REENKARNASYON ve KUANTUM – 4. Bölüm: QUANTUM ELECTRODYNAMICS (QED – Kuantum Elektrodinamiği)

(Bu yazıda QED, reenkarnasyonun varlığını doğruluyor olabilen üç konudan biri bağlamında ele alındığı için (temel konu reenkarnasyon olduğu için) yazı, QED hakkında özgün bir makale değildir.)

“QED, son yüzyılın (tabidir ki kuantum mekaniğinden sonra, çünkü kuantum mekaniği branşıdır) en büyük ve güçlü teorisidir. Bu teori Einstein’ın -kuantum mekaniği gerçekleri ile bir türlü uzlaşamayan- Özel Rölativite’si ile kuantum kanunlarını uzlaştırmıştır” diyerek konuya girelim ve bu “baba” lafları biraz anlaşılacak hale sokalım.

Önce elektrodinamik ne demektir, onu hatırlayalım: “Elektrodinamik, makrokozmosla ilgili (mekanikle ilgili) bir branştır ve sözcükteki ‘elektro’ lafından anlaşılabileceği gibi elektriğin (elektrik akımının) manyetik alanlar ile ilişkisi hakkındadır.

Şimdi de kuantum elektrodinamiğine gelelim ve onun ne olduğunu çeşitli cümlelerle anlatmaya çalışayım:

QED;

  • elektrodinamiğin kuantum alanlarında nasıl işlediğini,
  • kuantum seviyesindeki parçacıklar arasındaki etkileşim ve parçacıkların başka parçacıklara dönüşme dinamiğini,
  • ışık ve madde arasındaki etkileşimi,
  • klasik EM’nın kuantum karşılığını
  • klasik ED’in kuantuar, bu nedenle de kuantum mekaniği prensipleri ile açıklanacağını

gösteren bir bilim dalıdır.

Yukarıdaki “meraklısına” girişten sonra sözleri gündeliğe çevirerek durumu anlatmaya başlayayım.

Einstein ışıktan pek bahseder (Özel Rölativite zaten bu konudadır), her şeyi ışığa bağlar ve sonunda çaktırmadan işi “evren ışık hızı kontrolundadır” demeye getirir. O zamanlar alkış sesleri yeri-göğü inletir.

(Oysa yepyeni bulgular -biz garip insanoğlu ve Dünya planeti canlıları becermesek de- bazı şeylerin bal gibi ışık hızını geçebildiğini ortaya koymuştur. Evrenin sınırında ışık hızını geçen bir hızda dağılması, quantum tunnelling, quantum entanglement benzeri gerçekler buna örnektir.)

Özel rölativite biraz cool’dur; masal evreninin yasaları ile uzlaşmamakta, kafasına göre takılmaktadır.

Eskinin gece geç saatlere dek çalışan uzun sakallı müneccimlerinin, ya da uzak diyarlara yalın kılıç akın tazeleyip oralardan sihirli iksirler getiren kahramanlarının modern versiyonları olan bilimciler gecelerini gündüzlerine katarlar ve QED’i keşfedeler. (1928de Dirac tarafından ilk kez ortaya atılmış, günümüzde 1948de Feynman tarafından geliştirilmiştir.)

Bilim adamları geçimsiz tiplerdir, kolayca anlaşamazlar (şaka ediyorum tabi ki, bilimin doğasında kuşku temeldir ve bu iyi ve doğru bir şeydir); ama iş QED’e gelince hepsi neşe içinde kol kola girip şampanya patlatacak kadar ortak görüştedirler…

QEDin keşfi bir bayram günüdür.

Feynman QED için The jewel of physics demektedir.

Peki, tamam; QED, elektrodinamiği kuantum alanına taşır, bayram yaptırır, mücevherdir, ama bize bundan nedir?

QED, iki dünya (Einstein’ın makrokozmosla ilgili teorilerinin dünyası ile kuantum mekaniğinin dünyası) arasında bir bağlantı olduğunu ortaya çıkartan (hem de kolay görsellerle gösteren) en “sıkı” kuantum branşıdır.

İki dünya dediğimiz dünyalardan mikrokozmos, bizim evreni (ve de dolayısı ile bizleri, her şeyi) meydana getiren diyar olduğuna göre asıl alem, yani asıl ülkemiz, bizi var eden mekandır. Kalbimiz durup kan pompalamaya son verince, makrodan ayrılır, kendimizi orada buluveririz. Aslında mikrokozmos, o yüce gerçekliğin giriş kapısıdır. (Söz konusu “derinlerdeki mikrokozmos”a hatalı ölüm fikirleri ile kıyılmış ataerkil bilinçler “ölüm ötesi” diyor olabilirler.)

Sözleri daha da açalım:

Biz cansızlar ve canlılar (sıkıcı/kısıtlı Dünya yaşamı bireyleri, makrokozmos cefakarları, yani kütleliler) elektrondan yapılıyız. Elektronlar (kim ne derse desin) ne olduğu tam anlaşılamayan ama “yük” (charge) adı takılmış bir şeyi taşıyan parçacıklardır. Bunları kaskatı zırhlı, onunla bununla çatışarak (ona-buna çarparak) var olan ve çatışmalardan sonuçlar yaratan zırh içindeki eski zaman savaşçılarına benzetelim.

Bir de bizim gibi bir bedende mahpus olmayan, mikrokozmos adlı masal dünyası perileri, yani bize göre spiritüalistlerin “bedensiz varlıklarının” bir türü olan kütlesizler vardır. Bunlara “kuvvet taşıyıcı temel parçacıklar” (bozonlar) denir. Eminim ki adını sıkça duyduğunuz foton, bu perilerin en ünlüsüdür.

QED; zırhlı savaşçıların (“yük” adlı gizemi taşıyan parçacıkların) perilerle, bedensiz varlıklarla (fotonlarla) sadece ilişkide (etkileşimde) olduğunu değil, nasıl ve ne tip ilişkilerde olduğunu ortaya koymuştur! Periler, çevreden geçmekte olan zırhlı şövalyeleri (kütleli elektronları) heyecanlandırmakta (fizik dilinde “eksite etmekte”), virtual photonlarla etkileşimler olmakta, böylece –bizim dünyadaki şövalye/nimf ilişkisine benzemeyen ;-)- bir dolu olay meydana getirmektedirler.

(Feynman, adı geçen etkileşimi sizin-benim bile kolayca anlayabileceğimiz basit ve şirin diyagramlarla anlatıvermeyi başarmıştır. Meraklısıysanız, web’de bu konu hakkında bir dolu yazı bulabilirsiniz.)

