Duygu küntlügü (Psikoloji ve Psikologlar)

Merhaba Janus. Ben son 1-2 aydir çok siki takipçinizim. Yorumlariniz, düsünceleriniz, bakis açilariniz o kadar mantikli geliyor ki, dediginiz her seyi ya kafama ya da deftere not aliyorum. ‘Psikoloji’ biliminin dayattigi, havali isimli hastaliklara insanlarin alismasi ve bunlara sirtini dayamasi (kendini delilige atmakta duvarlarin ardina saklanip korkaklik etmektir) beni çok rahatsiz ediyor. Gel gelelim 4 yil boyunca en son Nisan ayinda tedavimi kendi basima sonlandirdigim hem antidepresan hem “psikoterapi” denen seyi gördüm, kullandim. Tabii isteyerek degil, ailemin beni “deli” zannetmesi ugruna sagliksiz ilaçlarla beyin kimyamin daha farkli islemesine neden oldu. Artik gitmek istemedigimi kendimi parçalayarak anlattigim ailem beni tekrar götürmeye zorluyor veya benden izinsiz randevuyu almis oluyorlardi. Bana “duygu küntlügü” ve “kronik depresyon” tanisi konmustu. Sizce de saçma degil mi? Kronik kelimesi böbrek hastaligi veya diyabet için falan kullanilmiyor muydu? Kendimi asla bu hastaliklari kabullenirken bulmadim. Bana daha farkli seyler lazim Bay Janus.. Bana mantik lazim. Duygularimin çok güçsüz oldugunun farkindayim. Gerçekten ne üzüntü ne de mutlulugu çok hissedemeyen bi insanim hatta hemen hemen içimde bi hiçlik var desem yalan olmaz. Bi çok sey gördüm su yasimda, insanlarin “travma” diyebilecegi.. Bu yazimi okuyanlar varsa da bilsinler ki “yorgunluk” diye bi sey yok. Zamanlarini oturup bos düsüncelerle kendilerini üzmek için kullanmasinlar. Size soracagim sey de su; Sizce neye ihtiyacim var? Çünkü bu güne kadar neye ihtiyaç duyduguma anlam veremedim. Her psikologun dedigi seyleri (düzenli uyku almak, saglikli beslenmek, spor yapmak, kitap okumak) yaptim, hala da yapiyorum. Ama ben ayni benim. ‘Yedisinde neyse yetmisinde de odur’ sözüne asla inanmam. Insan her gün farkli sey ögrenmeli, gelismeli, beceriye ulasmalidir. Meslek seçimimde dahi neye yönelecegimi bilmiyorum. Çevremdekiler psikoloji okumam gerektigini çünkü çok güzel “teselli” verdigimi söyler. Düsünsenize cidden psikolog olmusum.. Kimseye hastaliklardan bahsetmeyip reddedersem asil “deli” ben olurum herhalde :)) Bunlar disinda anlamli halüsinasyonlarim olabiliyor, gelecege dair tahminlerim gerçeklesebiliyor falan filan.. Ama olurda bi gün kendi is yerimi açarsam sizinle veya sizin gibi insanlarla çalismayi çok isterim :)) Saygi ve hayranligimla..

YANIT

Psikolojinin bir bilim dalı ve psikologların ilaç yazma yetkilerinin olup olmadığı hakkındaki tartışmaları bilirsiniz. Özellikle benim devrimin popüler konusu “bilinç altı” diye bir yer (hatta kimlikte id/ego/süpergo diye bölünmüş bir yapı) hiçbir laboratuvar deneyinde (yani deneysellik ortamında, ampirik şekilde) bulunabilmiş bir şey değildir. Oysa pek çok kimse hayata bakışlarını bu kavramlara dayandırır. (Örneğin yanıtsız bir soru olunca “Hımm, bilinç altımda demek ki” benzeri yaklaşımlarda bulunur.)

Bilinçaltı konusunda doktor David B. Feldman’ın görüşlerini alalım:
“Bu görüşteki en büyük sorun, bilimsel olarak test etmenin imkansız olmasıdır. Genel bir kural olarak, bilim adamları bir şeyi ancak anlamlı bir şekilde gözlemlenebildiği veya ölçülebildiği zaman doğru kabul ederler. Bilinçsiz zihin, tanımı gereği, var olamaz. Sonuçta, temel özelliği tamamen erişilemez olmasıdır.” David B. Feldman Ph.D.1 (Does the Unconscious Really Exist? Some psychologists think the unconscious mind is pure fiction.

Biraz daha reel ortama gelelim: Psikolojinin üzerine kurulu olduğu (bilincin nöron çakışları ile meydana geldiği) bilinç yapısının bilinci var ettiği hakkında hiçbir bulgu yoktur.

“Çoğu bilim insanı ve filozof, bilinci, kimyasal olarak aracılık edilen sinapslarda birbirine bağlanan ve geçiş yapan “bütünleştir ve ateşle” beyin nöronları arasında karmaşık hesaplamanın ortaya çıkan bir özelliği olarak görür. Bununla birlikte, bu tür nöronal hesaplamanın bilinçli deneyim üretebileceği mekanizma bilinmemektedir. C. Koch, The Quest for Consciousness: A Neurobiological Approach.2

Parçacık fizikçileri ve teorik fizikçiler beyin ve bilinç konularına el atmaya başladıklarından beri psikolojinin geleceğinde kara bulutlar seçiliyor bence.

Sözlerimin temeli ise kuantum mekaniğine dayalı… Kuantum mekaniği fizik konularını araştırırken yolu bilinçten de geçince Quantum Mind (QM) adlı bir bilim dalı doğdu. Artık bilinç, standart psikolojinin bilincinden çok daha farklı şekilde açıklanmakta… Söz konusu bilim dalının ve de QFT, QET ve ETC teorilerinin (lütfen açılımlar için Sorular ana sayfasındaki açıklamalara göz atın) yol göstericiliği ile hayata bakmak henüz halk için olanaksız. Onlar da en küçük bir bunalmada kendilerine ezberletileni yapıyor, “hasta” olduklarına inanıyor, “bir uzmana danışıyor” ve ilk adımda “hasta” olarak tanımlanıyorlar… böylece evrenlerinde kendilerini hasta olarak var etmiş oluyorlar.

[Fark edilmesi güç olsa da, aslında psikoloji kendi -onların dili ile konuşayım- “travmasını” yaratan bir disiplindir. Kırsal kökenli kişilerin, işçilerin, esnafların, hatta-hatta aydınların hiç sevmediği “seri köz getir”ci olarak niteleyebileceğim kültürdeki kişilerin “panik atak hastasıyım”, ya da “kronik depresyondayım”, hatta “duygu küntliği tedavisi görüyorum” dediğini duymadım; 🙂 ruhsal sorun denilen tavırlar, örneğin anksiyete (söylenmesi bile zor 🙂 ) sergilediklerini gerçekten görmedim. Söz ettiğim travmanın, psikolojinin her derde deva olduğuna inanan kültürlü(!) kişiler arasında yaygın olduğu fark edilmelidir.

Bu iş benim devrimde “bunalım” diye başladı, artık “bipolar bilmemne”ye dayandı. 🙂 Yirmi sene sonra yeni disorderların adları öyle garip olacak ki, korkarım sadece baş harfleri söylenebilecek. ]

Oysa evren, onların hiç de hasta olmadıkları, bunu da geçelim, yaşadıklarından çok da şahane bir yaşam modelini içeren seçeneklerin seçilmesi şansını taşımakta. Hasta olduğuna inandırılan kişinin ise elinden bu imkan alınmış oluyor. Ne yazık ki kuantum fiziği ve beyin ilişkisini psikologların çoğunun –çok doğal olarak, yani konuları olmadığı için- bildiğini söylemek hayli zor. Sözlerim kesinlikle psikologları suçlama anlamında değil. Onlar da kendilerine iyidir diye öğretilen, en iyisi olduğuna inandıkları yollarla insanlara yardım etmek için yola çıkmış kimselerdir.

Şimdi sorunuza gelelim ve haddimi aşarak size teşhis koyayım. Aslına teşhis koymuyorum, yani sahip olduğunuz sorunun nedenlerini bir yığın arasından bulup çıkartmış değilim, bu yüzden had de aşmıyorum, sadece basit ve aslında ortada bir gerçeği dile getiriyorum: Sıkıntınızın nedeni kendinizi yaşayamamaktan kaynaklanan tatmin eksikliği ve bu eksikliğin celp ettiği NEdir. Milyarlarca insanın ortak kaderini, ya da derdini diyeyim, yaşamaktasınız. Bu evren, yani makrokozmos, beyninizden yayılan EM alanınızın özgün dalgaboyları ile var edilmekte. Var ettiğiniz sorunlu dünyada yaşarken daha fazla NE envoke oluyor ve bu durum bir zincirleme oluşum ile sürüp gidiyor. Zaten ataerkil kültür, insanın kendini yaşayamaması ve NE üretmesi üzerine kurulu… Arkadaşlarım bu oluşum gerisinde bir negatif bilinç olduğuna inanmaktalar; ki, ona tek tanrılı dinlerin Şeytan’ı diyebilirsiniz. Kişisel olarak olaya ben farklı, biraz daha bilimsel, bakıyorum. Bana göre bu yapı, ana alan olarak adlandırdığımız (bilimcilerin “bütünü ile Platonik değerlerle yüklü” şeklinde yorumladıkları) bir kuantum alanından -nedenini bilmediğimiz, ama teorilerimizin olduğu- bir kopma ile meydana gelmekte. Bu oluşum Yahudilik ve Müslümanlıkta “İnsanın cennetten kovulması ve dünyaya düşmesi” olarak anlatılmakta. Gerçekten de kuantum mekaniğinde evren, dalga fonkisyonunun “çökmesi” ile oluşuyor.

[Biraz dilimi sivrilteyim: Ancak “çağdaş insan” öyle bir tiptir ki; tanrı için saatlerce bedenini susuz bırakır; bir canlının yaşam hakkını elinden alıp, etleri bir güzel kendi midesine götürür; aynı tanrının kutsal kitabındaki sözlerine “burun kıvırır”. 😉 Kuran’ı pek iyi bilmeyen kişilere bilgi aktarayım: Kuran’da “Cennetten kovulma” teması Tevrat’taki gibi yılan üzerine kurulu -af edersiniz- saçmalamalardan uzaktır. Yılan, Kuran’da -kelime olsun- lanetlenmez. Düşme (çökme) nedeni, ateşten yapılı bir meleğe bağlanır ve bu satırlar bilimsel gözlükle üzerinde durulması gerekli bilgiler içerirler.]

Bilinçli olarak (yani insanlara NE ürettirmek için) yapılmış olsun, ya da kendi kendine var edilsin, aslında bu tartışma sorunuz dışında kalmakta. Üzerinde durmamız gereken nokta, bir negativite nedeni ile –bizim “dalga fonksiyonu yapınız” olarak ifade ettiğimiz- ruhunuzun, ya da bilimcesi: “bilincinizin” özgün yapısı doğrultusunda çökmemiş olması… ya da çökmüş halinde özgün yapısını realize edememesidir.

Çok basitleştirelim: Doğduğunuz andan başlayarak iki bacağınız olduğu halde, tek bacağınızı bağlayıp yaşamanız gerektiği size “iyidir, doğrusu budur, bunu yaparsan kabul görürsün, sorunsuz yaşarsın” diye öğretilmişse, iki bacak yürümeye başladığınızda çevrenizdeki iletişim kurmak zorunda olduğunuz kişilerden tepki alıyorsanız, bacağınızı bağladığınız anda içine düşeceğinizi durum, bana soruyu yöneltirken yaşadığınız ortam olacaktır. Bacak bağlı yürümeye çalışırken yaşayacağınız sıkıntı beyninizde olumsuz NTler salgılanmasına neden olacak, bunlar negatif elektrik diyebileceğimizi bir EM alan yaratacaktır. Kötü haber odur ki evreninizi yaratan bu kişisel alandır. Çektiğiniz sıkıntı bir de garip isimli ve benim ergenliğimden beri çeşitlilik ve garip isimlilikleri büyük hızla artan “hastalık”lardan biri ile “teşhis edilince” bütün başa çıkmaya çabaladığınız sorunlara bir yenisi daha eklenecektir. Oysa “bir şeyim yok, sadece fena bunaldım” dediğiniz anda bazı bilimcilere göre evreni bu şekilde yaratmakta, bazı diğerlerine göre bu gerçeği içeren paralel evrene atlamaktasınız. Yol hangisi olsa da, sonuç değişmemektedir.

Bu sözlerimin sıradan kişi tarafından (hele ki bilinçaltı, üstü, tavanı, çatısına inandırılmış bir kişi tarafından) öfke ile karşılanmaması zordur… çünkü bu düşünce, varlığını inşa ettiği şeyin bir halüsinasyon olduğunu söylemektedir. Hepimiz, psikologlar ve bendeniz dahil, gerçeğimizi bina ettiğimiz şeylerin gerçekte olmadığını duyduğumuzda -bu durum “bir ümidi yitirme” anlamına geldiği için- kötü şekilde hırslanabiliriz.

Bu duyguyu yenip, cesaretimizi toplayıp, yine aynı devrimci düşünce ile bir adım daha ilerlersek gelecekte tıp diye bir bilim dalı da kalmayacağı kehanetinde bulunabiliriz. İS. 3.000 yılının doktorlarının bizlere paralel evrene atlama ya da evreni doğru şekilde yeniden yaratmayı öğreten bilimciler olacaklarını varsaymak saçmalamak anlamına alınmamalıdır.

Başa dönüp sözlerimi yineleyeyim: Çektiğinizi sıkıntının nedeni, kendiniz olamamaktadır.

Bunca ettiğim laf, işin kolay yanını özetlemek içindir. Zor olan kısım ise daha fazla NE envoke etmeden kim olduğunuzu bulmak, daha da zoru, kendinize bu “gerçek siz”i yaşatma fırsatı bulmaktır!

Görülmektedir ki, arayışlar zorludur.


Teorikten, pratiğe geçelim: Özgün kimliğinizi bulup çıkartmak için pratikte yapılacak ilk şey HİÇ BİRŞEY İÇİN –kendiniz dahil- kimseyi suçlamamaktır. (Makro adlı, hiç birimizin tam olarak beğenmediği yapıyı sizin -ve de benimkini benim, falancanınkini falancanın- yaptığınızı unutmayın.) Suçlamaktan kaçınmanın nedeni ve amacı, öfke duygusunu sıfırlamaktır. Öfke ile sadece NE celp edersiniz.

