan ve maji arasında bağlantı kuran Ortaçağ safsataları -üzülerek söylemem gerekir ki- okültizmi tek ellerine almış NE içeren bilinçlerin pek sevdiği sözlerdir. Bu kişilerin düşkünlüğü şu düşüncedir aslında: “Canlıyı öldür, enerjisini al, canının istediği gibi kullan, büyük adam ol.” Söz konusu yaklaşım; diğerinin üstüne çıkmakla önem, hatta güç kazanacağına inanan, üste çıkınca var olabileceğini (acı ve kayıptan kurtulabileceğini) düşünen, buna inandırılmış bilinçlere çok uygundur. Söz ettiğim kişiler “tanrılar kan ister” ve buradan türetilen düşüncelere sinek kağıdına yapışan sinekler gibi üşüşürler; “çamurda pataklar, çıkamazlar” (cümle bana değil, beyaz büyücü olan kadim bir hanım dostuma aittir). Cümleyi tercüme edeyim: Küçük ama çok tehlikeli enerjilerle donattıkları dünyada, düşler içinde, ürkütücü acılar şeklinde ödeyecekleri bedel karşılığı kendilerini eğlendiriler.

Yaşam; kan ile en küçük ilgisi olmayan bilinç ile, daha doğrusu “ruh adlı dalga fonksiyonundaki varlığın parçacık şeklinde çökmesi ile” var olur. Kan, pek çok şey gibi bir detaydır.

Kanın akışı da, kalbin atışı da ölüm anında durur… bilinç (gerçek yaşam) yok olmaz.

Gerçekliği kan değil, bilinç var eder. Ve en önemlisi: Kimsenin bilinci, kendi izin vermedikçe, majide kullanılamaz.

Kara büyücünün gücü, kesip doğradığı hayvanlarda değil, hedefindeki kimseyi (ya da kitleyi) “pek güçlü bişi” olduğuna ikna etmesindedir (yani kendinden korkutmasındadır). Standart okült; gizem ve karanlık diye ad taktıkları NE ortamı yok olursa var olamaz. Bilinen, anlaşılan, ortada olan ise insan beyni tarafından algılanabilir. Algılanan, kişisel bilinç tarafından yorumlanır ve ihtiyaçlar doğrultusunda, gerektiği gibi kullanılır. Ama ortada kullanılacak şey yoksa yapılması gereken GİZLENMEKTİR. Bu nedenle, bu gibi (sözcük ağır olacak ama içimden geliyor) “showman”ler yüzünden, maji olumsuz kılıfını atamamakta, insan kullanımına sunulamamaktadır.

Yine farklı bir konuya geçelim ve soralım: Kan denilen şey nedir? Gerçekte bir önemi var mıdır?

Kan denilen şey aslında hemoglobindir ve evet, majide yeri, hem de önemli bir yeri vardır.

(Aşağıdaki bilgiler Manyetik Maji eğitimden alıntılanarak kısaltılmıştır.)

Bazı okültistler kanda demir olduğu için manyetik alandan (örneğin mıknatıstan) etkilenmesi gerektiğini düşündükleri için kanı sağlık yaratma ve/veya celp ve teshir konularındaki çalışmalarında uzun yıllar kullanmışlardır. Oysa zaman içinde bilim geliştikçe kandaki hemoglobinin manyetik olmadığı (diamanyetik olduğu) ortaya çıkar! (Zaten manyetik olsa insanlar MRI -manyetik rezonans- makinesine giremezler.) Böylece kan ile manyetizma çalışmaları yapan ve çalışmaların başarılı olduğunu öne süren okültistlerin yalancı konumuna düştüklerini söylemeye gerek yok…

Yıllar geçer, tarih 1930’a gelir ve fizikçi Rongjia Tao (Temple University of Philadelphia) ile Medikal fizikçi Ke Huang (University of Michigan) tarafından yepyeni bir keşif yapılır: Hemoglobin oksijen taşımadığı zaman paramanyetiktir!1 Kan akışı manyetik alanla aynı yönde olduğunda hemoglobin manyetizma kazanmaktadır! Tüm vücut MRI makinesindeyken bu etki aynı olmamaktadır, çünkü kan damarlarında kan farklı yönlerde hareket etmektedir. Özetle kan, manyetizma ve/veya sağlık oluşturma konularında da kullanılabilecek kadar manyetiktir. (Maji Manyetik eğitiminde aktarılan pratiklerde de kullanılmaktadır.)