Fotonlar; gizemli dünya perilerinin göllerde yıkanan türleri olan “nimfler” gibidirler. Kişi biraz kendini zorlayınca görülebilirler, izlenebilirler. Asıl periler, gölün dibindeki şatolarda yaşamaktadırlar… kolay ele geçmezler. QED, sadece fotonların da değil, masal aleminin tüm diğer perilerinin; gluonlardan z-bozonlara dek, dalga fonksiyonundaki tüm parçacıkların zırhlılarla (kütlelilerle, madde ile) etkileşimde olduğunu göstermiştir.

Şimdi bir nefes alıp bu bilgilere önceki bölümlerde dokunduğumuz QM ve ETC’i de katalım:

  • Bilinç EM bir alandır ve bu nedenle bildik fizik olaylar onun üzerinde etkindir. (ETC)
  • Evren, bu EM alanlarımızla beynimizin içinde var edilmektedir. (QM)
  • “Diğer alem” olarak da adlandırılabilecek bizim evrenin atölyesi (mikrokozmos) ve bizim mekan (makrokozmos) etkileşim içindedir. (QED)

İşte bu teorileri az da olsa anlayabilen kişiler için son adım, bu bilgilere ezoterizm bilgilerini katmak olacaktır. Söz konusu sentez oluşturulabilirse beyinlerdeki “Reenkarnasyon diye bir şey mi olurmuş? Olmaz tabi ki, kafayı yemedim daha… Hıh!” kuşkusu giderek zayıflayacaktır.

O zaman gelin, son adımı atalım.

REENKARNASYON ve KUANTUM – 3. Bölüm: ELECTROMAGNETIC THEORIES OF CONSCIOUSNESS (ETC – Elektromanyetik Bilinç Teorileri)

ETC teorilerine göre bilinç (yani evrenimizin kişisel mimarı), standart bilimde yer aldığı şekli ile duygusuz nöronların deterministik çakışı ile ilgisizidir.

Bu teorilerde bilinç, fizikte ‘alan’ teriminin genel olarak kullanıldığı anlamdaki bir alanla özdeş olan bir EM alandır. Bunun anlamı, bilincin sadece süreğenliğe değil, aynı zamanda uzay-zamanda bir ‘uzantıya’ (somut varlığa) da sahip olduğudur. Eş deyişle uzay-zamanda yeri vardır ve diğer fizik alanlar gibi işler/çalışır. Fizik alan olduğu için etkisi/tepkisi bilinebilir; ne ile karşılaşınca, nasıl davranacağı kabaca da olsa bellidir.

Susan Pockett ise 2012 yayınlanan “The Nature of Consciousness: A Hypothesis” adlı kitabında son noktayı koymuştur.
(…) bilinç genellikle kabul edilen anlamda maddi değildir, ama bir tür fiziksel olmayan hayalet de değildir (fiziksel olmadığı için bilimsel araştırma için erişilebilir değildir). Bilinç (veya en azından normal insan bilinci), elektromanyetik alanın yerel, beyin tarafından üretilen, konfigürasyonu veya kalıbıdır. (…) Bununla birlikte, elektromanyetik alan, kolaylıkla gözlemlenen maddeyi etkileme özelliğine sahiptir.”1

Libet 1994’de yayınladığı raporda daha da ileri gider bilincin bir alan olduğunu; ama elektromanyetik, yerçekimi vb. gibi bilinen herhangi bir fiziksel alan kategorisinde sayılamayacağını öne sürer. Libet bu alana Conscious Mental Field (CMF) adını verir ve devam eder: “CMF, bilinen fiziksel alanlara biraz benzer olarak görülebilir… ancak CMF, bilinen fiziksel yollarla doğrudan gözlemlenemez.”2

Uzay-zamanda yeri olan, ama uzay-zamanda yer alan aletlerce saptanamayan bir gerçek…

ETC teorileri determinist ve kalıcı gerçekliği olmayan bir yapı sanılan bilincin, kalıcı ve gerçek bir alan olduğunu ortaya koymuştur. Üstelik bu alan, fizik olaylardan etkilenen ve mikrokozmosta yer alabilen bir alandır; çünkü EMnın temeli, çıkış noktası, var edilme merkezi mikrokozmostur. Mikrokozmos ise evrenimizi meydana getiren atölyedir. Üstelik bu atölye kesinlikle bildik evren kuralları ile (Newton mantığı ve kanunları ile) işlememekte; bir açıdan bakılırsa “bir masalı” andırmakta, diğer açıdan bakılırsa okültizm, mistisizm ve spiritüalizmin gerçekliğini binyıllardır savunduğu “paranormal” olarak adlandırılan olayları içermektedir. Tüm bu veriler sonrasında mikrokozmosun diğer alemin giriş kapısı sayılması gerektiğini düşünmek için çılgın olmak gerekmez.

Dahası; bilincin bu yeni yorumu kesinlikle okültizm, mistisizm ve spiritüalizmin “ruh” adını verdiği şeyi andırmaktadır.

Kısaca ETC teorileri –bilim adamlarınca reddedilse de- ruhun varlığınu ortaya koymuş olabilir.

Bilinç (okültik bakış açısı ile ruh) bir EM fizik alan olduğuna göre bir dalgaboyu bulunacak; benzer frekanslarla senkronize olacak, rezonansa girecektir. Anılan (ve son derece doğal ve sıradan sayılan) fizik olaylar ezoterizm dilinde “birbirlerini celp ederler” ya da “envoke ederler” şeklinde dile getirilir. Sözcükler farklı olsa da, olay aynıdır.

Mistisizm ve spiritüalizme göre ruh, “diğer alem” adlı ortama ait bir unsurdur. Ruh –bir anlamda- fizik gerçeklik ise ve de diğer alem denilen ortamla ilişki ise, demek ki diğer alem ile makrokozmos fizik kuralları muvacehesinde etkileşim içinde demektir.

Bu sonuç, sanılandan çok daha büyük öneme haizdir; çünkü bu durum, fizik gözlükler ile (bilim ile) artık diğer alemin deşifre edilmeye başlaması manasındadır.

Şimdi bir nefes alalım ve buraya dek elde ettiklerimizi toparlayalım:

Bu bölümde bilincin kişiye özgü bir dalgaboyu olan EM (yani fizik) bir alan olduğunu; ama fiziksel olarak (makrokozmosta) müşahede edilemediğini gördük. Bu sonucu önceki bölümdeki bilgilerimizle sentezleyelim: Evren; fizik planda yer alan bilinç (ruh) adlı alan tarafından, beynin içindeki kuantum prosesleri ile var edilir.