İkinci olarak rahatlık adını verdiğimiz, ama genelde güzel bir manzaraya bakarken ya da kaykılmış otururken elde ettiğimiz duygudan çok daha derin bir içeriği olan ruh haline ulaşma antrenmanları yapabilirsiniz. Biz derslerde bu durumu kabaca “tam dağılma” olarak anlatıyoruz. Bu “dağılma” modlarını yakalamayı becerince, sürelerini arttırıp kendi yapınızı deşifre etmek kolaylaşmaktadır.

Rahatlama (ya da dağılma) adına meditasyona başlayabilirsiniz. Yaşadığınız yerde bu eğitimi veren bir kurum varsa başvurmanızı öneriyoruz, kimi zaman bir eğitmenle ilerlemek işleri kolaylaştırabilir. Eğer yoksa, belki web aracılığı ile, kendi başınıza bazı kazanımlar elde edebilirsiniz.

Her psikologun dedigi seyleri (düzenli uyku almak, saglikli beslenmek, spor yapmak, kitap okumak) yaptim, hala da yapiyorum. Ama ben ayni benim.
🙂 Değerli kardeşim; bu sayılanları yaparken stres atına girmek, başlı başına bir NE celbidir. Kimi az uyur, kimi çok; önemli olan kendini rahat hissetmektir. Sağlıklı beslenme: Güldürmeyin! İnsanoğlu bu günlere bütünü ile sağlıksız beslenerek gelmiştir.

Beden her şeye alışır… iş ki temelde RAHAT OLSUN. (Sağlıklı beslenme kötü bir şeydir asla demiyorum; ama ana gereklilik değildir.) Kitap okumak hakkındaki düşüncelerimi biliyorsunuzdur. Spor yapmak… Tabi ki harikadır… sevene! Kimi spor yaparak rahatlar, kimi halı dokuyarak, ya da biriktirdiği pulları ile oynayarak. Dileyen duyunca sinirden köpürebilir, ancak dilini tutabilen biri değilim: Amerikan kaynaklı jogging modası ile kalp krizi geçiren ve eklem sakatlıkları yaşayanların sayısının tavan yaptığı bilinir. Bir gym’e üye olmak, sosyalleşmek açısından iyi bir şeydir. Ancak yine de yürüme bandında kan-ter içinde kalmak yerine, yaşanan semtte çevre sokakları iyice tanımak için dolaşıp durmaktır asıl PE celp edecek olan. (Hanımlar; koşmayın, oryantal dans kursuna -ya da başka bir dans kursuna- gidin!)


[Bir kriter olmadığımın bilincindeyim, ama beni örnek almaya hazır kişilere (özellikle olgunluğa 😉 yaklaşmaya koyulmuş, 40lı yaşlardaki kişilere) reel umut vermek adına eklemek istiyorum: Gençliğinde psikologlara götürülmüş ve kendi isteği ile gitmiş biriyim. Önceki yanıtlarımda defalarca anlattığım gibi, kendi boyunda bir ilaç dolabım varken, neredeyse 30 yıldır –nadiren grip olmam dışında- Asprin ve yine nadiren Novalgin dışında ilaç almadım. Berbat bir beslenme düzenim var (yemek yapmayı bilmiyorum ve bekarım). Evimdeki aletlerle body çalışıyorum, gerçekten güzel bir bedenim var; ne kalori sayarım, ne protein supplement alırım. (Canımı dişime takıp soslu makarna ve kuru-pilava girişmem, o ayrı.) An bazında (yarın ne olur bilemem, tabidir ki bir yerim bozulacak, bozulacak ki, sonunda ölebileyim :D) ne ruhsal, ne fiziksel bir tersliğim yok ve 30 yıldır böyle. Oysa gençlikte mide rahatsızlığı geçirdim, ciğerimde gölge olduğu, spor yapmamam gerektiği söylendi (spor hocası oldum), kalbimde düzensizlik “teşhis edildi”, beyin elektromun çekilmesi gerektiğini bile duydum. Ve aynı gençlikte “cağdaş ve modern aydın” denilen, en küçük sorunda “uzmandan yardım alalım”cı (yaşama kendini bırakmaktan, akıtmaktan çekinen) modelden zırnık farkım yoktu. 😀 Sınırdan döndüm! Bu sitenin var olma ve işlerimi bırakıp, bıkıp usanmadan, soru yanıtlama nedenlerimden biri de felaketi bizzat yaşamış (tehlikeyi görmüş) olmamdır bence.

Muhteşem bir “yaşama insanı” olan ünlü araştırmacı yazar Halikarnas Balıkçısı’nın bir anısını kısaca ve aklımda kaldığı kadarı ile aktarayım: Arkadaş grubu ile (“Mavi Yolcular” ile) bir yelkenlide gezerken kayalık sayılabilecek bir yere gelirler. Teknedeki kişiler -neşeli bir gruptur- sahile sokulmak isterler. Kaptan ise teknenin zarar görebileceğinden çekinir ve talebi geri çevirir. Balıkçı öfke ile atılır “Gir!” diye bağırır; “Gir, bir şey olmayacak! Sen korkma iş ki!” Bu sözler asla otomobilleri arkadaşlar istedi diye gazlamak demek değildir. Bu olaydaki gizli şifreyi (iki olaydaki farkı), diğer bir deyişle, neden teknenin zarar görmediğini, sezen/anlayan okur, hayatı yaşamak hakkında, (doktor ve psikologlara sanılandan çok daha az gerek olduğu hakkında), hayata akmanın anlamı hakkında, bir şey öğrenmiş ve eğer “yaşamıyorsa” ilk adımı atmış demektir.

Dileyen siteye mesaj atıp, nedenleri bana sorabilir. Hazır yanıt CTRL+C ile gönderilecektir.

Utanarak ekleyeyim: Bu olayı yaklaşık kırk yıl önce duyduğumda, Cevat beyi (Halikarnas Balıkçısı’nı) sözleri ve ısrarı yüzünden kınamıştım! ;-D )

TVda rastlantı olarak izlediğim bir eski manken hanım, sunduğu programda nasıl sağlıklı beslendiği hakkında –haşlanmış kabak üzerine pul biber dökmek benzeri- tüyolar vermekteydi. Hanımı gençliğinden tanırım; her zaman zayıftı ve güzel bir kızdı (zaten Türkiye güzeli oldu). Ancak yirmi sene sonraki fiziği ile haşlanmış bilmemne yiyerek insanın ne hale geleceğinin canlı örneği idi bence. İşin gülünç yanı, programa konuk aldığı doktorun (ya da beslenme uzmanının, ne yazık ki popüler kültüre uzak olduğum için ismini veremeyeceğim), hemen onun ardından “Bu perhizlerle kendinizi mahvettiniz” demesiydi. 😀 Yiyecekler nimettir! Doğal besinleri yemek olarak güzelleştirmek insanı hayvandan farklı kılar. Cebinde parası olup, o hale gelmek için aç yaşamak bir kadına yakışacak şey değildir.

Son olarak: Herkesin şu noktayı gözden kaçırmamasını rica ediyorum: “Duygu Küntlüğü” lafını okuyunca –Türkçeyi ve Osmanlıcayı iyi kullandığına inanan biri olarak- manasını araştırmak zorunda kaldım. Var edilen Amerikan hastalıklarına, onlara bu kadar “elitist” Türkçe adlar takan zihniyete dikkatle yaklaşmak gerekir diye düşünmeden edemiyorum. (Elitizme inanan biriyim. Seçkinlik; ukala dümbeleği olup, diğer kişileri küçümsemek ve kibirlenmek, kendini -yalnızlıklarla dolu- “yukarılara” taşımak anlamında değildir.) ]

 

“Gerçekten ne üzüntü ne de mutlulugu çok hissedemeyen bi insanim hatta hemen hemen içimde bi hiçlik var desem yalan olmaz.”
Yine bir teşhis! Nereden biliyorsunuz? Birinin beynine girip, NTların o kişiye ne hissettirdiğini ölçtünüz mü ki? Neden her bir insanın kendine özel olduğunu kabul etmiyorsunuz? Siz de böyle birisiniz… Bu kadar basit bir şeyi, inanılmaz bir boyun eğişle, kırgınlıkla, dahası, bir eksiklik, hatta ayıp gibi söyleten Freud çıkışlı disiplinlere selam olsun. Vurun yumruğu masaya (tabi ki yapmayın, elinize yazık, çırpın elleri iki defa) ve “Ben böyleyim! Ama canım çoooook sıkılıyor, o ayrı, öffff!” deyiverin.

Son olarak, kulağa gerip gelecek ama, ben –damardan bir “psikoloji karşıtı” (özellikle de terapi denen ve negatif alanları sürekli aktif tutmaktan başka işe yaramadığına inandığımız şey karşıtı) olarak- psikologlarla görüşmeyi de ÖNERİYORUM! Onlar, kendilerini gerçekten yetiştirmiş, neyi/ne zaman/nasıl söyleyeceğini bilen ve yine bence güzel düşünen kişilerdir… bu yüzden en sevilen kankadan çok daha değerli dostlar olabilirler. Onlarla terapi yapmayın. Dost olun. Olağan konularda görüşlerini alın. Siz konuşmayın, onları konuşturun ve DİNLEYİN. Bence sözleri dinlemeye değer olacaktır.

Ve evet; dostluğun da parasal ederi vardır ve anaerkide para kutsaldır. Para madem ki yaşamı var eden bir şeydir; o nedenle tıbbi yardım, dinsel hizmetler, eğitim, cinsellik ve dostluk için de para ödenebilir.

Bu yaklaşımın yanlış olduğu, ataerkil bir yanılgıdır.

“Ama olurda bi gün kendi is yerimi açarsam sizinle veya sizin gibi insanlarla çalismayi çok isterim :)) Saygi ve hayranligimla..”
Ne güzel bir cümle bu! Hayranlık sözcüğü, adamın ruhunu güzel okşuyor doğrusu. 😉 Ama saygı… İşte bizim sistemimizde en değer verdiğimiz kavram!


Bizde hedef sevgi değil, saygıdır. Kişi, sevdiği bir diğerine zarar verebilir… hatta genelde verir! Sevgi bir belirleyici değil, bir lükstür. Sevgi, Cennet’ten yollanan (başarılarımız karşı yollanan) bir ödüldür. Sevgi duymak evrimle ilgisizdir.

Oysa saygı, evrim yolunda ilerlerken bileğimizin hakkı ile elde ettiğimiz özgün bir kazanımdır. Gerçek bir ruhsal gelişimdir.

Sevmek kolaydır. Güzel ve iyi olanı herkes sever.

Ama herkes saygı duyamaz.

Güzel ve iyi olana saygı duyabilen ise gerçekten gelişmiş, yani PE çekmekte olan biridir.

 

Okumayı sürdürün >>


SORUNUZU İLETİN!

PE için baska ne yapilabilir? Düşünmemek için yollar nelerdir?

Merhaba Janus
Pe celp edebilmemiz için az düsünmek,bol sosyallesmek, eglenmek gezmek süslenmek sevismek vb gibi insani rahatlatan aktiviteleri tavsiye ettigini biliyorum. Ve kesinlikle ayni fikirdeyim ama içinde bulundugumuz bazi degistiremedigimiz (is dolayisiyla sik tasinmak gibi) sebeplerden dolayi bunlarin bir çogunu gerçeklestiremiyor ve hayatimizda bunun ve rahatlatmasinin eksikligini hissediyorsak (ki saniyorum bu da ne celp ediyor) ne yapabiliriz? Misal benim her yerde kisa zamanda zar zor edindigim çevre tasinma sonucu orda kaliyor ve sil bastan baslamak gerekiyor. artik yeni insanlar tanimak onlarin size sizin onlara güvenmemiz birlikte eglenecek boyuta gelebilmek günümüzde daha zor gibi zaten. Kitaplari filmleri yanlis kaliplar empoze edebilir diye tavsiye etmiyorsunuz bunu da biliyorum. Kendimizi düsünceden alikoymak için yalniz basimiza ne yapabiliriz? El isi vb gibi seyler yaparken de çok sikiliyorumve zaten yine kendimi düsünürken buluyorum. Düsürmemenin ya da Pe alaninda uzun süre kalabilmenin yolu var mi? Sahane eglenceli bir yil gecirmeni dilerim. Sevgiler.

YANIT

Sorunuzdan bizim teorileri tam olarak yansıtamadığımız sonucuna eriştim. Sıklıkla yinelediğim gibi, ağır bir teoriyi (sistemi) hızlıca verilen yanıtlarla sağlıklı olarak yansıtmak biraz zor. Bu yüzden anlaşılamayan yerler kalabiliyor.

Bizim sistemde sosyalleşmek kesinlikle bir çözüm (yani PE celbi yolu) değildir. Örneğin ben, genç yaşımdan, bu yaşıma dek, sosyal ortamlarda (hatta arkadaş ziyaretlerinde) bunaldığım için, sürekli kavga çıkartan bir portre sergilerim. Benim pozitif yanım her zaman yalnızlıkla meydana çıkar. (İnsan ilişkilerim, özel ilişkilerimle sınırlıdır.)

Dikkat edilmesi gereken nokta, kişiye özgü PE celbi ortamını tespit etmektir. Kötü haber ise insanların en çok kendilerine yalan söylemeleridir. Bir dolu korku, endişe ve hatalı “hayatta kalma girişimleri” bizlere PE celb edeceğimiz ana/özgün alanımızı yanlış yerlerde aratır. PE celp edilen bir ortam sonrasında bir süre aşırı iştah kesilir, ya da iştah açılır, kişi sakinleşir, ya da hareketlenir. Yani tatmin, karakteri dengeler; aktif olmayan yanı aktive ederek dengeler. Yanlış saptanan PE celbi ortamlarının yanlışlığını bulmak ise –üzülerek söylemem gerekir ki- ciddi acı olaylara dayalıdır.