Ancak kurban geleneğinin var edicisi olan “kandaki yaşam gücü” ya da “kandaki gizli enerji” şeklinde yorumlanan kuvvet ile “manyetizma” birbirinden tamamen farklı şeylerdir. Manyetizma, birleştiren bir kuvvettir, bu yüzden anaerkide (anaerkil okültizmde) kutsaldır. Bir canlının yaşam hakkını -hayatta kalma gerekçesinden başka bir nedenle- elinden aldığınızda ise kandaki manyetik etkinin sağlayacağından mislilerce fazla NE celp etiğiniz için kanın çalışmaya hiçbir olumlu katkısı olamaz.

 


 

DİP NOTLAR

[1]

 

Manyetik alan etkisi altındayken manyetizasyon davranışı gösteren maddeler. Manyetik alan sona erince önceki durumlarına dönerler; mıknatısa dönüşmezler.

disability (Engelli olmak)

merhaba sevgili janus, bir müslüman olarak seni uzun zamandir keyifle takip etmekteyim. öncelikle zengin içerikli paylasimlarini, bilgilerini bizimle paylastigin için tesekkür ediyorum. islam’la ilgili farkli bakis açilari kazandim sayende, zihnimde birçok pencere açtin. bilhassa pandemi döneminde burada vakit geçirmek bana çok iyi geldi.

soruma, daha dogrusu sorunuma gelecek olursak… dogustan fiziksel engelliyim, yürüyemiyorum. çocuklugum da dahil olmak üzere geçmise baktigimda mutlu bir birey olamadigimi, bu konuda basarisiz oldugumu görüyorum. astrolojiyle ilgili paylasimlarina da nispeten hakimim ve kuzey ay dügümü oglakla ilgili söylediklerin birebir beni yansitiyor diyebilirim. engelimden ötürü zaman zaman eve tikilmak zorunda kaliyorum ve günes burcum yay, bununla birlikte iki tane daha yay var horoskobumda ve evde kalmak beni kelimenin tam anlamiyla boguyor. ama napsam kabugumdan çikamiyorum, engelimin bana engel oldugunu hissediyorum.

üniversite sürecimde birine asik oldum ve bir seyler uyandi içimde. sonra korktum, daha da içime gömüldüm ve kadinsal anlamda potansiyelimi ortaya çikaramadim. iyice depresif bir hale büründüm ve üniversite egitimim yarida kaldi, kendimi derslere veremiyordum.

kuzey ay dügümü oglak için kurtaricinin “kariyer” oldugunu söyledin; ancak ben bu kadin kimligimi ortaya çikaramadigim sürece, yani kendim olamadigim sürece ne kariyerimde ne de sosyal hayatimda basarili olamayacagimi görüyorum.

senin gözünden, bir engel nasil asilir? her seye sifirdan baslamak, yeniden sevdigim bir alanda lisans egitimi almak istiyorum, bir yandan da para kazanmam lazim ama evden çikamamam için evdeki asansörün bozulmasi yetiyor, birilerine muhtaç kalmaktan sikildim iyice. yorumlarini bekliyorum, sevgiler.

YANIT

Kendinizi bir kadın olarak eksik görmeniz belki de pek çok sıkıntının başlangıcıdır; ataerkide sürekli gömülse de, cinsel kimlikteki denge, keyif ve doyum pek çok sorunun engelleyicisi olabilir. Size, engellilik ve cinsellik hakkında duymanız gerektiğine inandığım bir görüş, bir de anı aktarayım:

1- Engelli olmak ve seksi olmak kişiye olağan insanlardan daha fazla hayran kazandırabilir! En azından hayran kişilerin duygu/hayranlık/bağlılık/tutku yoğunluğu, olağan kişilerinin elde ettiğine oranla çoğu zaman fazladır.