 


 

DİP NOTLAR

[1]

 

“(…) consciousness is not material in the usually accepted sense, but neither is it some kind of non-physical spook (which, being non-physical, is therefore not accessible to scientific investigation). Consciousness (or at least normal human consciousness) is a local, brain-generated, configuration of, or pattern in, the electromagnetic field. (…) However, the electromagnetic field does have the easily observed property of affecting matter.”

[2]

 

“Conscious Mental Field may be viewed as somewhat analogous to known physical fields … however … the CMF cannot be observed directly by known physical means.” Benjamin Libet – A testable field theory of mind-brain interaction. Journal of Consciousness Studies 1(1), s. 119-126.

REENKARNASYON ve KUANTUM – 2. Bölüm: Quantum Mind (Kuantum Bilinci)

Önceki bölümde “Kuantum mekaniği, gerçekliğin (içinde olduğunuz hayatın, evrenin) olmadığını, gerçekliğin sadece ölçümle var edildiğini deneysel olarak ortaya koymuştur” dedik. Bilim dünyasında ilk başta inanılmaz gelen, tepkiler alan, Einstein’a “Bakmıyor olsam da Ay oradadır işte” mealinde laflar söyleten ([I can’t accept quantum mechanics because] “I like to think the moon is there even if I am not looking at it”) bu gerçek, günümüzde ortodoks konumdadır ve standartlaşmış durumdadır.

Artık kimi bilginler tarafından kuşku duyulan konu QM, yani kuantum olaylarının beynin içinde olduğu; evrenin ölçüm değil, bilinç tarafından, beyinde yaratıldığıdır. Söz konusu atölye ORch OR teorisine göre nöronların içindeki mikrotübüllerdir. Bernroider ise 2005 ve 2007de bilim dünyasına sunduğu raporlarla nöronlar arasındaki klasik etkileşim süreci olduğunu öne sürmüştür.

Bunlardan hangisi doğru olsa da aslında iki teori de aynı şeyi söylemektedirler. “Kuantum dünyası asıl beynin içindedir.”

Max Tegrmark (kendisi son derece karizmatik ve hala genç olan bir bilimcidir) bu teorilerin gerçek olamayacağını fizik hesaplarla göstermiştir; decoherence yüzünden süperpozisyonlar yok olmakta, yani olasılıklar çökerek tek bir şeye, kütleye (bizim evrene) dönüşmektedir. Özetle, beyinde süperpozisyon (buna çok kabaca “çoklu olası kader” diyelim) yoktur.

Ancak Tegmark ardından Fisher başka bir keşifte bulunur: Fosfor iyonlarında hem süperpozisyon vardır… hem de quantum entanglement özelliği!.. (Fosfor temelli Fisher teorisi hakkında bilgi edinmek adına BEYİN ELEKTRİĞİNDEKİ BİLİNÇ –
2. Bölüm: FOSFOR ve POSNER MOLEKÜLLERİ
adlı yazımı okuyabilirsiniz.)

Quantum entanglement, yani “dolanıklık”, iki parçacığın –aralarında akıl almaz mesafeler olsa da- nasıl olduğu anlaşılamadık şekilde birbilerine “dolanıp” aynı biçimde davranmasıdır. Bilime göre fosfor, “farklı olasılıkların denizi” adını verebileceğimiz süperpozisyon ve “kendi olmayan bir şeyle garip bağ” diyebileceğimiz entanglement özelliği taşımaktadır.

Peki.

Ezoterizme geçelim: Ya bu özellikler başka “şeylerle” de oluşuyorsa? Beyindeki süperpozisyon ve entanglement özelliği taşıyan fosfor, “Ana Alan” adını verdiğimiz -Müslümalıkta Allah, paganizmde Ana Tanrıça/Baba Tanrı denen- gerçeklik ile de etkileşim içindeyse?

“Ana Alan diye bir şeyin varlığı kesin değildir, sizin teorinizdir, beni ilgilendirmez” şeklinde bir düşünce üretilebilir; o zaman anımsatalım ki bizim “Ana Alan” adını verdiğimiz varsayım -tabidir ki ezoterizmden arındırılmış bilimsel bakış açısı ile- “Sir” ünvanlı fizikçi Penrose tarafından Proto-Consciousness ve Fundamental Spacetime Geometry; Hameroff tarafından “Kuantum evreninde gömülü Platonik değerler taşıyan derin katman” ve Bohm tarafından Implicate Order şeklinde dile getirilmektedir. Eş deyişle, mistik açıdan QM, beynimizdeki makrokozmik yapının decoherencee tabi olmadan, diğer alem diyebileceğimizi Ana Alan ile ilintisini ortaya koymaya başlayan fizik teorilerinden biridir.

Temelimiz ezoterizm olduğu için fosfor hakkında ezoterik açıdan bilgilenmeyi ister misiniz? Yanıtınız “evet” ise biraz konuyu dağıtmayı göze alarak fosfor hakkında konuşmaya başlayalım.

Fosfor1 (İngilizcedeki yazılışındaki şekli ile Phosphorus) mitolojide bir tanrıdır ve Sabah Yıldızı, yani Venüs’tür. Astrolojide mutluluk, güzellik, aşk, dostluk, uyum ve denge olarak nitelenen Venüs ise çok farklı uygarlıkların İlk Çağ mitolojilerinde daima evren yaratıcısı Ana Tanrıça’dır. Yahudilik ezoterizminde Lucifer’a çevrilmiştir. (Yahudilik gizemciliği tarafından Sabah yıldızı Venüs’ün nasıl Şeytan yapıldığı hakkında bilgi edinmek adına SELAMÜN ALEYKÜM ve ŞEYTAN – 3. Bölüm: Lucifer/Şeytan… Yani Venüs! adlı yazımı okuyabilirsiniz.)

Ancak tanrı Phosphorus, Venüs’ün sabah görünen halidir. Onun bir de Hesperus adlı kardeşi vardır. Hesperus da Venüs’ün akşamları görünen halidir.