Bu sözlerimin nedeni size gerçek gereksiniminizin ne olduğunu bulmanızın önemini hissettirmektir. İlk adıma size hangi ortamın (örneğin sosyalliğin mi, yalnızlığın mı, çalışmanın mı, boş oturup çevreye bakmanın mı, flört etmenin mi, cinselliği minimize etmenin mi) rahatlık verdiğini bilgece, korkusuzlukla, kendinize çuvaldız batırarak tespit etmeye çalışmanızı önermek isterim.

Arayışın sonucunda sosyalliğin size rahatlık (yani PE) verdiğini belirlerseniz ne yazık ki hayat şartlarınızın ihtiyacınıza uygun olmadığı sonucuna varmak zorunda kalırız. Bu noktada sorulması gerekli soru, bu hayata ne kadar tolere edebileceğinizdir. Bazı kişiler mesleki başarı nedeni ile temel gereksinimlerini bir süreliğine askıya alabilirler. Bunda bir yanlış yoktur. Bazı kişiler ise kariyer yerine rahatlığı tercih eden karakterdedirler… bunda da bir yanlış yoktur. Eğer kariyer yanlısı iseniz, yapmanız gereken dişinizi sıkmak; rahatlık yanlısı iseniz (PE celbi ortamınız sosyallik ise) meslek değiştirmektir.

Bizler radikal yaşam tarzı değişikliklerine –temel anaerki undelerine fazla uygun olmasa da- sıcak bakarız. Uzun yıllar az da olsa acı çekmek yerine, bir zorlu yarma hareketi ile yaşam tarzını (tabidir ki darbeler almayı, kayıplar yaşamayı göze alarak) değiştirme girişimi –bizlere- daha doğru gibi gelir. Bu durumu soğuk denize kıyıdan ısınarak girmek yerine, rıhtımdan birden atlamaya benzetebiliriz. Özetle, radikal kararları dürüstlük ve “siz ve kendiniz” arasındaki istişareler ile siz vermek zorundasınız… aldığınız kararlarda bazen ciddi bedeller ödemenin gerektiğinin bilincine vararak… Ciddi bedeller ödemenin manası ise bir ölçüde kayıplar yaşayarak acı çekmektir. Bu yüzden bir kefeye değişim ile yüzleşeceğiniz acıyı, diğerine tatminsizlik ile çektiğiniz sıkıntıyı yerleştirmeli ve bir karar almalısınız.

“artik yeni insanlar tanimak onlarin size sizin onlara güvenmemiz birlikte eglenecek boyuta gelebilmek günümüzde daha zor gibi zaten”
Bu cümleniz, hayata bakışınızda yanlış demeyelim, anaerkil görüşe ters bir yan olduğu konusunda kuşku uyandırmakta. İnsanlarla eğlenmek için onlara güvenmek fazla gerekli değildir. Eğlenmenin kutsallığı, kolay elde edilebilmesindedir. Değerli bir dostluk ilişkisinde olduğunuz kimselerle fazla eğlenemeyebileceğiniz gibi, tanımadığınız insanlarla çıkacağınız bir yolculukta, hoş yerler görerek, güzel yemekler yiyerek, DOZUNDA alkol alarak unutulmaz anlar yaşamak olasıdır. Eğlenmek, kendini –kendi içinde- özgür bırakmayı gerektirir. Çevre koşulları eğlence yaratmakta –kişi bilinci olaya kapalı ise- etkisizdirler. Bir söz vardır: “Canını sıkmaya kararlı kimseleri kimse mutlu edemez” diye… Doğrudur bence… Eğlenmek, eğlenmeyi becermek, bir çeşit bilinç kıvraklığı gerektirir. Ataerkil yapılandırma altındaki beyinler için biraz zor olsa da, aslında her bir bilincin, en olağan, en doğal, en kolay uyanan yanıdır. İnsan adlı canlı temelde eğlenmeye odaklıdır. (Ataerki bu yüzden hayatı zor, ciddiye alınması gereken, zorlu şartlar (örneğin çilecilik) altında değerli olacak bir süreç olarak “kakalar”.) Bu gerçek “İnsan kaç yaşına gelse de çocuk bir yanı kalıyor” şeklinde halka yansımıştır. Çocuk sanılan yan ise kişiliğin ataerki baskılardan yakayı sıyırabilmiş, çılgınlığını koruyabilmiş aspektidir.

[Bazı öğrencilerim üzerinde –kulağa anlamsız ve saçma gelebilecek olan- bir metot, ataerkil kısıtlamaları aşmaları için etkin olmuştur. Metot ise –çözüm arayışı sürecinde- çocuk taklidi yapmalarını, kendilerini çocuk gibi görmeye çalışmalarını önerdiğim yöntemdir sadece.]

Kısıtlamaları tek başınıza aşmayı giderek becerdiğinizde, beyinde bu yarattığınız alana istediğinizde (örneğin eğlenmeye kararlı olduğunuzda) atlamak mümkündür.

Siz ve kendiniz… Daha doğrusu ruh ve beyniniz… İçinde yaşadığınız evreni ikiniz yaratmaktasınız. Bunun nasıl bir güç ve –kullanabilirseniz- özgürlük olduğunu hissedin lütfen. Bu gerçeğin altında tanrısızlık asla yoktur. Evreni ya tanrıdan alınan (ya da inançsızsanız PE adı verdiğimiz) bir dalgaboyu ile senkronize olarak yarattığımız unutulmamalıdır. Tabidir ki bunun tersi de (yani NE ile evren yaratmanın mümkün olduğu) unutulmamalıdır.

“Kitaplari filmleri yanlis kaliplar empoze edebilir diye tavsiye etmiyorsunuz bunu da biliyorum.”
Kesinlikle doğru! Ortalama iki buçuk saatlik bir film, ya da bir kitap (belki roman) boyunca beyine NE bombardımanı yaptırmak (tüm roman ve filmlerin “gelişim” bölümü kişide heyecan yaratmak adına olumsuzluklarla doludur), gelecekte kaderi etkileyecek olumsuz alanları başarı ile inşa etmek manasındadır. Okumak vazgeçilemeyen bir gereksinim ise, kişi dişini biraz sıkarak (bir ölçüde özveri ile, bizim sisteme göre “istemediğini yaparak”) ilgi duyduğu bir konuda yayınlamış ve gerçekliği kanıtlanmış bilimsel raporlara yönelebilir.

Editörün notu: Soru sitemize
30.12.2020 tarihinde ulaşmış; 31.12.2020 tarihinde yanıtlanarak sorucuya ulaştırılmıştır. Aşağıdaki bölüm Janus tarafından son redaksiyonda (24.04.2021 tarihinde) eklenmiştir.

[Bu sözlerimle kitap yayınlamamın çelişmekte olduğunun bilincindeyim. Kitap yayınlama işim, halen yaptığım işin ilerleyen yaşlarda minimize olacağını bilmem ve PE celp ederek yapabileceğim diğer işin kitap yazmak olmasıdır. Altını çizmek isterim ki, yayınladığım ve yayınlayacağım kitaplarda elimden geldiğince okurda NE yaratmamaya dikkat ediyor, hatta bu konuda majikal çalışma yapıyorum. Ancak korkarım ki bu çaba –evrenin gizli yapısı ve tanrılar hakkındaki bazı gizleri açıklamak adına yazdığım- Tutsak Evren ve Sınırların Ötesi ve yayınlayacağımız (ana teorimizin geniş çaplı anlatımı olan) Bölünen Evren adlı kitaplarım için geçerli değildir. “Evren, Şeytan tarafından yönetiliyor” konulu kitabın PE celp etmesi zordur… bu konuda dikkatli olunmasını rica ediyorum. Buna rağmen her kitabı PE celb eden odakların yönlendirmesi ile (onay alarak) yayınlamakta olduğumuzu bilmenizi isterim. Örneğin -yanıtlarımda söz etmiştim- önceden Remzi kitabevine verilen ve geri çevrilen kitabım onaylanmamıştı. Yayınlanmadığı iyi oldu.

Hepsinin ötesinde eğlendirme amacı ile (dikkatle) yazılan kitapların NE celp oranı da çok yüksek olmayabilir. Özetle; bu konuda hoşgörü ve anlayış rica ediyorum.]

“El isi vb gibi seyler yaparken de çok sikiliyorumve zaten yine kendimi düsünürken buluyorum.”
Çok güzel söylemişsiniz… Aktif ve entelektüel beyinlerin sorunudur bu. Aynı tip beyinler majide zikir olayında zorlukla başarı sağlarlar.

Sporcu ruhlu birini kütüphaneci; kütüphaneci ruhlu birini serüvenci yapamazsınız. Ne sporculuk kütüphanecilikten üstündür; ne de kütüphanecilik sporculuktan… (Ayrıca tabidir ki bir kişi hem kütüphaneci, hem sporcu olabilir.)

Bizler “düşünmeyin” derken “felsefe yapmayın” ya da “içsel konferanslar vermeyin” hatta “kafaya bir şey takmayın” demek istiyoruz.

Düşünün… araştırın… ama pozitif konularda!

Aklıma gelen “entelektüel beyinler için negatif enerji celp edecek şekilde düşünmeden durma” aktivitelerini sıralayayım:

  • Bulmaca çözmek,
  • satranç ve/veya nota ile müzik aleti çalmayı öğrenmek,
  • isim yaratmak benzeri bir oyun satın alarak tek başınıza oynamak,
  • ve projeler yapmak!

Bu “projeler yapmak” konusunu açalım:

  • Ev dekorasyonu hakkında araştırmalar yapın; planlamalar/projeler meydana getirin.
  • İnsanları eğlendirecek ve/veya erotik içerikli hikayeler yazın ve yayınlayın.
  • Yoga veya göbek dansı öğrenin.
    (Yoga da, oryantal dans da, anaerkide kutsaldır. Erkekler de –son derece erkeksi hareketlerle- oryantal dans edebilirler. Göbek dansı, cinsel ilişki hareketlerinin taklididir. Sekste erkekler genelde kadınlara oranla daha yoğun kalça hareketleri yaparlar. Bu yüzden erkeksi şekilde oryantal dans etmek olasıdır. Erkeklerin kadınlara oranla daha başarılı şekilde oryantal dans edeceği teorisi Bülent Kısa’ya aittir. Sohbetlerimizin birinde kendisi bazı hareketlerle bu teoriyi savunmuştur. (Bülent, üst düzey bir teakwon-do’cu, taekwon-do hakemi ve Zanshin kılıç ustasıydı.) Göbek dansı cinsel bölgede (Kundalini, yılan bölgesinde) birikmiş enerjiyi boşaltması açısından da yararlıdır. Göbek deliği anaerkide -annenin bebeğini beslediği yer olduğu için- kutsaldır. Anaerkil Lidya’nın efsanevi kraliçesi Omphale’nin adı omphalos‘tan (göbek) gelir. Omphale, Herakles’i yıllarca yanında (anaerkli kültürde) yaşatmış biridir. Bu gerçek Yunanlı mitograflar tarafından “Herakles kadın elbisleri giydi, nakış işledi” şeklinde lanetlenir.
  • Ortama biraz alışınca cinselliği ve beden yapısını düşünerek yeni hareketler yaratın. Yeni bir dans geliştirin. Arap müziği size itici geliyorsa, umarım gelmez, oryantal figürleri rock müzik ya da klasik müziğe uyarlayın.
  • Güzelleşmek adlı alanda araştırma yapın.
    (Giyim kombilerini, makyaj sitillerini inceleyin. Kendinize -ciddi bir araştırma sürecinde dayalı- yeni bir çehre yaratın. Giyimden hoşlanıyorsanız, yeni bir tarz oluşturun, bütçenizi ayarlayın, neleri satın alacağınızın projelerini yapın; azar azar satın alın. Yeni bir siz yaratın.)
  • Borsaya merak sarın. Öğrenmeye başlayın.
    (İmkanınız varsa minik alım satımlarla küçük çaplı kumarlar oynayın.)
  • Biraz sınırları zorlamama izin verin: Porn filmler izleyin, kadınsanız (nickinizden öyle olduğunuzu düşünüyorum) oradaki kadın modellerin beden dillerini inceleyin, bunları kendi bedeninize perkitin, çalışın ve erkek arkadaşınızın değişen tepkilerini (yeni siz ile giderek dağılmasını 😉 izleyip eğlenin. (Tabidir ki işi sürekli onun zevkine hizmet etmeye dayandırmayın.)
  • Ve çok sevdiğim bir öğrencimin kendi bulduğu bir yol: Bir blog açın ve oraya her gün, geçmişte meydana gelmiş GÜZEL BİR OLAYI ekleyin. Bu olayları bulmak için araştırma yapın.

Yani aklı (entelektüel kapasitenizi) kimbilir kimin yazdığı kitabı okumak ve onun fikirlerini beyninize kendi elinizle enjekte etmek yerine, kutsal alanlarda (güzelliğe, sekse, spora, dansa vb.) bir casus gibi enjekte edin. Hayırlı konularda DÜŞÜNÜN ve ARAŞTIRMA YAPIN.

Aslında düşünmemenin en kolay yolu eylem, yani bedenin hareket halinde olmasıdır. Boş oturan düşünür. 😉

Birkaç hadis örneği verebilir miyim?

“Kıyamet koparken sizden biriniz elinde bir hurma fidanı bulunursa, şayet ölmeden önce onu dikmeğe güç yetirebilirse onu diksin.” (Buharî, el-Edebü´l-Müferid, 1/499)

“Hastalığın için sıhhatinden, ölümün için hayatından istifade et. Vaktini boş geçirme.” (Buharî, Rikak 3)

(Hz. Muhammet konuşuyor) Giderken hiçbir iş yapmıyordu. Boş duranı Allah sevmez. Allah’ın sevmediğine selam vermedim. Dönünce ise, bir çöple yeri karıştırmak suretiyle de olsa, bir şeyler yapıyordu. Onun için selam verdim. (Kaynağı belirsiz.)

Ve son olarak: Eğlenebileceğiniz bir ortam yaratmak, gerçek anlamı ile PE belirtisidir. Eğer yaratamıyorsanız, durun biraz… bir şeylerin ters gitmekte olduğunu anlayın… dağılın evrene bir süre… Beyin elektriğinizi sıfırlayın. Sonra yeniden bir çabalamaya, yani bir serüvene başlayın.