Şöyle açıklayayım: Ataerki yine -ayıp/yasak/sapıklık/manyaklık- şeklinde empoze etse de nedenleri bilinemeyen şekilde bazı kişiler (hanım olduğunuz için erkekler diyeyim), bazı erkekler, engelli insanlara farklı bir arzu duymaktadırlar. Porno sitelerdeki midget ve ampute gibi linkler olması buna delildir. Bu kişiler -engelli hanımlar kendilerini eksik gördükleri ve kenarda kaldıkları, yani cinselliklerini sergilemedikleri için- eş bulamamaktadırlar. Aynı nedenlerden dolayı hem engelli, hem cinselliğini yoğun yaşayan hanımlarla karşılaşınca bağlılıkları, tutkuları, arzuları normal bir erkekten fazla olmaktadır. Az olan daima değerlidir. Bu nedenle hiç çekinmeden -arzuladığınız ölçüde- cinselliğinizi (güzel yerlerinizi) sergilemekten geri durmayın. Birileri beğenecek… hem de pek çok beğenecektir. 😉

2- Erkekler mükemmel fiziklere sanıldığı kadar bağlı değillerdir. Aşkı için intihar edilen hanımların pek azının benzersiz güzellikte olduğu bilinir. Albenisi olmayan nice hanımın çok hareketli ve eğlenceli aşk hayatı olduğunu uzun yaşamımda bizzat müşahede etmişimdir. Bağlılığın nedenleri nadiren görseldir. Çekim ve bağlamayı yaratan bütünü ile karakter ve sekse/hayata bakış açısıdır. Erkekler, her normal insan gibi, yaşamlarını kolaylaştıracak ve eğlence katacak hanımları genelde çekici görürler (bulurlar değil, basbayağı görürler, güzel olarak algılarlar). Zaten çekim salt görselliğe dayalı ise ilişki -göz alışkanlığı nedeni ile- ömürsüz olur.

İzninizle kendimden örnekleyeyim ve konuya “Kesinlikle ampute hanımları çekici bulan kişilerden değilim” diyerek gireyim. On yıl kadar önce yaşadığım apartmanın yanındaki apartmanda, evimin balkonuna paralel balkonda bir hanım vardı. Sabahları balkonda oturur saçlarını taradı. Akşamları eve döndüğümde onu yine oturur görürdüm. Çok güzel saçları vardı. Ona Rapunzel adını takmıştım. Giderek bakışlarıma karşılık vermeye başladı. Sonbaharda cesaretimi toplayıp işaretle telefonunu istedim.

Verdi! 🙂

Telefonda konuşmaya başladık. İletişim samimileşince onu görmek istediğimi söyledim. Beni evine davet edince soluğum kesildi. Hiç abartmıyorum, daire kapısına -romanlarda yazdığı gibi- nasıl vardığımı bu gün hala anımsamıyorum. Öyle bir heyecan, hatta hezeyan içinde kapısını çaldım. Açtı.

Hem yaşlı, hem engelliydi.

Dahası, bacakları estetik diyemeyeceğim yapıdaydı. İki koltuk değneğine dayalı, büyük bir güçlükle yürüyordu.

Birisi yüzüme yumruk atmış gibi oldu. Hayır, düş kırıklığı değil, anlayamadığım bir duygu kombosuydu yaşadığım. İçimdeki hayranlık sanırım o zaman sevgiye dönüştü. Her şeyi unutup önünde diz çöktüm ve beline sarıldım. Ampute hanımları çekici bulan erkeklerin nasıl duygular taşıdığını belki de biraz hissettim. Acıma kesinlikle değil, beğeniye eklenmiş bir şefkat… hatta -bilmem söylemem doğru mu- kendimi olağandan güçlü görme durumu, sadece erkeklere özgü olan ve “bir kadını taşımanın vereceği zevk” şeklinde yorumlanabilecek içgüdünün görece kolay elde edilecek olması.

Güzel bir ilişkimiz oldu. Uzunca sürdü… Oğulları -haklı olarak- bana güvenemediler, ilişkimizi bu gibi durumlar bitirdi, onun engeli değil.

Ve bu hanım, o hali ile yaşamı boyunca çalışmıştı!

Demek istediğimi anladığınıza eminim, ama yineleyeyim: Engelli olmak; beğenilmek ve aşk yaşamak adına asla engel değildir. Engel, kişi tarafından, ataerkil sistem aracılığı ile beyninde var ettiği alandır.

Dişilik ve erkeksilik kesin-be-kes söylüyorum, beyin işidir. Önce cinselliği, ikinci olarak insan adlı canlıyı, üçüncü olarak hayat adlı süreci ilginç, heyecan verici, hoş, eğlenceli gibi kavramlar kapsamında görüyorsanız beyninizdeki alan sizi çekici kılar. Belki bir film yıldızı kadar hayranınız olmaz, ama kimse sizin nice film yıldızından daha kaliteli ve doyurucu ilişkiler yaşamayacağınızı söyleyemez.