Asıl önemli nokta ise şimdi başlamaktadır: Hesperus’un kızları (yani bizim dünyaya, makrokozmosa, “fosfor” olarak çökmüş olan tanrı Phosphorus’un yeğenleri) “Akşamın Kızları” adlı Hesperidlerdir. Hesperidler, dinlerde anlatılan “Cennet”e neredeyse tıpatıp benzeyen kutsal bir bahçenin bakıcılarıdır. Bu bahçede elma vardır, kutsal ağaç vardır, ölümsüzlük vardır ve bir yılan vardır. Benzerlikler bu kadar da değildir; elmaları yemek yasaktır, çünkü elmalar ölümsüzlük vermektedir. Ladon adlı dev yılan (ki, aslında bir ejderdir) ise lanetli bir aldatıcı değil, bahçeyi gelen geçenin (hak etmeyenlerin) girişinden korumaktadır. Kuran’da yer almayan “cennetteki aldatıcı şeytan olan yılan” teması, Tevrat’a bu öyküden yansımıştır. Yılanın Tevrat’ta lanetlenme nedeni, Musa’nın popülarize etmeye çalıştığı yeni dinin sürekli “şifa ilahı yılan” tapımına yenilmesidir. Yahudiler sanılanın aksine yeni dini -yüzyıllarca- kolay kabul etmemişler ve eski inançlarına dönmek için defalarca isyan etmişlerdir. Bu öykü mitolojik diye “masal” şeklinde kenara atılmamalıdır. Mitler, evren ötesi gerçekleri yansıtan alanların insan beynine yansımasıdırlar. Ancak beynin gelişmişlik düzeyine göre deşifre edilmekte, dile getirilmektedirler.

Özetleyelim: Cennet olarak ifade edilen, bize göre “Öncel Evren” ya da “Ana Alan”, mistik açıdan “Tanrının yer aldığı diğer alem” diyebileceğimiz kuantum ortamı ile makrokozmos varlığı beyin etkileşimdedir. Bu etkileşimi kuantum dolanıklığını yapan, deceoherence’yi engelleyen, böylece beyindeki kuantum olaylarını var eden fosfor meydana getirmektedir. Fosfor zaten mitolojilerde cennet olarak tanımlanabilecek bir mekan ile ilintilidir.

Yeniden bilime dönüp, kaldığımız yerden ilerleyeyim.

Fosfor iyonları ruh halimizi meydana getiren NTlerin salgılanması ile ilgili Ca iyonlarını yönlendirmektedirler! Ruh halimizin iyi olmasına PE celbi, kötü olmasına NE celbi demek; PEyi “Ana Alan’ın frekansı”, NEyi -mistik açıdan bakarak- “Şeytan’ın frekansı” şeklinde nitelemek bize göre yanlış değildir.

Toparlayayım: Adına ister Allah deyin, ister Ana Tanrıça/Baba Tanrı, ya da bazı bilim adamları gibi “derin ama mutlak pozitif kuantum alanı”; beyinde, mikrokozmosun en derininde yer alan, tümüyle pozitif (makrokozmosu yönetemeyecek kadar pozitif) bir alan ile gizli ve yok edilemez (ama zayıflayabilen) bir bağ vardır. QM teorileri, gerek ezoterizmde “diğer alem” denen yer, gerekse orada var olan, oranın kendi olan iyicil yaratıcı ile bilinç arasında bağ olduğunu da fısıldamaktadır.

Bu yapı reenkarnasyonun ilk adımıdır.

 


 

DİP NOTLAR

[1]

 

Fosfor anaerkide sevilmeyen ışığın hayırlı karşılığı olan gizemli “pırıltı” verir. (Bu konuda bilgi edinmek adına IŞIK HAKKINDA BİLMEK İSTEMEYECEĞİNİZ GERÇEKLER adlı yazımı okuyabilirsiniz.) Işığın girmediği, ama yaşamın başladığı derin deniz (mitolojilerde deniz de Ana Tanrıça ile aynı şeydir) diplerindeki canlılarda bolca bulunur.

REENKARNASYON ve KUANTUM – 1. Bölüm: Kuantum Mekaniği

Herkesi ön yargılarını geride bırakıp eğlenceli bir ortama, “bilim alanına” girmeye davet ediyorum; çünkü bilim artık “düş gezgini işi” olacak kadar sürükleyici şeyleri anlatmaktadır.

Reenkarnasyonun gerçekliğini;

  • madde ve madde ötesi arasında bağlantı (hatta geçiş/değişim) olduğunu görebilirsek,
  • ruhun ne olduğunu anlayabilirsek,
  • ruh ile madde ötesi arasında ilişki kurabilirsek

ortaya çıkartacak olabiliriz. İyi haber odur ki, üç kuantum mekaniği teorisi (QM, ETC ve QED) söz konusu durumların varlığını doğrulamaktadır. Bize kalan ise bu üç teori ile ezoterizm sentezi yapmaktır.

İlk adımda kuantum mekaniğine göz atmaya başlayarak konuya girelim.

Kuantum denince çok kişinin içini -söylenenleri anlayamayacağına yönelik- bir tedirginlik ürpertisi kaplasa da, aslında içerik –biraz hafifletilerek yansıtılırsa- masallarda okuyup, hoşgörülü bir tebessüm ile “Çocuklara göre şeyler” dediğimiz olaylar kadar büyüleyicidir!

Üstelik bunlar masal değil, yasadırlar!

Söz konusu yasalar;

  • her şeyin bir anda var olduğu, bir anda yok olduğu,
  • tek bir şeyin aynı anda iki yerde bulunabildiği,
  • bazı şeylerin duvarlardan, hatta bedenimizden geçebildiği,
  • farklı şekilde bölünebildiği sonra yine birleştiği,
  • canı isteyince maddeye (kütle sahibi olmaya) başladığı,
  • bazen etrafta dalga (dalga fonksiyonu) haline dolaştığı

şeyleri ve bunlardan yapılı bir evreni tanımlarlar.

Yani ortada iki evren/uzay vardır:
Biri, masallardakine benzeyen mikrokozmos; diğeri, masal evreni ile karşılaştırılınca can sıkıcı görünen makrokozmos, yani bizim mekandır.

İşin inanılmaz yanı, bizim evreni masal evreninin var ettiğidir!

Kuantum mekaniği bizim evreni meydana getiren -daha fazla bölünemeyecek kadar- küçük parçaların, bir anlamda “büyülü piksellerin”, bilimsel adı ile “temel parçacıkların” yapılarını, hareketlerini ve birbirleri ile etkileşimlerini inceleyen bilim daldır.

Söz konusu piksellerin (yani temel parçacıkların) kiminin kütleleri olsa da (onlara dokunabilsek de), dalga fonksiyonu denen “bir anda her yerde olan yekpare yapı”ya dönüşebilmektedirler. Farklı bir söyleyişle, her parçacık “ele gelir” varlığından öte, dalga fonksiyonu da olabilmektedir. Değişik bir ifadeyle bir kez daha dile getirelim: Temel parçacıklar kimi zaman “madde” adlı kalıpta (kütleli), kimi zamansa bir deniz dalgası gibi “her yerde”dirler. Bu durum ataerkil doğrularla kalıplanmış aklın kolay kabul edeceği bir şey değildir.