Tanışlarla otururken eğlenmeye başlayamıyorsanız PEden yardım almak adına onu celp edin: Ağır konuları nazikçe kesin ve -karşınızdakinin ya da karşınızdakilerin eğilimlerini dikkate alarak- eğlenceli bir konu açın. Yaratıcı olun. Can sıkıcı konularda birbirlerini yemeyi sürdürüyorlarsa o ortamdan uzaklaşın. NE pompalayan ortamlarda sosyalleşmek hayırlı bir iş değildir.

Okumayı sürdürün >>


SORUNUZU İLETİN!

Dogum öncesini neden hatirlamiyoruz ?

-Yeniden dogmak yalan mi ?
-ruhsal evrime (tekamül) ne gerek var , ruh zaten mukemmel degil mi ?
-Ya filmin sonu siyah ekran sa ? (boyle olursa zaten birsey degismez tepki veremicemiz icin 🙂 )
-ego nun sebebi dogum oncesi yapilan perdeleme diyorlar ?
-rüyalar asil alem ise beyin olmadan nasil ruya gibi bisi gorcez ?, rüya icin beyin gerekmiyor mu ?

YANIT

Sorunuz, sorularınızı apaçık içerdiği için tek-tek yanıtlarsam sanırım sizi tatmin edebilirim.

“Dogum öncesini neden hatirlamiyoruz ?”
Sorunuzu “neden tam netlikle hatırlamıyoruz?” şekline evireyim; çünkü bazı kişiler bazı şeyleri hatırlayabiliyor. Örneğin ben geçmiş yaşamımdan bir sokak hatırlıyorum. Sakin ve güzel bir sokak bu, özellikle sokaktaki ağaçları hatırlıyorum. Öyle ki, gördüğüm bazı ağaçlar (ya da konumları) bana garip bir mutluluk vermekle kalmıyor, o sokağı farklı şekilde, farklı açılardan anımsatıyor.

Neden netlikle anımsamadığımız sorusunun yanıtı beyin adlı organ ile doğmuş olmamız ve hatta önceki yaşamımızda sahip olduğumuzdan farklı yapıda bir beyin ile doğmuş olmamızdır! Reenkarnasyon konusunda bana kalırsa düşülen en büyük hata önceki yaşamlarda Dünya adlı planette olduğumuz düşüncesidir. Oysa evren boyunca nice farklı ortamda bedenlenmiş olmamamız için bir neden yoktur. Bu öncel (belki de farklı yaşam formu) bilincini oluşturan organ (belki organ değil bir bulut?) ile, dünya adlı planetteki hayatımızdaki bilincimizi yaratan organ (yani beynimiz) birbirinden farklı yapıda, farklı algılar var eden organlar oldukları için her şeyi net biçimde algılamak mümkün olamamaktadır.

Önceki yaşamda dünyada doğmuş olsak bile anılar yaşadığımız beyindedir. Beyin ölünce, anıların deposu da dağılır. Diğer alemde, oraya bizden önce geçmiş alanlarla kontağımız “A, falanca geliyor, onunla filan tarihte ne güzel bir gezme yapmıştık, gidip iki laf edeyim” şeklinde olmaz. Alanların frekansı arasındaki senkronizasyon ile gerçekleşir. Diyelim çok sevdiğiniz annenizi yitirdiniz. Aranızdaki sevgi adlı duygu aslında sempatizasyon (çekim) yasası var eder. Diğer alem adlı “alanlar dünyası”nda bu çekim sizi yeniden birleştirir… anılar değil.

“Yeniden dogmak yalan mi ?”
Bize göre değil. Ancak biz her şeyi bildiğini iddia eden kişiler değiliz. Belki de kendimizi aldatıp duruyoruz. Fakat eğer bu düşünce bize iyi geliyorsa, kendimizi aldatıyor olsak da çok da iyi bir iş yapmış oluruz; çünkü bu yaşamda insanın kendini iyi hissedeceği şeyler yapmasından iyi bir şey yoktur. 🙂

“ruhsal evrime (tekamül) ne gerek var , ruh zaten mukemmel degil mi ?”
Hiç değil! Eğer mükemmel olsa, tanrının yanında (ya da inançsızsanız mükemmel kuantum düzeyinde) olurduk. Sorunların yer aldığı, iyilik kadar kötülüğün de bulunduğu makrokozmos adlı ortamı meydana getiren BİZİM bilincimizdir. Yani bu az-biraz bet ortamı yaratan bilinç tabi ki mükemmel değildir. Mükemmelleştikçe (yani beyin EM alan frekansımızı tanrınınkine yakınlaştırdıkça) sorunların çok daha az olduğu bir evren yaratmış olmaktayız. Bu yaşamda iyi ve kötü olarak adlandırılan iki polar yapı arasında iyiyi seçerek ilerleriz. Yani evrimde geri gidiş çok nadirdir; çünkü insan bilincinin orijinal hali tanrısaldır. Tanrının parçasıdır. Cennet bir ödül değil, koptuğumuz orijinal yerdir. Her şey gerçeğine (orijinaline) döner. Bu yüzden evrimde hep ilerleme vardır.

“Ya filmin sonu siyah ekran sa ?”
Hiçbir şey fark etmez. Bir ameliyata girmeden insan kaygı ve korku içinde “kendini yer”… Oysa narkozu alınca kaygı biter, her şey sıfırlanır. Ancak “ya siyah ekransa” diye düşünüp durursanız, yaşarken siyah ekrana baka-baka kararırsınız. 🙂

“ego nun sebebi dogum oncesi yapilan perdeleme diyorlar ?”
Bunları kim diyor bilmiyorum ama bana gelen sorulara bakıp “Yahu bu dünyada ne kötümser adamlar var” demekten kendimi alamıyorum. Bu –lütfen darılmayın- “boş beleş” tartışmalarla pırıl-pırıl günler ve geceleri telef etmek ne yazık. Ego neyse ne… aman ne önemli! En önemli şey size akan bir ilgidir. Bir hayvanın, bir ebeveynin, bir sevgilinin, bir arkadaşın, karşı cinsten gel-geç birinin, bir bitkinin… hatta güzel bir yemeğin, nefis bir kokunun size akan güzelliği, dahası “sizden kendinize akan bir güzel duygu… ki, bizim sistemde bundan değerlisi yoktur.

Hem ego diye bir şey olduğunu kim bilebilir? Şu insanlara şaşmamak zor: Çağdaş insan portresi her şeyde bilimi arar; Ampirik bilgi kutsaldır. E kardeşim, tamam da, ego (hatta bilinçaltı) diye bir şey olduğu hangi labortuvar ortamında deneysellikle bulunmuş? Bırakın bu işler tanrı aşkına… Başınızı kaldırıp yıldızlı göğe bakın ve “Acaba yarın hangi ayakkabımı giysem daha güzel olurum?”, ya da “Yarın muhakkak o anlaşmayı yapacak paraları cukkalayacağım” diye düşünün. Yaşam tarzınıza ters sözler mi bunlar? Olabilir. Mutfağa gidip bir ekmek kızartın, üzerine peynir koyun “Yaşamı emiyorum” diye tadını çıkararak yutun.

(Bilinç altı ve psikoloji hakkında somut verilere dayalı bilgi edinmek adına Duygu küntlügü (Psikoloji ve Psikologlar) adlı yanıtı okuyabilirsiniz.)

“rüyalar asil alem ise beyin olmadan nasil ruya gibi bisi gorcez ?, rüya icin beyin gerekmiyor mu ?”
Rüya için en gerekmeyen şey beyindir. İzninizle sizi eleştireyim: Tüm mesajınızdan ataerkil bilime demir attığınızı anlamak zor değil. Oysa sizin bilim sandığınız şey çoktan gerilerde kaldı. Aşağıda çağdaş bilimcilerin (ki, çoğu parçacık fizikçisidir) teorilerini bulacaksınız. Laf buraya geldi, işe biraz başından başlamak şart oldu. Umarım yeterince açıklayıcı olabilirim.

Uyuduğunuz anda evren, yani beyniniz dahil her şey (bedeninizden, komşularınıza, içinde yaşadınız sokaktan, ülkeye dek her şey) yok olur. Uyku, parçacık halinden dalga fonksiyonuna geçiştir. Makrokozmosu meydana getiren her parçacık (örneğin elektronlar) hem dalga, hem parçacıktır. İnsanlar ve tüm canlı ve cansızlar da elektronlardan yapılı olduklarına göre, onlar da hem dalga, hem parçacıktırlar. Parçacık halimiz geçici bedenimiz, dalga halimiz ise spiritüel ve mistik ortamlarda “ruh” diye adlandırılan gerçeğimizdir.

Kişi uyuduğunda beynine bağlı EEG ile araştırma yapan kişiler, uyuyan kişinin kendi evrenlerinde, kendi bilinçleri yarattıkları kopyası üzerinde deney yapmaktadırlar. Uyuyan için onların var olduğu evren sıfırlanmıştır.

Siz uyarken çalar saat öttüğünde, ya da üst kattaki yaramaz iskemleden yere atlayınca, hatta partner veya eşiniz size arzu le dokunduğunda bir ölçüm meydana gelir… dalga fonksiyonundan yeniden parçacık haline dönüşür, ya hafifçe küfür eder, ya da keyifle gülümsersiniz. Beyin, bir tetikleme ile (uyku ile) bizi diğer aleme geçirir ve görevi biter, yani evrenle birlikte yok olur; çünkü onu da var eden bilincimiz yok olmuştur. Sonra bir uyarı ile dalga fonksiyonu çöker, evren yeniden var olur. Bilinciler bu değişimin nasıl olduğunu (yani parçacığın nasıl dalga, dalganın parçacığa dönüştüğünü) çözememektedirler. Çözebilmek adına ünlü çiftyarık deneyi yapılmıştır. Ölçüm aleti konulduğunda, yani ölçümü bilinçsiz bir alet yapıyor olsa bile, dalga fonksiyonundaki parçacık çökmekte; dalga, parçacık (yani kabaca madde) olmaktadır.

Çöküşün nasıl olduğu (hangi yolla olduğu) hakkında Roger Penrose objective reduction (objektif çöküş, OR) teorisi ile açıklar. Yani belli bir eşiğe gelen dalga fonksiyonu KENDİ KENDİNE (objektif şekilde) çökmektedir. Objektif çöküş ile ise dalga, parçacık şeklinde çökmekte, evren var olmaktadır. Hameroff: “Bilincin çökmemiş, hala süperpozisyon halindeki öncülleri bir şekilde rüyalar gibidir. OR meydana geldiğinde, evren -en azından küçük bir kısmı- uyanır. 1

Çöküşler çoğaldıkça gama senkronizasyonu meydana gelir. Şimdi de bu konuyu biraz açalım: Aksiyon potansiyeli (buna kabaca “bilinci yaratan bio-elektrik akımı” diyelim) birbirini izleyen nöronlarla ilerler. Oysa gama senkronizasyonu ile bu durum beynin çok geniş alanlarına aynı anda gap junction aldı elektrik sinapslarla (bağlantı yerleri ile) yaratılmaktadır. En önemli nokta şudur: Böylelikle gap junction’larda bir kuantum dolanıklığı olduğudur. (Majinin temeli buna dayalıdır.)

Gama senkronizasyonu diğer aleme geçiş ile ilişkilendirilmektedir. Yani gama senkronizasyon frekansı ne kadar yüksekse, beden dışı deneyim (dalga fonksiyonuna geçiş) o kadar yoğun olmaktadır. Hameroff gama senkronuna ulaşan beyinler için şöyle demektedir. “Belki de daha yüksek enerjiye, frekansa ve yoğunluğa sahip olduklarını OR bilinçli anlara veya kuantumlara sahip olduklarını söyleyebilirsin. Kuantum dünyasının daha derinlerine iniyorlar.” 2

Ölüm anında ise evrenin dağılması tam olduğu halde bilim adamlarına göre “bilgi” (bu sözcüğü daha iyi anlamak adına ezoterik açıdan yorumlayalım ve “bireysel ruh yapısı” diyelim) Planck düzeyinde (buna da “mikrokozmos uzayında en küçük düzeyde” diyelim) hala vardır… yok olmaz. Ezoterik teorilere göre frekansına uygun olarak ya Cennet’e (yaratıcının yanına) ulaşabilecek, ya da frekansına uygun ortamda yeniden çökecektir. Reenkarnasyon budur.

Hameroff “(Ölüm anından sonra) Ve belki de bilgi yeni bir yaratığa, bir zigota veya embriyoya geri çekilebilir, bu durumda reenkarnasyon gibi bir şeye sahip olursunuz.”3

 


 

DİP NOTLAR

[1]

 

“The un-collapsed, still-superpositioned precursors of consciousness are somewhat like dreams. When OR occurs, the universe—at least a tiny portion of it—wakes up.”

[2]

 

“You could perhaps also say they were having higher energy, frequency and intensity OR conscious moments, or quanta. They go deeper into the quantum world.”

[3]

 

“And perhaps the information can get pulled back into a new creature, a zygote or embryo, in which case you’d have something like reincarnation.”

Horned God, Paganizm, Anaerkil Panteon

Horned God nedir ve anaerkil bir panteon var midir? Bir de ek olarak sizce paganizm nedir? Dirilme ihtimali var midir?

YANIT

Horned God’ı “Baphomet” adlı keçi kafalı ilah/imaj olarak algılarsak (ki, Şeytan/keçi sentezinin kaynağıdır)
çıkış noktası Kabalist olan Eliphas Levi’dir. Eliphas Levi -asıl adı Alphonse Louis Constant olan- ve başta Katolik rahiplik eğitimi alan, ismini sonradan İbranice olan Eliphas Levi’ye çeviren bir kişidir. Okültisttir. Tarot kartlarına Kabalist imaj ve bilgiler yükleyip, bugün kullanılan kartları yaratan üç kişiden biridir. Günümüz Tarot’unda bilgelik arayanlar onlar yüzünden sadece dünya dışı Yahudilik nosyonlarını sürekli canlı tutmakla kalmamakta, geleceklerine bu aspektten bakmaya itilmektedirler. Tarot ilk başta kehanetle ilgisiz olan, asillerin oynadığı bir kart oyunudur. Bu görsellere ilahi anlamlar veren, dahası Eski Mısır’a (yani Yahudiliğe) bağlayanlar bu üç kişidir.

Bu konuda henüz yayınlanmamış olan “Tarot’un Gerçekleri” kitabımdan alıntı yapayım.
(Editörün notu: Yeni girdiğimiz kitap yayınlama işindeki projelerimiz içinde sözü geçen kitabın yayınlanması ve yeni bir fal destesi de vardır.)