Ataerkil yalanlar ise belli zirveler gösterir; iddiaya göre orada olmayan mutlu olamayacaktır; orada olan mutlu olacaktır. Bu zirveler gençliktir, güzelliktir, idealize edilmiş fiziktir (ki, bu model her yirmi yılda bir değişir), zenginliktir, zekadır, hayranlık uyandırmaktır… insanlar mutluluk adına illa ki empoze edilen zirvelerden birinde olmalıdır.

Oysa Fransa, anti-depresan kullanımında dünya birincisidir.

Anaerki halkı (olağanı, hatta sıradanı) yüceltir, ekabirleri değil. Buna rağmen halkı da mutlak şekilde yüceltmez; insanların “küçük” yaşamlarda DA, büyük yaşamlarda DA keyif ve doyum içinde yaşayabileceklerini savunur.

Keyifli ve doyurucu bir yaşamı ASLA şartlar değil, rahat bir beyin elektriği var eder.

Beyinden öte hiçbir belirleyici yoktur. QM, ETC, QED gibi alanlarda ortaya atılan dev teoriler insan adlı varlığın yüzyıllarca pozitivist (erkeksi) düşünce sistemlerinin iddia ettiğinden bambaşka gerçeklerle ilgili olduğunun ortaya çıkarttı. Psikolojinin üzerine kurulduğu bilinç yapısının (bilinci, duygusuz nöron çakışlarına bağlayan determinist görüş) gün-be-gün demode ve eksik sayıldığı bir çağdayız. Beyninize güvenin, tipinize değil. 🙂

Diğer bir konu, evden çıkamamak… Bu konuda BİR ÖLÇÜDE haklısınız. Rahat hareket edememek bir handikaptır. Ancak bu dünyada her bir insanın kendine özgü bir “büyük derdi” (büyük engeli) vardır. Bu büyük dertlerin pek çoğu sizinki gibi apaçık izlenebilen değil, beyni gizliden gizliye yakıp kavuran oluşumlardır. Nice sapasağlam insanın evden çıkamadığı, çıksa bile yaşama karışamadığı bilinir. Bu oluşumlar temizlenemezse kişi cehennemi makroda yaşar. Genelde temizlenemediği için felek, yani dünya, kahpe sayılır; hayatın yollarının sarp ve dikenli olduğuna inanılır. Oysa bu illüzyonları sadece aldanmış beyin yaratmaktadır.

Yine kendimden örnek vereyim: Beni büyük derdimi her öğrenenin önce yüzüne panik duygusu gelir; ömrüm boyunca biraz da düşüncesiz olan, ya da boş bulunanlardan “Senin yerinde olsam intihar ederdim” sözünü duymuşumdur. Haklı olabilirler. Ataerkil pencereden bakınca… e, valla büyük derttir. Oysa bu büyük dert bana gayet heyecanlı bir hayat ve tıkır-tıkır nakit para kazandırmıştır. 😀

Sizin sorununuz belki de size 100 üzerinden 60 puanlık acı veriyordur; oysa seksi ve kolayca evden çıkabilen komşunuz belki eşi, belki aşkı, belki çocuğu, belki işi, belki de kendi kendine yarattığı saçma sapan şeyler yüzünden (örneğin “panik-atak hastasıyım”, “depresyondayım”, “yalnızım”) 80 puanlık acı çekmektedir.

Eğer bir beyin -şartlara takılmadan-

  • kendini eğlendirmeyi biliyorsa,
  • sürekli KENDİNİ ALDATMADAN, İÇİNDEN GELEREK her şeyi iyi tarafından görebiliyorsa,
  • bu güzel huyunu tembellik etmek anlamında kullanmıyorsa,
  • zorlukla karşılaşınca -kendini sıkıp paralamadan- üzerine gitmeyi beceriyorsa,

böylece yayılan EM frekansı, giderek celp ettiği alan ile (buna paganistseniz Ana Tanrıça ya da Baba Tanrı, değilseniz bir kuantum alanı, sizin gibi Müslümansanız Allah-ü teala diyebilirsiniz) senkronize olur ve sorunların olmadığı paralel evrenlere geçiş yapmaya başlar.

Paralel evrenlere geçiş, kendini bambaşka şartlarda (farklı bir hayatta) bulmak demek değil, içinde yaşanan olağan şartların kendi kendine sürekli iyiye gitmesidir. Ama dediğim gibi, bunu tetikleyecek olan
cesaret,
dayanıklılık,
azim,
inanç ile
zorlu şartlarda o “keyif/eğlence/hoşluk/neşe” şeklinde özlenebilecek süredurumu yaratmaktır.