Kuantum mekaniğinin ortaya çıkarttığı gibi, evren aslında yoktur; dalga fonksiyonudur. Onu makrokozmos haline sokan ölçümdür. Bu cümle bir teoriyi değil, gerçeği ifade etmektedir; çünkü deneysel ortamda kanıtlanmıştır.

Kuantum lisanı ile: “Nothing is real, until it is observed.” (Ölçene dek hiç bir şey gerçek değildir.)

“Ölçüm”ü ise sadece göz değil, cansız bir ölçüm aleti yapınca bile bu işler böyledir!

Keyifli şekilde, geniş-geniş, dalga şeklinde, her yerde gezinmekte olan büyülü piksel, bizim ona baktığımızı, ya da farklı şekilde ölçtüğümüzü, hatta ortada bir ölçüm aleti olduğunu sezebilmekte ve “şıp” diye, bildiğimiz (bizler gibi) kütleli hale geçivermektedir.

Bu durum da ataerkil beyinlerin kolay benimseyebileceği bir şey değildir. Öyle ki, deneylerle olayı kanıtlayan bilim adamları buna inanamamış, aletlerin hata verdiğini düşünmüş, deney üzerine deney yapmış ve sonunda derin bir nefes alarak “Gerçekten de bu dünya okültistlerin dediği gibi gözün görebildiği şeylerle sınırlı değil. Tüh, keşke yüzyıllardır onları az da olsa dinleseydik” demişlerdir.

Şaka bir yana, yukarıdaki sözleri tabidir ki demediler ve demeyerek iyi ve doğru bir iş de yapmış oldular. Bilimin farklılığı deneysellik ve kesinlikle ilgilidir. Onu benzersiz ve güvenilir yapan bu kuşkucu ve “kesinci” zihniyettir.

Ama bence pek çoğu yukarıdaki sözlerimi içlerinden geçirmiş olabilirler. 😉

ANTİ-MADDE – 7. Bölüm: Anti-Zaman!

Fizikte birçok akıl almaz gerçek önce matematik hesaplamalarla keşfedilmiş, bazen teknik yetersizlikler nedeni ile kanıtlanamamış; yıllar içinde, kimi zaman keşiflerin sahibi bilim adamlarının ölümünden sonra, teorilerin doğru olduğu deneysel olarak ispat edilmiştir.

Bunlardan en çarpıcısı kara deliklerdir. Kara delikleri matematik yardımı ile Einstesin göstermiş, ancak kendi inanmamış, onun ölümünden sonra kara delikler gözlemlenmeye başlanmıştır. Bu konuya bir diğer örnek kütlenin zamanı yavaşlattığı teorisidir. Bu teori matematik ile kanıtlansa da, ispat edilememiş; ancak 1971 yılında, atomik saat taşıyan ve dünyanın çevresinde iki tur atan bir jet uçağı ile doğrulanmıştır. Uçaktaki saat ile yerdeki saat farklıdır. (Bu konuda bilgi edinmek adına IŞIK HAKKINDA BİLMEK İSTEMEYECEĞİNİZ GERÇEKLER – 2. Bölüm: IŞIK HIZININ YARATTIĞI SONUÇLAR NELERDİR? adlı yazımı okuyabilirsiniz.)

Matematik denklemler ile anti-maddenin zamanda geri giden madde olduğu da ortaya çıkmaktadır! Bu iddia ilk olarak Richard Feynman tarafından ortaya atılmıştır.

Konu, Feynman’ın en popüler ve bence bilim dünyasına en yardımcı keşfi olan Feynman diyagramları ile anlaşılabilecektir. Feynman diagramları, atomaltı parçacıkların birbirileri ile karmaşık etkileşimlerinin basit grafiklerle gösterilmesidir.

Aşağıdaki diagramda görülebileceği gibi solda zaman, atta uzay vardır. e(-), yani bildik negatif yüklü elektron ile, e(+) pozitif yüklü elektron (bir anti-madde parçacığı olan pozitron) çarpışırlar ve dalgalı şekilde gösterilen iki fotona dönüşürler. Fotonlar çeşit çeşittir, ışık da fotondur. Madde/anti-madde çarpışması ile ortaya çıkan foton, gama ışınıdır.

 

Bu noktada iki saptama yapalım:

1- Özel Rölativite yasasına göre zaman bir film şerididir ve üzerinde geçmiş de, gelecek de hazırdır. Geçmiş, geride kalmamıştır, değişebilir; gelecek ise çoktan yaşanmıştır.
(Bu konuda bilgi edinmek adına GEÇMİŞ VE GELECEK ŞU AN VARDIR adlı yazımı okuyabilirsiniz.)

Eğer zaman “hazırsa”, bu hazır doku üzerinde parçacıklar farklı yerlere (örneğin geçmiş veya geleceğe) “zıplayabilmelidirler”.

2- Matematik aracılığı ile, Feynman diagramlarında açıkça görülebilen bir hesaplama yapılır ve zamanda geri giden elektronun hangi özellikleri taşıyacağı hesaplanır. Bu hesaplamalar sonucunda ortaya çıkan parçacık pozitrondur. Yani zamanı geriye doğru akıtma olanağı bulunsa, elektron artık pozitron olmaktadır!

 

Yukarıdaki iki gerçek sonucunda şunlar söylenebilir:

QFT’ye (Quantum Field Theories, Kuntum Alan Teorileri) göre parçacıklar -enerji, momentum, yük benzeri- belli özellikler taşıyarak belli bir akımlar oluştururlar. Zaten parçacıkları meydana getiren bu akımlardır. Akımlar ise belli bir yöndedir. Matematik denklemler içinde yön tersine çevrildiğinde, akımın ve böylece özelliklerin de yönü tersine çevrilmiş olur. Yükü negatif olan parçacığın (elektronun) yönü çevrilince, yükü pozitif olur; ki, ona artık pozitron denmektedir.

Konuyu biraz daha açalım: Fizikte CPT simetrisi adlı bir yasa vardır. Bu yasa bir parçacığın
elektrik yükünü (C), zaman yönünü (T) ve her şeyi bir ayna (P) ile tersine çevirirseniz, fiziğin temel yasaları aynı şekilde devam eder. Eşdeyişle, zaman yönünü ayna ile tersine çevrildiğinde, yükü de tersine çevirirseniz, hiçbir şey değişmeyecek, fizik kanunları aynen sürecek, sistem aynı eskisi gibi işlemeyi sürdürecektir.

Simetrik düzende yasalar da simetrik olduğu için zaman tıpkı ileriye doğru kolayca aktığı gibi, geriye doğru da hareket edebilecektir.