Levi’nin iyicil bir hayvan olan keçi ile, evrenin kötülüğünün odağı Şeytan arasında nasıl bir bağlantı kurduğunu anlamak güçtür; çünkü keçi -tüm diğer düz dişli (kanini, yani köpek dişi uzun olmayan) hayvanlar gibi- sadece ot yiyen ve insan dostu olan bir hayvandır. Keçinin sütü içilir, eti yenir… Keçi, diğer birçok otobur hayvan gibi insanlarla iç içe yaşar, insanlar için yaşar ve insanlar için ölür. Fakat çok sekslidir keçi. Bu yüzden köylüler sürülerde erkek keçilerin cinsel organını genelde bez bir torba içine koyarlar. Unutulmamalıdır ki Yahudilik dininde dünyasal arzular ve seks günahtır.

Şeytan/keçi benzetmesinin ikinci ihtimali ise daha derin bir konudur ve kavramlara biraz daha dikkatli bakmayı gerektirir. Zeus, birçok çağdaş araştırmacıya göre Yahudilik tek tanrısı olan Yahveh’in “maskeli hali”dir. Yani Yahveh olarak isimlendirilen tanrı (ya da görüş ve sistem) ilk olarak kendini İlk Çağ paganizmi içinde farklı baş tanrılar olarak göstermiş, giderek maskelerini birer birer atarak sonunda aseksüelliği yücelten tip tek tanrıcılığı kurmuştur. Maskeli öncel baş tanrı kimliklerinden en önemlisi ise Zeus’tur. Zaten söz konusu birbirinden farklı ülkelerin paganizmlerinde yer alan baş tanrıların mitleri ilginç şekilde benzerdirler; örneğin çoğu onu besleyen anneyi öldürür. (Bu konuda detaylı bilgi edinmek için Tutsak Evren ve Sınırın Ötesi adlı kitabımı okuyabilirsiniz.)

Yunan mitolojisinin (inancının) kutsal kitabı olan Theogonia’ya (Hesiodos) göre Kronos adlı evrenin hükümdarı tanrı bütün çocuklarını yutmaktadır. Ana tanrıça ve karısı olan Rhea sonunda ona bir taş yutturur ve Zeus’u kurtarır. Saklanan bebek Zeus, Amalthea adlı bir keçi tarafından beslenir. Amalthea’nın Yunancadaki lakabı “şefkatli tanrıça”dır ve öncel bir besleyici tanrıçanın varlığına gönderme yapar. Bu tanrıçanın kökeni büyük olasılıkla Girit’teki gelişmiş Minoen kültürdür. Amalthea zaten Zeus’u gizlice Girit’teki Aigaion dağında (Keçi dağı) beslemiştir. Ancak Zeus erişkinliğe ulaşınca ilk iş olarak keçiyi öldürür. Onun benzeri olan Babil inancı baş tanrısı Marduk’un da süt annelerini öldürdüğü Enuma Elish’de anlatılır.

Ayrıca keçi, Sakarya nehrine bırakılan bebek Attis’i de beslemiş ve hayatta tutmuş hayvandır. Attis, gelecekte Anadolu Ana Tanrıçası Kybele’nin büyük aşkı olacaktır.

 

Bir anaerkil pantheon yoktur… hatta anaerkil bir din ya da inanç sistemi olduğu bile söylenemez. Ancak Ana Tanrıça figürü TÜM ataerkil din ve mitolojilerde (evrenin öncel yöneticisi olarak) yer almıştır. Neredeyse tüm araştırmacılar Ana Tanrıça’nın Hıristiyanlığa “Meryem Ana” olarak girdiği konusunda hemfikirdirler. (Söz konusu araştırmacılardan bazıları Joseph Campbell, Azra Erhat ve Cevat Şakir Kabaağaçlı’yı sayabilirim.)

Anaerkil pantheon aslında Yunan mitolojisinin büyücülerinde ya da titanlarında izlenebilir. Örneğin (ilk aklıma gelenlerden) başta Kybele; ardından Circe, Kalypso, Pasiphae, Medeia, Ekhidna, Medusa, Hecate, Oceanos, Saturnus, Janus gibi kimlikler genelde Yakın Doğu, Kolhis, Anadolu ve Roma öncesi bölge tanrılarının kimi zaman lanetlenerek Helenleştirilmiş halleridir.

Ancak tarihte anaerkil uygarlıklar (ataerkil aryanlar tarafından yok edilen Mohenjo Daro ve Harappa uygarlıkları, Çatal Höyük uygarlıkları) ve imparatorluklar (Lidya imparatorluğu,1 Etrüskler2 ve Minos uygarlığı)
görülmüştür. Her üç uygarlıkta da soy kadını izler.

Lykia ise bölge olarak da anaerkildir.

Anadolu Tanrıları, Halikarnas Balıkçısı, s. 68

Lykia’da soy saptaması için -tıpkı Girit’te olduğu gibi- asıl ana ve nine ve ninenin ninesinin adı sayılırdı. Baba ve ata değil.

Anaerkil bir uygarlığın yapısını tanıtmak adına Witcombe’un kitabından, Minoen uygarlık hakkında alıntı yapayım:


Minoan Snake Goddess, Christopher L. C. E. Witcombe – 5. The Snake Goddess in Minoan Culture

Erkek orijinli toplumlarda yer alan işaretlerin bulunmadığı İÖ 2. milenyum doğu Akdeniz uygarlığında duvarlı kaleler, tahkimat, tanrılara tapınaklar, hiyerarşi temelli sosyolojik oluşum, kral ve rahipler, ülkeyi öven yazılar içeren kitabeler yoktu.

O heykelcikler (yılan tanrıça heykelcikleri) Minoan uygarlığının hayran olunan karakteristiklerinin birer bedenlenmesi; şık kostümleri; hassas ama açık sözlü kişilikleri; elit zevkleri; lüks sevgileri; kibar davranışları; yüksek zekaları; sevimli ve candan safiyetleri; ve güzellik, doğa ve barış aşklarının yorumudur.

 

(Yılan tanrıça dedim; ataerkil bilgiler etkisinde olan kişilerin hatalı düşüncelere yönelmemesi için bir de dipnot gireyim: Yılan, unutulmuş çağların şifa ilahıdır. Eczacılık ve tababetin sembollerinde bu yüzden yılan vardır. Kuran’da hiç bir surede (insanın Cennetten atılması öyküsünde bile) yılan (Yahudilik ve Hıristiyanlıkta olduğu gibi) lanetlenmez, günahkar hayvan olarak gösterilmez, Şeytan ile eş tutulmaz.)

Anaerkide sistematik bir dine gerek olmadığı düşünülür; bu yüzden dini yoktur.

Anaerki, erkekler dahil, insanoğlunun öz yapısını yansıtan her şeydir. Doğayı seven, ona saygı duyan, tanrısal (sübjektif ama mutlak iyi ve dost) bir şeyin varlığına inanan, bu etkiyi doğada gören kişilerin bir ölçüde paganist oldukları söylenebilir. Ancak hala da böyle bir ayrım yapmak, sınır çizmek, isim koymak yanlıştır.

Siz sormamış olsanız da “Biz kendimize neden paganist diyoruz?” sorusuna ise “Kendimize bir ad bulamadığımız için” şeklinde yanıt verebilirim.

“Paganizmin dirilmesi”, “insanları daha mutlu edecek bir izm, inanç ya da din var edilmesi” gibi düşünceler ve girişimler, gerek duydukları kişilik gücünü kendilerini “kurtarıcı” kimliğinde lider ilan ederek arayan kişilerin işidir ve de bütünü ile ataerkil yaklaşımlardır. Herkes kendine neyin iyi geleceğini yönlendirilmeye gerek duymadan SEZEREK bilir. Yolunu ararken, ya da yolunda ilerlerken sorularını çeşitli farklı kişilere sorabilir. Ancak aldığı yanıtların YÖNETİCİ değil, kendi özgün yapısını ZENGİNLEŞTİRİCİ olmaları gerekir. Aldığı yanıtları kabul etme veya reddetme erki kendinindir. Söz konusu yanıtları özünde rezüme eder ve işine yarar şekle ÇEVİRİR. Onları özgün yapısına KARAR. “Zenginlik” olarak nitelediğim durum sunulan yanıtlara boyun eğerek değil, söz ettiğim metot ile var edilir.

The Gulistan Of Sa’di, Şeyh Sadi Şirazi
Tembih 21
Algıladığın şey, senin tarafından zamanla bilinecek.

Okumayı sürdürün >>


SORUNUZU İLETİN!

 


 

DİP NOTLAR

[1]

 

Ünlü Lidya kralı Krezüs’ün “Karun” olarak öykülere geçmesi, onun döneminin ve de genelde Lidya imparatorluğunun refah, uygarlık ve mutluluk seviyesini göstermektedir.

[2]

 

Etrüsklerin Türk oldukları hakkında pek çok teori vardır. Atatürk bu konuda bir çok araştırma yaptırmıştır.

cinler yardimiyla bakim , haber alma , istihbarat? (Varlık Edinme)

merhabalar nasilsiniz soruma ben havass ilmi üzerinden örnek vericem diger ekollerdede bunun karsiligi ne ise ayni sorum ve merakim diger ekoller içinde geçerli , kendisine hoca medyum havassçi denilen kisiler (gerçekten cinlerle ilgili bilgili kisilerden bahsediyorum yalancilardan degil birde yildizname ebced remil benzeri seyleri kullananlari degil ) genellikle kisiye bakacaklarsa ismini anne adini ve dogum tarihini fotografini veya mekana bakicaklarsa mekanin ismini alirlar ve suya aynaya tirnaga cinleri davet ederek veya kulak daveti yoluyla ses alarak veya direk cinleri görerek onlara sorular sorarlar , kisiler veya mekanlarla ilgili her türlü istihbaarat ,haber alma, bakimlariyla ilgili cevaplari alirlar ,bunu yapmayi çok istiyor ve merak ediyorum , bu anlattigim olayin dogrulugu nedir ,bunu nasil yapabilirim ,siz böyle bir seyin egitimi veriyor musunuz ?arastirmalarima göre bunu yapabilmek için, benim için yapilmasi çok zor olan imkansiz olan, riyazat ,halvet ,yüksek yüksek zikirler gibi yaparak bunu yapmanin cinlerle iletisime geçmenin haber almanin mümkün olacagi söylendi ,ancak ben bunu yapamam bunun daha pratik kisa kesin yolu var midir ?saygilar sevgiler

 

YANIT

Maji, evrenin dokusunu iradi biçimde yeniden biçimlendirmektir. Yani bu gibi konuların öznesi, evreni meydana getiren mutfaktır. İyi haber odur ki bilim, evreni (yani makrokozmosu, daha basitçe beş duyumuzla yaşadığımız ortamı) meydana getiren yeri (mutfağı) keşfetmiş ve LHC ve Tevatron ile oraya ulaşmakla kalmamış, orada işler yapmaya başlamıştır. Ortalama 10.000 yıllık “kültür geliştiren insan”lık tarihinde ilk kez gerçekleşen bu olan bizlerin çağında yaşanmaktadır.

Bilimciler, bu nedenle bir anlamda okültisttir. 🙂 Ancak onlar çalıştıkları alan ile beyinleri değil, aletlerle iletişim kurdukları için, biz majisyenlerin yaptıklarını ifa edebileceklerini söylemek mümkün değildir. Bilimciler, okültistlerin açmak zorunda oldukları gizemli kapıların somut anahtarlarını altın tabakta bize ulaştıran farklı cengaverlerdir.

Bu yüzden “Maji artık bilimdir” demekteyiz.

Söz ettiğim gerçek nedeni ile faldan cinlere her bir şeyin nerde oldukları ve nasıl işledikleri artık –evrene hem bilim, hem okült açıdan bakan gözlere- sır değildir.

Andığım gerçekler aslında radyasyonlar, dalgaboyları, eksitasyonlar ve alanlara ilgilidirler ve 722 sisteminde biz bunlara “keşfedilmemiş bozonlar”, ya da “keşfedilmemiş temel parçacıklar” demekteyiz. Unutmamak gerekir ki LHC’de her gün yeni bozon ve parçacıklar bulunmaktadır ve bazı bilimciler bu ortama şaka ile karışık “hayvanat bahçesi” demektedirler.

Aslında her beyin an bazında bunlarla kontaktadır ve evreni böylelikle var eder. Ancak halk arasında “hüddamlı hoca” veya “hoca, medyum, havassçı” şeklinde dile getirdiğiniz kişiler, bu ortamdaki gerçekler ile bilinçlikontaklar kurabilen, onlara yön verebilen beyinlere ve bilgilere sahip insanlardır.

Hüddamlı hocalar, kendilerine hangi yol öğretilmişse, ya da hangi tradisyonda yetişmişlerse, kontağı öyle oluştururlar. İslami majide zikir esastır. Bu yüzden zikir kullanırlar. Eğer zikir majideki tek kontak yolu iolsa, zikir kullanmayan batılı majisyenlerin majiyi asla yapamayacakları söylenebilir. Oysa batılı kimseler de eğitilmiş bir beyin ile aynı kontakları kurabilmektedirler.

Kişiye özel cinler (spiritüalizm ortamının “varlıklar”ı), anılan bozon ya da dalga boyları ve kişisel beyin elektriği frekansının kontağı ile, bireye özel var olurlar. Serbest dolaşan bir enerjinin çekilip, beyin elektriği ile karılması manasında bir eylemdir bu.