Çok iyi bilirim, göğüs göğse bir çarpışmadır bu. BU çarpışmaya girmeden, bir lahza olsun “Ben haklıyım işte, şartlarım zor, derdim büyük!” dediğiniz anda, evet, haklı olsanız bile, batmaya başlamışsınızdır. Maharet, o zorlu şartlarda, sizi belinizden batağa çeken vantuzdan kopup kurtulmak adına zorla da olsa, yukarıdaki duyguları YARATMAKTIR.

Duygular yaratılabilir! Daha doğrusu, duyguları yaratmak öğrenilebilir! BU başarıldığında gerisi kendiliğinden gelecektir.

Zorlamak… Kendini zorlamak… Zar-zor değil, İSTEYEREK ZORLAMAK… “Haklıyım” diye çamura yatmamak. İşin sırrı budur bence.

“her seye sifirdan baslamak, yeniden sevdigim bir alanda lisans egitimi almak istiyorum,”
Süper! Hiç durmayın.

“birilerine muhtaç kalmaktan sikildim iyice.”
Hepimiz birilerine muhtacız. Ataerkinin baştan sona palavra “özgürlük” kavramına sakın kanmayın. Ne özgürlük vardır, ne de başkasına muhtaç olmamak. Siz somut şekilde birine gerek duyuyor olabilirsiniz; nice kişi söyleyemeden bir diğerine muhtaç olmakta; öyle ki, ona ulaşamadığı için -kimi zaman- hayatına son verecek kadar muhtaç olmaktadır.

Çalışmayan ve ekonomik özgürlüğü olmayan hanımlar kocalarına, çalışan hanımlar kocalarından çok, “bir pis herif” bile olabilecek bir patrona muhtaçtırlar. Patronlar, iş yaptıkları müşterilere, işçilere… Politik liderler vatandaşa… Krallar çeşnici başına…

[İnancımızda yer alan, fikir sorduğumuz şahane bir beyedendi olan bir ağabeyimiz (benden genç ama kendini benden yaşlı sanıyor:) ) Amerika’dan salgın nedeni ile binbir güçlük ile ülkeye geri döndü, karantina sonrasında bir süreliğine bize geldi ve konuk oldu.

Güzel günlerdi, ama büyük bir sorun da vardı: Dar asansörümüze yalnız başına binemediği için her dışarı çıkışta yanında birimiz olmak zorundaydık. 🙂 O bilgeliğe, o derin beyne rağmen o hala da birilerine muhtaçtı.]

Bu durum bir felaket değil, olağan bir yapıdır. İki bacakla yürümek, ağız ile su içmek gibi… Evet, uçmak, yürümekten kolaydır. Ama uçmak kafaya takılırsa yürümek olağandan ağır gelmeye başar.

Kabul; sizin “başkaları olmadan olamama” durumunuz belki biraz daha görünürdür. Ama özgürlük palavralarını aşarsanız, başkalarına biraz daha bağlı bir yaşamda, kendi geliştireceğiniz özgün yanlarınızla, bağlı olduğunuz kişileri farklı şekilde size bağımlı hale getirebilirsiniz.

Stephen Hawking’in sözünü anımsayalım: “Belki sizinle sadece bir bilgisayar aracılığı ile konuşabiliyorum ama beynim belki de sizlerden özgür. En büyük düşleri ben kuruyor, en büyük soruları ben soruyor, onları ben yanıtlıyorum.”

Okumayı sürdürün >>


SORUNUZU İLETİN!

Aynalar

Benim sorunum aynalarla. Ne zaman aynaya baksam kötü hissederim, depresif olurum. Bu yüzden gerekmedikçe aynalarin önünde durmaktan hoslanmiyorum. Aynalar PE’lerimizi emen bir nesne midir yoksa sadece kendi gerçekligimizi karsimiza aldigimiz için mi böyledir?