ANTİ-MADDE – 6. Bölüm: Paralel Anti-Evren

“Anti-parçacıklar maddeyi meydana getirir” dedik, ama aslında buradaki “madde” sözcüğü “atom” manasındadır. Yani anti-parçacıklar, aslında sadece anti-atomları meydana getirirler. Anti-maddeyi meydana getiren anti-atomlardır.

Atomlardan yapılı elementlerin yapılarına göre sınıflandırıldığı “elementlerin kimlik kartı” denilebilecek “Periyodik Tablo” adlı bir tablo vardır. Tablo, 2016 itibarı ile var olduğu kabul edilen 118 elementin atom numaraları, elektron yapılanmaları, yani karakterlerini gösterir. Evrenin yapı taşlarının değişmez formülüdür bu tablo.

Ancak madem ki, atomların birer anti-atom’u vardır; böylece Periyodik Tabloya karşı bir “Anti Periyodik Tablo” olduğu da ortaya çıkmış olur. Evrenimizde her elementin bir anti-elementi vardır… çünkü onları meydana getiren elektron, proton ve nötronların birer anti-elektron, anti-proton ve anti-nötronları bulunmaktadır.

Aydınlanma çağının “sadece görülebilen ve algılanabilen gerçektir” yönlendirmesi ile kalıplaşmış zihinlerimize ters gelecek bu sözlerin gerçekleri ifade ettiği 1995 yılında, CERN’de kanıtlanmıştır… çünkü bu tarihte ilk anti-hidrojen’in elde edilmiştir. Ama bu bir başlangıçtır; çünkü New York, Brookhaven’da yer alan RHIC (Relativistic Heavy Ion Collider)’de (STAR experiment adlı deneyde) anti-helyum da üretilmiştir.

Zaman içinde geriye kalan 116 elementin de üretileceğini varsaymak mümkündür. Anti elementlerin tümü üretilebildikten sonra sıra doğal olarak anti-moleküllere gelecektir. Eş deyişle, anti-moleküller, henüz keşfedilmemiş olsalar da bir bilim kurgu ürünü değil, gerçektirler.

Anti-moleküllerin varlığı ise bir anti-evrenin varlığının göstergesidir.

Söz edilen “anti-evren” paralel evrenler teorisindeki evrenlerden farklıdır.

PAralel evrenler teoriilerii kabaca üç grupta toplayalım:

1- Hugh Everett’e ait Many Worlds Interpration’da, süperpozisyonda yer alan ama ölçülmeyen (var edilmeyen, çöktürülmeyen, makrokozmosta yer alamayan, maddeleşmeyen) olasılıklar yok olmazlar, varlıklarını paralel evrenler olarak sürdürürler.

2- Max Tegmark ise evrendeki “tekrarlanmaya” dikkat çeker; evrenin yapısında, hatta dünya üzerindeki yapılanmada bile bir “yinelenme” bulunmaktadır. Söz edilen “tekrar yasası” gereği evrenin çok uzaklardaki bir yerlerinde (Tegmark bu uzaklığı hesaplamıştır) bizimkine benzer bir “tıpkı evrenin” olacağını varsayar.

3- Bir diğer paralel evrenler teorisi, evrenimizin bir hyperspace’de “yüzdüğüne” dikkat çeker ve bulk adı da verilen bu denizde farklı ve bizimkine benzemeyen ama bizimkine paralel duran evrenler (dikkat edin galaksiler değil, içinde Samanyolu benzeri milyonlarca galaksi barındıran evrenler) olduğunu öne sürer. Bu paralel yapılar birbirlerine akıl almayacak kadar yakındırlar.

Ancak bu evrenler, anti maddeden yapılı değildir, bizim evren gibi maddeden yapılıdırlar.

Anti-madde evreni ise bunlardan farklıdır ve evrenimiz içinde bulunan, bizler kadar “madde” sayılabilen, ama kayıp olan bir evrendir. Orada bizim kopyamız olan, aradaki fark sadece temel parçacıklarımızın yüklerinin ters olması ile sınırlı ikizlerimiz yaşamaktadır. Theory of Regions’a göre anit-madde yok değildir; sadece bizim tarafımızdan bulunamamaktadır. Evrenin uzak bir köşesinde (belki de farklı bir evren şeklinde), varlığını sürdürmektedir.

ANTİ-MADDE – 5. Bölüm: Evimizdeki Anti-Madde

Bilimadamları “mükemmel enerji”yi elde edebilmek adına arayadursunlar, madde tarafından -kısmen de olsa- “alaşağı edilen” anti-madde, evrenimizde hala da vardır! Örneğin uzayda pulsarlar1 ve süpernovalar2 pozitron üretmektedirler.

Daha çarpıcı olan ise anti-maddenin insanoğlu tarafından dünyada sürekli üretiliyor olmasıdır: LHC3 ve onun ardından gelen Tevatron4 adlı parçacık hızlandırıcılarında parçacıkların çarpıştırılarak yeni parçacıkların elde edildiği bilinir. Ne zaman bir yeni madde parçacığı elde edilse, aynı miktarda anti’si meydana gelmekte ve bunlar enerjiye dönüşmektedirler.

Önceki bölümde gr.ının 62,5 trilyon dolar olduğunu aktardığım anti-madde, pek çoğumuzun evlerinde 1 kg. fiyatı (gün itibarı ile)5 11.90TL olarak bulunmaktadır… çünkü bu anti-madde kaynağı 1 kg.lık muzdur!

Muz, fazla bilinmese de radyoaktif bir meyvadır; çünkü potasyum açısından çok zengindir.

Radyoaktif; sözcük olarak duyulan, ama anlam olarak bilinmeyen bir kelime olduğu için kısaca açıklayayım:

Önce bilimce konuşalım: “Radyoaktivite, nükleer bir olaydır ve radyasyon salınımıdır.”

Nükleer deyince aklınıza korkutucu kavramlar gelmesin! Nükleer, sadece atomun çekirdeği ile ilgili demektir. (Ezoterik bir bilgi dipnotu düşelim: Anaerkide çekirdek dişi, elektron erkektir. Yani nükleer, “pozitif (dişil) olan çekirdekle ilgili” anlamındadır.

Radyasyon kelimesi de korkutucu şeylerden söz etmemektir; çünkü radyasyon sadece “enerji yayılımı” demektir.

Sözün özü radyoaktivite, sadece çekirdeğin -bazı olaylar sonrasında- enerji yayması manasındadır. Belki bu kadar basit değildir; ama bu sitenin izleyicisi olan okültist ya da ezoterizm tutkunları için bu bilgi bence yeterlidir.