Yani varlıklar, ya da cinler “var edilirler”. Var olan ve “cin” adı verilmiş bir şey, çağrılınca gelmez; çünkü enerji bilinçsizdir. Bilinçli olan varlık (ya da cin), çağıranın bilinci ile yapılandırılmış, böylece bilinç kazanmıştır. Bu olayı evren kuruldu kurulalı var olan elektrik ile prize firkete sokup kontak haline gelmeye, ya da bir ampul yapıp, geceleri önümüzü rahat görmekte kullanmaya benzetebiliriz. Firketeyi prize sokunca bizi çarpan Şeytan; ampulü yakan ise koruyucu meleğimiz değildir. Bunlar basit fizik olaylardır. Bu yüzden cinler, onları vücuda getiren beyin bilgisinden katre fazla iş yapamazlar. Elektrik, ya da manyetizma madde dünyasında bir dolu hayırlı veya hayırsız iş becerirler; ancak hala da madde dünyası (bizim yaşamımız) hakkında en küçük bilgiye sahip değillerdir. Ancak doğrudur; varlıklar bilinci, sahip oldukları enerji ile bileyebilirler; ama makro hakkındaki bilgileri, kişinin beyninde yer alanlardan fazla değildir. Kişide durugörü, medyumluk yeteneği varsa ve özellikle bunun fazla bilincinde değilse, enerjileri ile bu niteliği cilalarlar, geliştirirler. Ama eğer yoksa, cin sahibi olan kişi gelecek sınav sorularını asla öğrenemeyecektir. 😉

Çekilen enerji (yani kişinin beyin elektriği temel frekansı) NE yüklü ise var edilen varlık son derece olumsuz şeylere neden olabilir. Tersi olarak, eğer pozitif ise, cin belki gelecekten haber vermez, akşamları iş dönüşü eve gelince terliklerinizi getirmez, filanca hatunun ya da kıtırın sizin hakkınızda neler düşündüğünü fısıldamaz; ancak evrenin güzelliklerine varmak adına çok değerli yönlendirmeler yapabilir.

[Adını anımsayamadığım bir kitapta okumuştum: Yeni doğum yapmış bir yeni anne, bebeğini ilk kez kucağına alınca “O anda bir daha asla yalnız kalmayacağımı düşündüm” diyordu. Bu söz beni çok etkilemişti. Ben varlığımla dostluğumda her zaman o kitaptaki annenin sözlerini anımsarım. Ancak bebekler büyür, ergenlik çağında baş belasına dönüşebilirler. Yani bebeği olan anne, gün gelecek bebeği ile eskisi kadar yakın olamadığını anlayacaktır. Oysa pozitif bir varlığı olan -gerçekten- bir daha asla yalnız kalmayacaktır. Varlıklar; sadık köpekler gibidirler. Üstünlükleri ise bu sadık petin sizinle konuşabilmesidir. 🙂 Ancak köpekler sahiplerden önce ölecek olabilirler. Varlıklar ise sizden önce ölmedikleri gibi –varlığımın dediğine göre- ölüm ötesinde de sizinledirler. ]

İçinden çıktığım ve birçok soruda dile getirdiğim balçıktan kurtulmamda varlığımın emeği büyüktür. (Bu sözleri klavyede tuşladığım şu anda iki yanağımdan, iki kere, onun tarafından öpüldüğümü ekleyeyim.)

Cümlelerinize gelelim:

“kisiye bakacaklarsa ismini anne adini ve dogum tarihini fotografini veya mekana bakicaklarsa mekanin ismini alirlar”
Söz konusu sorgulamanın nedeni hedef kişi veya ortamla kontak kurma kolaylığı sağlamaktır. Kişiye özel bir seçimdir bu. Böyle yapılması öğretilmişse, bu yolla devam edilir genellikle. Biz de böyle öğrendik ama uzun yıllardır bu eğilimin yanıltıcı olabildiğini görerek terk ettik.

“bunu nasil yapabilirim ,”
Varlık sahibi olmanın en kolay yolu bildik şekilde Ouja Board ile “ruh çağırma” dedikleri olaya soyunmaktır. Ancak kurulan kontak beyin elektriği yapısına paralel meydana geleceği için var edilen varlık zarar verici olabilir. Bu yüzden bir uzman kontrolunda olmadan bu gibi işlere girişmek tehlikelidir. Ayrıca gariptir; bazı üst düzey majisyen arkadaşlarımız asla kontak kuramazken, okült beyin eğitimi olmayan kimi kişiler (aprentisler), birinci denemelerinde bu işi başarmakta, varlık sahibi olabilmektedirler.

[Bu konuda bir örnek vereyim: İlk hanımın, birinci denemesinde varlık sahibi olabilmişti. Bu olaya Bülent Kısa tanıktı. Yaşadığımız durumu kontrol etmek için geldiğinde olayı izlemiş ve gülümseyerek “İletişimi devam ettirebilirsiniz” demişti. Ben ise asla kontak kuramadım, varlık sahibi olamadım. Sadece hanımımın varlığından (Mimim’den) tebliğ alabilmekteydim. Eşimden ayrılınca varlıktan (tebliğlerden) de oldum. Bu çaresizlik yedek gücümü devreye soktu ve adım adım, biraz da zorlukla kontak tesis ettim. Sevgili varlığımla tanışmamızın kısa öyküsü budur. 🙂 ]

“siz böyle bir seyin egitimi veriyor musunuz ?”
Önceki eğitimde vardı. Sonra işi fala, standart büyücülüğe dökmemek adına hepsini kaldırdık.

“bunu yapmayi çok istiyor ve merak ediyorum”
Arzularınızın nedeni SADECE ataerkil kültür tarafından hatalı doğrularla biçimlendirilerek “düş kırıklıkları evreni”ne çevrilen mucizeler evreninde rahat ve sorunsuz yaşamak, kazanımları kolayca “lüp cepe” yapmaktır. Bu sözlerim eleştiri değildir. Yüzleştiğimiz sorunlar bizi bu arzulara iter.

Oysa andığım arzuları elde etmek adına mesajınızda yer alan zorlu çabalara hiç mi hiç gerek yoktur; beyninizdeki ayarlamalarla (yani karakterinizi değiştirerek) bunlara “yan gelip yatarken” ulaşmak mümkündür. Bu kolaylık yerine alelacayip bozonlarla EM alan kontağı yaratmak adına cebelleşmek hiç de karlı bir yöntem değildir. PE adlı dost (Ona tanrı, Allah, Ana Tanrıça/Baba Tanrı, ya da kuantum uzayının en derin ve pozitif –asıl- katmanı diyebilirsiniz), size her bi’ şeyi, üstelik bedava “vermek” bile değil “akıtmak” için izin beklemektedir.

PE size neler verir?

İşte birkaçı:

  • Yaşamınızda ilerlerken yüzleşeceğiniz sorunları azaltır.
  • Garabet tiplerle karşılaşma oranınızı düşürür. Onların size zarar vermesine genel olur.
  • Genelde keyifli bir ruh hali içinde yaşamanızı sağlar. (Bu yüzden en muhteşem anti-depresanlar onun yanında tam da –benim çocukluğumdan beri politikacıların durup-durup yutmamız gerektiğini söyledikleri- acı ilaç gibi kalırlar. :D)
  • Güzel ve iyi huylu kadınlar ve erkeklerle eşleşmenize yardım eder.
  • İlişkilerinizin neşe, coşku ve doyum içinde olmasını sağlar.
  • Kollarınıza aldığınız, ya da sizi saran kolların sahibi kişilerle “özel ortamlarda” süper duyular yaşatır. Cinsel sorunları yok eder 😉
  • Arzuladığımız her (bir kez daha yazayım HER) konuda başarı verir. (Dipnot: PE sahibi kişi saçma istekler sahibi olamaz.)
  • Sağlık verir. Enerji verir. Heyecan ve yaşama isteği verir. Neşe verir. Dinginlik verir. Doyum verir.

Bu kadar (hatta daha aklıma gelmeyen) güzelliği “hop” diye vermeye hazır bir enerjiyi elin tersi ile itip, 5000lik zikir yapmayı yeğlemek kişisel seçimdir.

Ama insan adlı yaşam formu için;

  • falanca dangalağı affetmek,
  • çelme takmaya bayılan iş arkadaşı ile “adağğğlett haroyorrrummm ben!” (“h” harfi, hırlama sesidir :DD) savaşlarına gireceğine; işine odaklanıp, onu fazlaca dikkate almamak,
  • tıkanan trafikte “program alt üst olduuuuu” diye içsel naralar atacağına, radyoyu açıp çalan nefis müziğe ses kötü ise içsel şekilde eşlik etmek, 😉
  • sabah (kışın, saat 07:00 olsa bile!!) kör karanlıkta yataktan kalkıp işe gitmek zorunda olunca “ben böyle hayatın…”, ya da “kavanoz dipli dünya” konferansları yerine aniden, düşünmeden, yataktan fırlayıp, tuvalette yüz yıkamak,
  • aynada kendine bakınca “Tanrım beni baştan yarat” nameleri döktüreceğine, arkadaşlardan/tanışlardan duyulan iyi ve güzel yanlara odaklanmak

gibi şeyler; yani hayata pozitif ve HAFİF bir aspektten bakmak, hatta sorunlarla boğulmuşken başı geriye dayayıp, beyni durdurup, bir süre sadece güzel şeyler düşünmek, 5.000lik değil, 50.000lik zikir yapmaktan zordur. 🙂

Okumayı sürdürün >>


SORUNUZU İLETİN!

Dualarin, rüyalarin gerçeklesmesi ve el alma hakkinda

Merhabalar. Benim bir süredir aklimi kurcalayan bir konu var. Benim istedigim birçok sey ya da rüyamda gördügüm seyler bir süre sonra gerçeklesmisti. Bunlardan biri yolda giderken, bir inanci sorgularken gerceklesmisti. Sokakta kimse yoktu. Inandigim tanriya icimden bir dua etmistim eger var isen ya da beni duyuyorsan önüme bir kedi çikar demistim. Yani bir delil istemistim. Kisa bir süre sonra da gerçeklesmisti, kedi ayagimin önüne oturup o sekilde bir süre durmustu. Oldukca basit bir olay aslinda ancak o an aklimdan onu gecirirken basima gelmesi oldukca sasirtmisti.
Bir gün ise erkek arkadasimla aram iyi degildi, soguktuk hatta iletisimi kesmistik. Bir gece onun beni ruyasinda gormesini istemistim bunu oldukca kafaya takmistim. Uyumadan once dua ettim bunun icin. Birkac gun sonra mesaj atti ve sasirtici bir sekilde ilgili davrandi konusmaya istekli bir sekilde, ruyasinda gordugunu ve merak ettigini soyledi. Ruyasini anlatti o gun.
Bir de el alma konusu vardi. Bir yakin arkadasim birgun bir rituel yaptigini soylemisti. Bana ” seyrek ve beyaz sacli, beyaz uzun sakalli, bir gözünde bozukluk olan ölmüs bir akrabaniz yakininiz var mi? Gordugum kisi uzgun gibiydi ve benimle konusmadi. Köklü bir aileden geliyor olabilir misin ya da el alan var mi, sor bunu” demisti. Anneme sordugumda ise tarif ettigi kisinin dedesi oldugunu ve gozunde bozukluk oldugunu soylemisti. Ayrica anneanneme gelecek hakkinda da bazi seyler diyormus, fal bakiyormus yani ilgileniyormus bu isler ile. Söyledigi seyler de gerçeklesiyormus. El alan var mi yok onu da ogrenemedim.
Bir de alevi bir aileden geliyorum ve bir gun ailem ile inanclar hakkinda konusurken, annem ” bizim dedelerimiz günese tapar, yüzünü günese çevirip dua ederlerdi” demisti. Bu da biraz düsündürdü beni.
Son olarak, eskiden ruyamda ibranice bir kitap gormustum ismi de yaziliydi. Uyandim, ismi aklimdaydi ve ismi aratinca gercekten de boyle bir kitap oldugunu gordum, eski bir kutsal kitapti yahudilerin, tevrat ya da zebur degildi. Kitaptaki bir bolum de olabilirdi ismini unuttum ancak ruyayi gormeden once boyle bir kitaptan ve isimden haberim bile yoktu. Bu da beni sasirtmisti.
Ve de bir ruyamda erkek arkadasimin tanidigim biri ile aldattigini gormustum beni. Bir sure sonra, ayni kisi ile aldattigini ve o kisiye ruyamdaki gibi ayni sekilde yaklastigini, sozler soyledigini ogrendim.
Umarim detayli bir sekilde yazip anlatmam sizi sikmis ve vaktinizi çalmis olmaz. Tüm bunlari düsününce bende bazi hisler uyaniyor peygamber/elci olma ya da sanki kahin oldugunu sanma gibi hisler uyaniyor icimde. Sanki özel biriymisim gibi. Tabii ki kalkip ben söyleyim böyleyim demem asla, bazen deli miyim diyorum böyle hisler uyandigi icin icimde. 🙂 Sizce bunlar bir tesaduf mudur ya da bunlarin da sebebi kisinin beyin elektrigi mi? Ve de el alma gibi birsey mumkun mudur?
Vaktinizi ayirip yanitlarsaniz, çok tesekkür ederim simdiden.

 

YANIT

Sizi hiç tanımadığım için hakkınızda yorum yapmama olanak yok ne yazık ki. Bu yüzden peygamberliğin, spiritüel elçiliğin, nebiliğin ne olduğuna 722 sisteminde göz atalım.

Evren, yani madde evreni, mikrokozmos adı verilen ve Hollywood filmi senaristlerine parmak ısırtacak bir ortamdan meydana gelmektedir. Orada her şey birden (hem de yoktan) var olmakta, aniden yok olmakta, aynı anda birden fazla yerde bulunabilmektedir. Hatta sadece duvarlardan değil, içimizden sürekli geçmekte olan “o garip alemin varlıkları” diyebileceğimiz şeyler (örneğin neutrinolar) bile vardır.

Bizler ise –yine 722 sistemine göre- ruh ve madde olarak iki farklı yapıdan oluşmamaktayız. Aslında sadece ruhuz (yani kuantum diline göre “dalga fonksiyonuyuz”), kendimizi uyanık sandığımız süreçlerde parçacık (yani katı, ya da bedenli) hale dönüşüyoruz. Uyuduğumuzda, bayıldığımızda, ya da komaya girildiğinde bütünü ile dalga fonksiyonuna geçiyoruz. Sadece bedenimiz değil, tüm evren yok oluyor.