YANIT

Bu konuda herhangi bir araştırmamız yok. Fakat bildiğim şu ki, hiçbir şey PEyi ememez, etkileyemez, yok edemez. Ters huylu, geçimsiz, olaylara olumsuz açıdan bakan, kalp kıran kişilerin çevrelerine NE yaydıkları söylenir. Doğrudur… yayıyor olabilirler. Ama önemli olan bu yayılmacıların bir yere sızıp sızamayacağıdır. Onlar -doğanın hayalet parçacıkları olan nötrinolar gibi- içimizden geçip giderler. Beyinde benzer frekans (NE) yoksa, gelen radyasyon frekansının etkisi olmaz. Kimse, ya da hiçbir şey bize dokunamaz. Zaten şöyle düşünelim: Eğer aynalar enerji emiyorsa, sürekli aynaya (kendilerine) bakarak çalışan balerinlerin, dansçıların, aerobikçilerin vb. son derece bahtsız kişiler olmaları gerekirdi.

Sorunuzu yanıtsız bırakmamak adına aklımda olan bilgileri paylaşırsam belki size bir ilerlemek adına bir kerteriz noktası yaratabilirim.

1- İtiraf etmem gerekir ki aynaya bakmayı çok seven biriyim. Evimde, yatak odamda, birden fazla ayna var ve bunların hepsi eğlence 😉 amaçlı değil. Ancak Pozitif Enerji adlı eğitimimizi yaratan arkadaşımız -ki, bu hayatımda gördüğüm tek mükemmel (PE taşıyan) kişidir- bu huyuma kızardı. Oysa kolay kolay kızmayan biri idi. Kişilerin davranışlarını asla eleştirmez, akıl vermez (sorulsa bile zor görüş bildirir), benimle aynalar konusundaki sözlerinde kullandığı ses tonunu hiç kimseye kullanmazdı.

2- Halk arasında aynaya çok bakanın çabuk yaşlandığı mealinde bir inanç vardır.

3- Batı kültürü dahil birçok kültürde ayna kırılması uğursuzluk olarak yorumlanır. Uzun bir yolculuğa tam çıkarken bir ayna kırdığımı ve o yolculukta ciddi bir kaza geçirdiğimi; daha önemlisi, o zamanlar ayna kırılmasının uğursuzluk olduğuna inandığımı belirteyim. Artık böyle bir inancım yok ve aynalarla haşır-neşir olduğum için defalarca ayna kırdım ve hiç bir şey olmadı.

4- Kimi falcılar geleceği sadece black mirror ile görebilirler.

5- Okültizmde aynaların diğer aleme kapı olduğu hakkında bilgiler bulunur. Bülent Kısa’nın ünlü varlığı Saki -ki, Bülent bazı tebliğleri (yani seansta yaptıkları konuşmaları) bana dokuman olarak getirirdi- aynalardan geçilebileceğini sıklıkla söylemiş, ama bunu Bülent dahil pek çok kişinin yapamayacağını eklemiştir.

6- John Carpenter’ın yönetmenliğini üstlendiği 1987 yapımı Prince of Darkness filminde bu konu ana temadır. Şeytan, aynalardan geçilerek gidilen bir mekandadır (detay vermeyeyim).

Bu bilgileri sentezlediğinizde -eğer teoriler doğru ise- belki de siz aynaların ardındaki bir yeri görüyor, hissediyor, ya da seziyor olabilirsiniz. Duygularınız olumsuz olduğuna, oradaki yer/şey/alan vb. size göre olumlu olmayabilir.

Ben ise arkadaşımızın uyarılarına rağmen aynalardan vaz geçemdim ve bir rahatsızlık görmediğimi şöyleyebilirim. Bana göre son sözü söyleyen kişisel algı gücü (kabaca 6. his) ve bakarken beyinde var olan beyin elektriğinin yapısıdır.

Ben -her şeyimi yitirdikten sonra zorlukla öğrendiğim anaerkide- hayatı hafife almayı becerebilen kimselerden olduğum için aynaya bakmayı önermekteyim. Benim gibi görselliğe değer veren, görsel açıdan kendini geliştirmek isteyen, çevreyi bir anlamda süslemeyi, bakan gözlerde hoş duygular yaratmayı seven kişilerin vaz geçemeyeceği bir dosttur aynalar; çünkü kendimizi onlarsız görmemize olanak yoktur.

Hemen önemle altını çizeyim: Karizma, cinsel çekicilik, celp ve teshir gücünün kesinlikle dış görünüm ile ilgisiz yoktur; bunları beyin EM alanı var eder. Ama görsellikte elde edilen başarıları izlemek için aynaya gerek var… ve başarılar daima PE yarattıkları için karizmayı da arttırırlar.

Rahatsız oluyorsanız,

Okumayı sürdürün >>


SORUNUZU İLETİN!