Şimdi potasyuma (yani muza) gelelim…

Bedenimize çok gerekli bir element olan potasyum radyoaktif bir elementtir. Bu yüzden
radyoaktif bozunma ile (yani atomunun çekirdeği parçalanarak, radyasyon şeklinde enerji yayar… işte bu radyasyon pozitron, yani anti-maddedir.

Görülmekte ki ürkütücü gelen, hatta tehlike çağrıştıran birçok sözcüğün bu tedirgin edici görünümlerinin gerisinde gerçekleri bilmemek vardır. Oysa pek çok kavram aslında kendi halinde ve dost niteliklerdir.

Önceki bölümlerde aktarıldığı gibi, muzun (muzdaki potasyumun) da yaydığı pozitronlar (anti-elektronlar), bizim evrenin eksi yüklü bildik elektronları ile karşılaşınca fotona (gama ışınlarına) dönüşürler.

Bu ışımayı görememe nedenimiz gama ışınlarının dalga boylarının göz yapımız tarafından algılanamamasıdır. Bildiğiniz gibi göz, sadece ışık olarak adlandırılan radyasyonu algılayabilir. (Bu konuda bilgi edinmek adına
IŞIK HAKKINDA BİLMEK İSTEMEYECEĞİNİZ GERÇEKLER
adlı yazımı okuyabilirsiniz.)

 


 

DİP NOTLAR

[1]

 

Pulsarlar, kalp atışları gibi muntazam ritimlerle uzaya radyo dalgaları gönderen nötron yıldızlarıdır. Latincede “pulsate” kelimesinden gelen pulsar “ kalp gibi atan” anlamına gelir. (Evrimağacı Sitesi)

[2]

 

Süpernova, enerjisi biten Büyük Yıldızların şiddetle patlaması durumuna verilen addır. (Vikipedi)

[3]

 

İsviçre başkenti Cenevre’de yer alan CERN (Conseil Européen pour la Recherche Nucléaire) adlı merkezdeki dünyadaki en büyük ve güçlü parçacık çarpıştırıcı makine. Adının açılımı; Large Hadron Collider “Büyük Hadron Çarpıştırıcısı” şeklindedir.Cern’in girişinde Baba Tanrı’nın Hinduizme yansıması olan Şiva heykeli olduğunu ekleyeyim. Heykelde Şiva’nın dans etmektedir. Onun adlarından biri Nataraja’dır ve “Dansın Tanrısı” manasındadır.

[4]

 

Amerika, Şikago’da bulunan Fermilab’a ait Tevatron adlı parçacık hızlandırıcı makine. Adlı TeV ve synchrotron adlı sözcüklerden gelmektedir.
TeV: eV, elektron volt; T, trilyon manasındadır. Elektron Volt, tek bir elektronun kinetik enerj miktarıdır.
Synchrotron ise belli bir tip parçacık hızlandırıcısıdır.
Makine, proton ve anti-protonları 1 TeV enerjiye kadar yükseltmektedir.

[5]

 

Migros market fiyatı.

ANTİ-MADDE – 4. Bölüm: Saf Enerji Anti-Madde

Anti-madde, kendi kendine var olmuş bir madde olsa da, bilim adamları tarafından da bilinçli şekilde üretilmeye çalışılmaktadır; çünkü anti-madde çok büyük miktarda enerji demektir! Bu enerji öylesine akıl almaz boyutlardadır ki, eğer elde edilebilirse yepyeni bir enerji türü olarak enerji sorununa kesin sonuç sağlayacağı düşünülmektedir. Üstelik bu enerji, yan ürünü olmayan saf bir enerji türüdür.

Anti-madde enerjisi miktarı hakkında bilgi edinmek için Einstein’ın Görelilik denklemini kullanalım:

Denklem bilindiği gibi

E=mxc² şeklindedir.

E (energy)= Enerji anlamındadır ve birimi Joule’dür.
m (mass)= Kütle anlamındadır ve birimi kilogram’dır.
c (celeritas, Latince “hız”)= Işık hızıdır ve yaklaşık olarak 3,00×10^8 m/s.’dir.

Denklemin kütle bölümüne -diyelim- 1g.lık değer koyarak elde edilecek enerji miktarı 9×10¹³ joule’dür.

1 gr. uranyum ile (reaktörlerde) 8.06×10¹° joule (forbes.com)
1 gr. TNT ile 4×10^6 joule,
1 gr. anti-madde ile ise 9×10¹³ joule
enerji elde edilebilmektedir.

Bu enerji, nükleer bombalar (atom bombası) ile meydana çıkan enerjiye eşittir.

Ancak henüz elde edilemeyen bu enerji şimdilik gezegenimizin tanıdığı en pahalı enerjidir.

1 gram antimadde yapmak yaklaşık 25 milyon milyar kilowatt saat enerji gerektirecek ve bir milyon milyar doların üzerinde bir maliyet getirecektir (Ten things you might not know about antimatter Symmetrymagazine.org).

Günümüzde 1 gr. anti-madde 62,5 trilyon dolardır (Antimatter Now and Later ffden-2.phys.uaf.edu).

Kuantum Alan Teorisi ve Anti-Madde

KUANTUM

ANTİ-MADDE yazı dizisi,

3. Bölüm

Kuantum Alan Teorisi ve Anti-Madde

Anti-madde’yi daha iyi anlamak adına ona QFT1
açısından bakmak yerinde olacaktır.

Kuantum mekaniğinin keşfi sadece bilim alanında değil, dünyanın geçmişindeki en büyük devrimdir; çünkü pozitivizmin ve standart bilimin öne sürdüğü verilerin kesin doğrular değil, sadece bir iceberg’in tepesinin temsili olduğunu ortaya çıkartmıştır. Evren kurudu-kurulalı okültüstlerin öne sürdüğü -çok kişiye akıl dışı gelen- varsayımlarla yönetilmektedir! Örneğin ölçüm öncesinde gerçeklik yoktur. Nesneler, sadece bakan olunca maddeleşmektedirler. Bizler dahil her bir şeyi var eden atomların temel taşları elektronlar kimi zaman dalgaya dönüşmektedirler.

Bu kesinleşen buluşları “en büyük devrim” olarak nitelemek mümkündür.

Ancak daha sonraları -yukarıda söz ettiğim devrimi yaratan- buluşlar hala halka yansımamış olsalar da, sıradanlaşırlar; bir devrim daha meydana gelir: Parçacıklar da yoktur; her şey alanlardır. Parçacıklar, alanlardaki eksitasyonlar, yani uyarılmış bölümlerdir.