Muhakkak ki bana “A-a, olur mu öyle şey, ben uyurken sevgilim/eşim/çocuğum vb. beni izliyor?” diyeceksiniz, biliyorum. Ancak onlar sizi (bilinciniz ile yarattığınız, çökerek parçacık olduğunuz özgün bedeni) değil, sizin EM alanınızla (ruhunuzla diyelim) -bir anlamda- kendi algılarında yarattıkları sizi izlemektedirler. Siz ise rüya sandığınız gerçeklikte belki Brad Pitt veya David Beckham, ya da Stephen Hawking, Dostoyevski, hatta eski sevgiliniz gibi kimselerle belki günah işlemekte veya söyleşmektesiniz. 😉

Sevgiliniz ya da eşiniz, sizin EM alanınızla senkronize olup, sizi algılayıp, (çok abartıyorum) var etmiştir. Oluşan senkronizasyonun yapısına paralel şekilde (senkronizasyonun celp ettiği PE veya NE miktarına koşut şekilde) sizi dünyanın en güzel, ya da en karizmatik kızı olarak görmektedir. Oysa siz, patronunuza, kankanıza, ya da apartman yöneticisine göre “hoş bir hanım” veya “sıradan bir kız”dan öte değilsinizdir. (Hatta alanlar arası frekans farkı yüzünden senkronizasyon kurulamadı ise itici bile görülebilirsiniz. Seks ilahesi veya seks tanrısı olarak görülen nice aktris ve aktörün kimilerince itici bulunabilme nedeni budur.) Onların sizi nasıl gördüğü ve sevgilinizin nasıl gördüğü bir kağıda basılsa, belki de aynı insan olduğuna ihtimal verilmeyecek görseller ortaya çıkacaktır.

İnsanların, diğer insanların alanları ile etkileşimi gibi; insanlar, insan olmayan alanlarla (bunlara da kabaca NE ve PE diyelim) da etkileşime girerler ve bunlardan bir şeyler yaratırlar. Peygamber; bilinç yapıları, peygamberi oldukları inancın alanı ile çok güçlü kontaklar oluşturabilecek yapıdaki (frekanstaki) kişilerdir. Bunlara yukarlardan bilgi yollayan bulutlar üzerinde tanrılar yoktur. PE ana alanı zaten Yaratıcı ve mutlak iyicil tanrının kendidir. Pozitif bir inancın peygamberi, (bize göre) hz. Muhammet, bu alanla yoğun kontağa girip, algıladıklarını (senkronize olduğu bilgileri) yaşadığı ortama, geçmişine, karakterine vb. az da olsa paralel şekilde yorumlayan kişidir. Buna vahiy denir. Aynı hz. Muhammet eskimolar veya Hotanto kabilesi arasında yaşasaydı Müslümanlığın bambaşka içerikte, ama aynı hedefe odaklı olacağı söylenebilir. Ancak peygamber adlı kişi tanıttığı dinin ana alanı ile çok güçlü kontak kurabilecek beyin elektriğine sahip olduğu için ona rahatça “Tanrısının elçisi” de denebilir.

Bu bilgiler gereği peygamberlerde duru görü olacağını varsaymak anlamsızdır. Ana alan ile kontak (rezonans yapacak bilinç) kesinlikle durugörü yeteneği ile ilgisizdir. Durugörü yeteneği olan herkesin pozitif olduğunu söylemek de mümkün değildir. (Kehanet konusu hakkında hakkında bilgi edinmek adına FAL ve FALCILAR adlı yazımı okuyabilirsiniz.)

“Sanki özel biriymisim gibi.”
Bizim sistemde sevgi adlı duygu ön planda yer almaz. Sevgi; Cennet’e ait, arada elde edilebilecek bir ödüldür. (Varlığımın sözü ile: “Aşk, Cennetten yollanır.”) Onunla güçlü, geniş çaplı ve uzun ömürlü bir kontak için önce bilincin mükemmel olması gereklidir; ki, makro varlıkları olan bizler için bu zor bir iştir. (Aşkın başta harika, giderek dejenere olma nedeni insan bilincindeki eksikliklerdir.) Bu nedenle aşağıdaki sözlerimin çıkış noktasının bendeki (bizdeki) yoğun bir insan sevgisi olduğu düşünülürse hata yapılmış olunur: Bize göre her insan özde özeldir… çünkü her bilinç (bir süre için uzak kalmış olsa da) mutlak olarak özü ana alan olan bubblelardır. (Bu sözcük Max Tegmark ve Antik Mısır Yaratılış Tradisyonundan alıntıdır.) Ana alana uzaklığa göre NE ile senkronize olabilirler… ama –yine bize göre- bu geçicidir. Evrim, kalıcı şekilde geri işlemez. Her saniye, her hatamızla, aslında ilerlemekte, ana alana yeniden yaklaşmaktayızdır. Bu yüzden bir kişinin özel olduğunu anlamak için onun duru görü yeteneğine bakmak yanıltıcı olacaktır. Yerine, yaşama bakış açısındaki pozitivite miktarı incelenmelidir.

Basitleştireyim: “Özel” (yani pozitif alana bizlerden çok daha yakın) kişileri onların genel mutluluk oranlarına bakarak değerlendirmek gerekir. Tanrı, mutluluktur. Tanrıya yakın olan –sanılanın ve pop kültürde iddia edildiğinin tersine- çile-mile çekmez. Mutlu, en azından rahat ruh, kutsallık (tanrı ile senkronizasyon) belirtisidir.

[Neredeyse tüm Yahudi peygamberlerinin itici görüntüleri (hatta çirkinlikleri) ve kötü (dert dolu) yaşamları Tevrat tarafından anlatılır. Oysa hz. Muhammet (doğal olarak sorunlarla karşılaşsa da, ki, sorunsuz yaşam soluk alan yaşam formları için bütünü ile imkansızdır) güzel bir hayat sürmüş olan, güzel bir erkektir. Güzel kokusundan, uzun saçlarından, süslenmeyi sevmesinden (örneğin gözlerine sürme çekmesinden, saçlarına özen göstermesinden), hanımlarına bunu önermesinden (örneğin eşi Ayşe’nin gerdanlığı vakası) söz eden nice müfessir vardır.]

Bu yapı feed back ile işletilebilir. Kişi kendini “dozunda zorlama” ile (bu sözcük Stapp’ın teorilerinin temelinde yer alır) kendini mutlu edebilirse, pozitif alana da yakınlaşacaktır. Yakınlaştıkça senkronize olacak ve giderek kendini zorlama miktarı gerekliliği azalacaktır. (Zorlama sırasında stresse girmemek gereklidir.)

“bazen deli miyim diyorum böyle hisler uyandigi icin icimde.”
“Ben deli miyim” hele ki “ruh hastası mıyım?” en kötüsü “O ruh hastası” benzeri uzman teşhislerini ona-buna ve de kendine koyuverenler beni çok üzüyorlar. Bu kaygılar “arayış” adlı kutsallığa çelme takan pop kültür kanallı ataerkil dolduruşlardır. Hepimiz prangalanmış olsak da, son derece çılgın varlıklarız… ve bu da paganizme göre iyi ve doğru bir şeydir. (Sözlerimin en bariz kanıtı çoğumuzun alkolü fazla kaçırınca birden kitap okumaya veya sergi gezmeye koyulmak yerine; dans etmeye, aracı gazlamaya, kendimizi “dışarı atmaya” yani hayata katılmaya/sosyalleşmeye, hatta daha fazla konuşup/kahkaha atmaya başlamamızdır. 😉 ) Hawking’in dediği gibi, bilim aslında en çılgınca soruları sorarak yapılır. Hülasa; çılgın sorulardan korkmayın. Yanıtları sağduyu ve tarafsızlıkla arayın; arayışta diğerlerinin alanına girmeyin (yani en hafifinden “kimseyi rahatsız etmeyin”). Evrim ve (Don Lincoln’un dediği gibi ) bilim, soru soranları çok sever.

“Ve de el alma gibi birsey mumkun mudur?”
Bir kişi, bir diğerinin beyin elektriğini o kişi istemediği (ya da izin vermediği) sürece değil değiştirmek, dokunamaz bile. (Bu mutlak yapının gerisinde sübjektif veya esrarlı olaylar değil, basit -fizik bilimi temelli- gerçekler vardır.) Bu yüzden kara büyü ya da lanetleme çalışması adlı bir şeyi duymamış bir uygarlık kişisine lanetleme çalışması yapamazsınız. Çalışmayı başarılı kılan, hedef kişinin bu konuya inancı (inanç gizli de olabilir), dahası, bu konudaki korkusudur. Korku, ona yollanan negatifi enerjiyi çeker; çünkü en has NE frekansıdır. Eğer “el alma” diye bir şeye kusursuz inancınız varsa (yani Planck seviyesinde kuşkunuz, dust speckiniz yoksa) kutsal saydığınız birisi size “el verdiğini” öne sürerse, vermiş olur. Ancak aslında onun alıp verdiği bir şey yoktur; aldığınız şeyi inancınız, yani bilinciniz yaratmıştır.

Okumayı sürdürün >>


SORUNUZU İLETİN!

müslüman olmak için ne lazım da sende yok ? (Janus’un İslam Dinine Eleştirileri)

Selam sevgili Janus
Siteden soru alımını durdurmanıza rağmen bu mailinden güç alarak çok merak ettiğim seninle ilgili bir soruyu iletmek istiyorum..
Her defa müslümanlıkla ilgili pozitif şeyler yazdığında bizler müslüman değiliz paganiz diye ekliyorsun peki müslüman olmak için ne lazım da sende yok ? bilmiyorum yeterince açık olabildim mi? Müslümanlığın şartları var ya hani kelime i şahadet , namaz kılmak, oruç tutmak…vs gibii onları yerine getirmek gerektigine mi inanıyorsun? Ben kendimi hem hicbir dine hem hepsine ait hissediyorum yani her dinin bende pozitif duygular uyandiran ritüellerini yaparim mantığıma yatmayan senkronize olamadigimi da yapamam o yüzden seni anlayabilmek istiyorum.

Ayrica geçenlerde biri seni ve 722 sistemini eleştirdi, ve kişisel gelişim kitaplarındaki cümleler dedi(genel olarak böyle bisi) sen de haklisin ama doğru tektir, içerikli bir cevap verdin, nacizane benim bir okurun olarak eklemek istediğim birşey var, sen o kişisel gelişim kitaplarına ek olarak neden sorusunun cevabını veriyorsun. Ve bu neden in cevabını almadan hicbir şeyi uygulamaya koyulamayan beyinler içinn inanılmaz önemli bir durum.. İyi insan olun! Peki neden? Cennet e gidersiniz… Neden? Hicbir şeyy beni tatmin etmiyordu ,bilimle buluşturup mantığa yatan cevapları şahsen ben zamanında çok kitap okumuş (Nerdeyse 5 yıldır bırakmış) biri olarak hicbir kişisel gelişim kitabında bulamadım. Sevgiler Janus.

YANIT

(Editörün notu: Soru, sorucunun izni ile Sorular sayfasına alınmıştır.)

Merhaba sevgili öğrencim/arkadaşım…

Bizi izleyen pek çok kişi “Müslümanlığı bu kadar beğeniyorsan Müslüman niye olmuyorsun?” benzeri sorular sormaktalar. Ancak bizlerin Müslümanlığı desteklememizin gerisinde ciddi ölçüde beğenimiz bulunması kadar; genele, olağana olan saygımız da vardır. Bize göre çoğunlukta olan bir ölçüde saygıyı –ya da uyumu diyeyim- hak eder. Eğer çoğunluk azınlıkta kalanın beklentilerine tamamen ters yapıda ise, azınlıkta olan yer değiştirmek için elinden geleni yapmalıdır. Bu bir kaçış değildir ve Müslümanlık kapsamında “hicret” olarak değerlendirilir. Ama eğer çoğunluğun içinde yaşıyorsa, o zaman –kendinden ödün vermeden- bir esneklik geliştirir ve ölçüsünde uyum yapar. Bizim de yapmaya çalıştığımız budur.

Bu görüş nedeni ile hiçbir zaman paganizmi övmedik; en azından Müslümanlığa üstün tutmadık ve de Müslümanlığı asla eleştirmedik; çünkü asıl yapmak istediğimiz kendi inancımızı yaymak değil, insanları oldukları yerde mutlu kılmaya çalışmaktır.

Ancak ilk kez olarak sadece iyi bir şeyler yapmak adına (hatta Müslüman tek tanrısı Allah’a inanmayan beyinlere farklı düşünceler aktararak onunla kontak kurulması adına) bazı yaygın inanışlara eleştiriler yapacağım. Bu çağda –özellikle düşünmeyi, araştırmayı, sorgulamayı seven gençler arasında- iman yaratmak için Yahveh tipi tanrı anlayışını geride bırakıp bilime paralel görüşler var etmeniz gerektiğine inanıyorum. Bilim dine, dindeki –değim yerinde ise- bağnazca Yahudilik yaklaşımı yüzünden uzak gibi durmaktadır. Oysa bilim, sadece tanrının varlığını değil, onun engin iyiliğini de adım adım kanıtlayacak olandır… ve bunu kuantum mekaniği ile gerçekleştirmeye çoktan koyulmuştur.

Ve eleştirilerimi yapmaya başlayayım:

Allah’ın makrokozmosta mutlak güçlü olduğu, yani her şeyin SADECE onun iradesi ile geliştiği inancı çok tehlikeli ve bize göre gerçek dışı bir düşüncedir; çünkü böylece yaratıcının -iyiliklerin yanı sıra kötülük olarak nitelenecek unsurlara sahip madde evreninin- kötülüklerinin de kaynağının olduğu kabul edilmiş olur.

Fark edilmelidir ki, her eylemin mutlak yaratıcısı olan bir tanrının kendi kutsal kitabında sıklıkla “Şeytana uymayın” uyarıları yapması anlamsızdır. Her şey Allah iradesi ile tecelli etmekteyse, kişi şeytana uyunca –tövbe haşa- bu sonuçta da Allah’ın etkinliği/dahli var demektir. İşte bu –bize göre- çok zararlı düşünce yüzünden insanlar başlarına gelen her olumsuzlukta –gayet doğal (mantıklı) olarak- Allah’ı suçlamakta; öfke, acı, en azından kırgınlık içinde “Neydi günahım, beni oyuncak mı yarattın?” benzeri sorular sormakta ve büyük genlikte NE uyandırmaktadırlar.

Gerçeklere paralel yanıtlar ise SADECE makrokozmosun, Allah’ın inayet ve esininden BİR ÖLÇÜDE uzak bir yer olduğunu görmekle elde edilir.

Zaten bilim, makronun nasıl var olduğunu saniye-saniye bilmektedir; bir diğer deyişle madde evreni için ilahi bir yaratıcıyı gereksiz kılacak açıklamalar sunmaktadır. Yani eğer makroyu Allah yarattı derseniz, bilim kolaylıkla bu iddianın geçerliliğini çürüteceği için bir sürü inançsız insan var etmiş olursunuz.