Bu sözleri açmak adına “göle atılan taş” örneğini vereyim: Bir göre taş attığınızda bir dalga hareketi meydana gelir. Dalga hareketi bir “salınım”dır, bir “titreşim”dir. Her titreşimin ise bir frekansı vardır. Evrende her şey farklı frekansı olan salınım, ya da titreşimlerle, farklı frekanslarla oluşmaktadır.

Ancak dalgalanmaların meydana gelmesi için bir göle, ya da daha iyisi bir “denize” gerek vardır. Dalgalanmaların meydana geldiği deniz, kuantum evreninde alanlardır. Bu alanlar dalgalanınca (eksite olduklarında) parçacıklar oluşmaktadır. Örneğin foton, elektromanyetik alanın; elektron ise elektrik alanın eksitasyonudur.

Bir kez daha farklı şekilde özetleyeyim: Evrende çeşitli alanlar vardır. Temel parçacıkların, önceden sanıldığı gibi kendiliklerinden, kendi başlarına (özgürce, başlarına buyruk biçimde) var olan şeyler olmadıkları QFT ile ortaya çıkmıştır. Temel parçacıklar alanlardaki dalgalanmalardır. Alanları göle; göl güzeyindeki dalgalanmaları (eksitasyonları), parçacıklara benzetmek mümkündür.

Anti-madde konusuna dönelim ve yeniden göl örneğimizi verelim: Gölde meydana gelen bir çeşit dalgalanma, madde/anti-madde dalgalanmasıdır. Buradaki fark, maddenin -diyelim- dalganın tepesi, anti-maddenin ise dalganın çukuru olmasıdır. Bu yüzden “anti” madde bir negativite taşımaz. Var olan, maddeleşen, isim uyduracak beyni olan taraf (yani insanlar) diğer yarıya “anti” demektedir. Ancak eğer bir yerde bir anti-evren varsa, o evren canlılarına göre de bizim “anti” olacağımız kesindir.

Jess H. Brewer’ın anti-madde adalandırılması hakkındaki sözleri ile: ”Bir yapıyı normal, diğerini anti olarak adlandırmak saf şovenizmdir.2 Bizler tabidir ki ‘normal’ olanız.”

 


 

DİP NOTLAR

[1]

 

Quantum Field Theories (Kuantum Alan Teorileri)

[2]

 

Değişik ırklar ve uluslar arasında kendi ırkını ve ulusunu üstün görme temeline dayalı aşırı ulusçuluk akımı.

ANTİ-MADDE ve ANTİ-PARÇACIK NEDİR?

KUANTUM

ANTİ-MADDE yazı dizisi,

2. Bölüm

ANTİ-MADDE ve ANTİ-PARÇACIK NEDİR?

 

Evrenimiz, kuantum mekaniği ile anlaşıldığı üzere, temel parçacıklar denilen “piksellerden”, ya da farklı bir söyleyişle “yapı taşlarından” meydana gelmiş bir bütündür. Öyle ki, bu yüzden Rich Terrile benzeri bazı bilim adamları kozmosun bir bilgisayar simülasyonu olduğunu ileri sürmektedirler! (Bu konuda bilgi edinmek adına EVREN BİR İLLÜZYON MUDUR? –
4. Bölüm: EVREN (GERÇEKLİK) BİR BİLGİSAYAR SİMÜLASYONUDUR
adlı yazımı okuyabilirsiniz.) Elektronlar, protonlar, nötronlar, kuarklar, bozonlar, nötrinolar adlı parçacıklar ve daha başkaları, bu temel parçacıklara örnektirler.

Parçacıklardan kimi (örneğin bozon adlı gruptakiler) kuvvetleri taşıyarak, kimi ise (örneğin fermiyon adlı gruptakiler) maddeyi yaparak evreni meydana getirirler. Kısaca madde, parçacıkların birleşmesi ile meydana gelen bir unsurdur.

Bazı parçacıklar üzerinde ne olduğu hala tam olarak anlaşılamayan “yük” (charge) adlı bir özellik vardır. Bu yük ise birbirine zıt (birbirini iten) iki farklı yapıdadır. Bu yapılardan birine “artı” (+), diğerine “eksi” (-) adı verilmiştir.

Bilim adamları zaman içinde, adım-adım “elektron” diye isimlendirilen parçacıklardaki yükün eksi, protonlardakinin artı olduğunu; nötronlarda, nötrinolarda, bozonlarda yük hiç bulunmadığını keşfetmişlerdir. Yük ve temel parçacıklar benzeri bir dolu keşif sonunda evrenin temel yapısı da gün yüzüne çıkmıştır. Artık fizikçiler kozmos düzenini kesin çözmeye başlamaktadırlar. Son noktaya varmaya az kalmıştır.

Oysa 1928 yılına İngiliz fizikçi ve matematikçi Paul Dirac bir denklem keşfeder. Bu denklem ile Einstein rölativite yasası ve bu yasaya uymayan kuantum gerçekleri uzlaşmaktadırlar. Ancak matematik formülün işlemesi için farklı bir elektrona gerek vardır! 1932 yılında Amerikalı fizikçi Carl Anderson formüle uygun “farklı elektron”u keşfeder.

Bu elektron, elektron adlı yapıyı tanımlamak adına bilinen -kütle, spin 1 gibi- tüm nitelikler açısından elektron olsa da, taşıdığı yük açısından elektron değildir; çünkü bildik elektron gibi eksi değil, artı yük taşımaktadır! Yük açısından bakılırsa elektronun tersi, zıttı ya da “anti”sidir. Yapı bakımından bakılırsa tam da elektrondur!

Bu garip parçacık bulununca ona kendine özel bir isim verilir ve “pozitron” denir.

1955’de protonun ve giderek diğer TÜM yük taşıyan parçacıkların bir “anti”si olduğu anlaşılır! Pozitron sonrasında diğer yük taşıyan temel parçacıkların zıt yük taşıyan ikizleri artık “anti-(parçacığın adı)” (örneğin anti-proton, anti-nötron vb.) adını alacaklardır.

Orijinalinin (ya da bizim evreni yapan parçacıkların) eşi olan, ama anti (zıt) yük taşıyan parçacıklara “anti-parçacık”,
anti-parçacıkların meydana getirdiği maddeye “anti-madde” adı verilir.

Parçacıkların maddeyi meydana getirmeleri gibi; anti-parçacıklar da anti-maddeyi meydana getirmektedirler.

 


 

DİP NOTLAR

[1]

 

Spin, bilim dilinde “temel parçacıkların açısal momentumu” şeklinde tanımlanır; fizik biliminde ”kendi etrafında dönüş” manasındadır ve parçacıkların temel özelliklerindendir. Bir elektronun spini, elektron saat yönünde dönerse spin-up, saat aksi yöne dönerse spin-down şeklinde adlandırılır.