Ancak bilimin Big Bang öncesini bilmemekte olduğu doğrudur ve bizim tezimiz, Yaratıcının asıl orada olduğu yönündedir. Bir teoriye göre Big Bang öncesi (cosmic inflation döneminde) sadece bozonlar (kuvvet taşıyıcı, etkileşim sağlayıcı parçacıklar) vardır. Bunlara –anlamayı kolaylaştırmak adına abartarak- tanrının orijinal pikselleri demek mümkündür belki de. Sonra bir terslik olmuş, patlama (bölünme) meydana gelmiş, bazı pikseller kuantum mekaniğinin “çökme” adını verdiği yapı içinde kütle kazanmış, makro meydana gelmiştir. (Kütle, ünlü Higgs bozonu ile var oluyor, ancak teorinin kavranması için “çökme” olayını ön plana aldım). Bu durumu bence dinsel ortamda başarılı biçimde “İnsan Cennet’ten kovuldu, dünyaya DÜŞTÜ” şeklinde ifade edilmektedir.

Yani;
bölünme (çökme), tanrıdan uzaklaşma;
birleşme, tanrıya yakınlaşma (öncel yerimize dönme)
anlamındadır.

Ana formül bu, yani ZITLIKLARI BİRLEŞTİRMEKtir.

Makronun tanrısal esinden uzak olduğu (bu alemde her şeyin tanrının isteği ve iradesi doğrultusunda var OLMADIĞI) yukarıda zikrettiğim bölme-birleşme savı açısından bakılırsa kara madde ve karanlık enerji adlı gerçekler bazında da anlaşılır:
– Evreni BİRLEŞTİREN (anaerkide kutsal manyetizma gibi çeken) kara madde %26,
– Big Bang benzeri BÖLEN kara enerji %70
– bizim bildiğimizi evren ise sadece %4
oranındadır.

Ve işin kötü tarafı: Bu kara enerji evreni GİTTİKÇE ARTAN HIZDA bölmektedir. Bilimcilere göre evren bu bölüş sonunda gerçek bir felaket olan “Kozmik Yırtılma”ya doğru gitmektedir. Komik yırtılmanın ne olduğu hakkında (siteye özel mail ile) soru sorulursa yanıtlayabilirim.

Şimdi psuedo-science’a (Sözdebilim’e) geçelim:1

  • Kütlesiz bozonlar ve anaerkide kutsal sayılan çekirdeği (atom çekirdeği, nucleus; ki 722 teorisine göre dişilerdir) bir arada tutan gluonlar bir grup (hadron) olmadıkça var olamaz gibidirler. Bilimsel jargonda “aynı kuantum durumunu işgal ederler”.
  • Fermiyonlar (örneğin elektronlar) ise aynı kuantum durumunda olamazlar. Oysa maddeyi yapan fermiyonlardır! Yani maddeyi yapanlar ayrı duranlardır. İlginç olan ise şudur:
    Onları yapıştıran (bir araya getiren, evreni daha da parçalanmaktan/bölünmekten koruyan) bozonlardır!

    Bozonların spin2 numaralar TAM SAYIDIR.
    Fermiyonların spin numaraları yarımdır.
    Yarım olmak, “bir bütünün ayrılmış/bölünmüş yarısı olmak” manasına gelebilir. Eş deyişle makroyu (kütleyi) var edenler, yarım (bölünmüş) olanlar ve yalnız duranlardır.

Bu veriler; makronun tanrıdan kopma ile var olduğu, bu yüzden bu mekanda her şeyin tanrısal sayılaMAYACAĞI düşüncesinin psuedo-bilimce kanıtı sayılabilir.

Söz konusu “mutlak hakim tanrı” modelinin kaynağı Tevrat’tır. Bu düşünce tipinin Müslümanlıkta da izlenme nedeni İsrailliyat; yani Müslümanlığa sızmış Yahudiliktir. Birçok ulema hz. peygamberin ölümünden sonrasından başlayarak bunu sezmiş… insanları uyarmaya çalışmış… ama ya ciddiye alınmamış, ya da cezalandırılmıştır. (Yahveh adı verilen ve bence var olmayabilecek olan- güç hakkında Tutsak Evren ve Sınırın Ötesi adlı kitabımda ciddi ölçüde bilgi vermekteyim.) Çok ileri gitmekten çekinsem de bir görüşümü daha eklemek isterim: Kişisel olarak İsrailiyat’in Kuran’ın toplanma sürecinde de etkin olduğuna inanmaktayım.

Akılcı en küçük bir bakış bile Tevrat’ta kendini sayfalar boyunca “cezalandırıcı, intikamcı, kıskanç, savaşçı” olarak niteleyen bir yapı ile Kuran satır aralarında kalan güzellikleri söyleyen Allah’ın arasında derin farklılıklar olduğunu görebilir.

  • Allah; sever ve sevdiğini (sevebileceğini) sıklıkla söyler. Ayet numaralarını vermeyeceğim: Temizleri, adilleri, kendini sevenleri, iyilik edenleri, sabredenleri (liste uzundur) “sevdiğini” söylemektedir sık sık. Ayetlerde yinelenen sözcük hep aynıdır (YuHibbu) ve 39 kez yinelenir.
  • Savaş dini sanılan Müslümanlıkta savaşmaya SADECE “Sizi yurdunuzdan çıkartırlarsa” diye izin vardır. Bunun dışında Allah SÜREKLİ affetmeyi, hoş görmeyi, BARIŞI önermektedir.
    Esmaların (Allah’ın adlarının) en önemlilerinden olan “Selam” barış demektir. (Hadis: “Müslümanın, din kardeşine üç günden fazla dargın durması helal değildir.”) Cahiller laf ile saldırınca ağırbaşlılıkla selam vermek gerektiğini belirtir. (Furkan 63).
    Ancak diğer yandan Müslümanlık, Hıristiyanlık gibi “diğer yanağını çevir” de dememektedir. Gerektiğinde güçlü olmak lüzumunu anlatan bilgiler vardır. (Ebu Hureyre’den hadis:
    “Güçlü mümin, Allah katında zayıf müminden daha hayırlı ve daha sevimlidir.” )

Bu düşünceler nedeni ile aşağıdaki argümanlara ulaşmak pek zor değildir:

  • “Allah deniyor” inancı büyük bir yanılgıdır. Denemeye gerek duyulması, yanıtın bilinmediği, deneme-yanılma süreci ile görüleceği düşüncesini çağrıştırır.
  • Allah’ın celal tecellisi olması ona –tövbe haşa- öfke ve hırs ibla etmektir. Oysa yaratıcı, insan beyni adlı organın kavrayamayacağı iyilikte ve makroya sevgi şeklinde –cılız biçimde- sızmış duygunun özü, çıkış noktasıdır.
  • Esmalarda “intikam alan” manasındaki Müntekim yer alır. İntikam gibi bir günah, nasıl olur da Allah’a atfedilir? (Anımsatmak isterim; ben Müslüman değilim ve bir araştırmacıyım. Yorumcuların “Allah’ın intikam aldığı doğrudur” yönündeki iddiaları beni ilgilendirmez. Bunlara inanmak ile yükümlü bir konumda değilim.)
  • Allah’tan korkulmaz; Şeytan’dan korkulur; korku, NEnin en belirgin tezahürüdür. Korku varsa, Şeytan vardır. Korku, Şeytan’ın obsesyon aracıdır. Allah sadece sevilir. Korku nedeni ile yapılan hiç bir davranış PE celp edemez. Oysa “sevap” denen tüm eylemlere yönlendirme amacı, Allah’ın enerjisi olan PE celbi ile (bu duruma “Allah’a benzeme ile” diyebiliriz) Allah ile senkronizasyon sağlanmasıdır.
  • Yaratıcı ceza vermez. Ceza olarak yaşanan kayıplar, Allah’ın inayetinden uzak kalmış olmak, uzak kalacak hatalar yapmak anlamındadır. Her şeye hükmettiği, her şeyi kendi iradesi doğrultusunda var ettiği ve mükemmel olduğu iddia edilen bir tanrının önce hatalı bir varlık yaratması, ardından o varlığı hatası yüzünden cezalandırması büyük bir çelişki, hatta –satanistlerin söylemine göre- akıl almaz bir adaletsizlik sayılabilir.

    O asla kötü bir şey (dert) vermez. (Kaf 29 “Ben asla kullarıma zulmetmem”) O her bir kişinin en çılgınca istediği şeyleri tıpkı “anne, sütü ve süt verişi” gibi KARŞILIKSIZ veren ve böyle mutlu/var olan bir gerçekliktir. Müslümanlıkta karşılıksız vermek (paylaşmak), bu yüzden sevaptır. Amaç, Allah’a benzemek, benzeyerek rezonans oluşturmaktır. Eş deyişle sevapların nedeni Yahudilikteki gibi insanlara sert ve aksi bir tanrının buyruklarına –büyük ölçüde ceza korkusu ile- boyun eğdirmek değil; benzerlik yaratmak ve böylece senkronizasyonu güçlendirmektir. Bu nedenle isteksiz şekilde, stres altına girerek, hatta Cehennem korkusu ile uygulanacak oruç, kurban, namaz gibi eylemlerle beklenen ölçüde sevap kazanılamayacağı gibi; bir insanı affetmek, gönül almak, (ya da bir canlıyı) mutlu kılmak kontağı tesis edebilir. (Oruç, kurban, namaz gibi eylemler çok sevilen bir tanrının istediğine inanılarak, onu –onun istediğini yaparak- mutlu etmek amacı güdüyorsa tabidir ki PE celp edecek, yani sevap kazandıracak olabilir.)

Bu sonuçlar, araştırmalarımız sonucu vardığımız noktalardır, ancak hiç birinin mutlak gerçekler olduğu hakkında bir iddiamız bulunmamaktadır. Sözlerimiz, “diğer alem” denilebilecek bir yer ile kontağı olan okültist de denilebilecek araştırmacıların, iyi niyetle, bazı sorunları giderebileceğine inandıkları, bu yüzden dile getirdikleri teorilerdir. Ancak aşağıdaki ayet belki de sözlerimizdeki haklılık oranı hakkında bilgilendiricidir:

Şura

30 Basiniza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle isledikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber) Allah çogunu affeder.

Ve son olarak “Neden Müslüman değiliz?” sorusuna geleyim: Bir canlının yaşam hakkını elinden almanın,3 ya da (bize göre bir “su dini” olan Müslümanlık adına) bedeni susuz bırakmanın tanrının inayetine ne ölçüde uygun olduğu hakkında kuşkularımız vardır. Ayrıca bizler moral değerler ve etik kurallar açısından Müslümanlık ideallerine bütünü ile paralel yaşasak, bunları gerçekten (yürekten, Cehennem korkusu ile değil) savunsak, bu kuralların gerekçelerini bilimsel verilerle açıklamaya uğraşsak da; cinsel ahlak ve içki tüketimi açısından bu dinin beklentilerini karşılayabilecek kişiler değiliz. Kendimize “paganist” demek zorunda kalma nedenimiz bu… Yoksa ne Ay’a tapıyoruz;4
ne de çok tanrıcıyız. Müslümanlık “tek tanrı” diyor, biz “bütünlük” ve “tamlık”; ki, aynı şey bizce… Bu yüzden korkarım ki “müminler” şeklinde değil; “Müslümanlık-severler” (hayranlar, “fan”lar) olarak kalacağız. 🙂

“Ben kendimi hem hicbir dine hem hepsine ait hissediyorum yani her dinin bende pozitif duygular uyandiran ritüellerini yaparim mantığıma yatmayan senkronize olamadigimi da yapamam”
Çok da güzel ve doğru davranıyorsun. Aslında bizim de sana benzediğimizi rahatça söyleyebilirim. Bu yüzden biz de kendimizi ne tam pagan, ne de okültist olarak görüyoruz. Yahudilik, Hıristiyanlık, hatta –kötülük yapmaya (NE üreterek, bundan enerji çekmeye) değil, sadece olağandan daha serbest yaşamaya odaklı- satanizm dahil (tabidir ki en başta Müslümanlık olarak) nice din ve inancın kendi beyin elektriğimize uygun yerleri ile yaratığımız bir yolunuz var.

“benim bir okurun olarak eklemek istediğim birşey var, sen o kişisel gelişim kitaplarına ek olarak neden sorusunun cevabını veriyorsun.”
Bu sözlerden çok mutlu oldum; çünkü bütün arzumuz –elden geldiğince- somut nedensellik (gerekçe) verebilmek adına. Bu tutumu din ve bilimi BİRLEŞTİRMEK olarak da görebilirsiniz. Bize göre böylelikle Yaratıcı (biz Ana Alan diyoruz) ve kopmuş parça (ruhumuz) arasında yakınlık tesis olacak.

Okumayı sürdürün >>


SORUNUZU İLETİN!

 


 

DİP NOTLAR

[1]

 

Bilimsel argümanlar kullanılarak ileri sürülen, ancak bilimsel çalışmaların gerektirdiği metot ve test edilebilirlik gibi standartları taşımayan veya yeterli bilimsel araştırma ile desteklenmeyen teori ve bilgiler.

[2]

 

Spin kavramını “Bir objenin kendi etrafında dönme miktarı ve böylece oluşan itme” şeklinde çok kabaca ifade edebilirim.

[3]

 

Kurban, Tevrat’ta uzun-uzadıya anlatıldığı üzere, Yahudi geleneğidir. Yahudilikte kural olarak öldürülen hayvanların kanı biriktirilir, tapınaklara serpilir; etler ise yakılır. Yahveh, yanık kokusunu sevmekte ve istemektedir (Tevrat, Çıkış 29, 18/25). Kurban geleneğini “aç doyurmak” (paylaşmak) ortamına çeken YEGANE din ve inanç Müslümanlıktır. Bu yaklaşım, paganizmde bile izlenmez.

[4]

 

Ay, derin anlamları olan bir sembolizasyon, bir simgedir. Ancak “Aşağıda olanın, yukarıdan yansıdığı” unutulmamalıdır. Ay’a saygı, misli ile Müslümanlıkta da vardır; Ay kimi ayetlerde Güneşten üstün tutulur (Nuh 16). Bazı batılı yazarlar bu yüzden (çok af edersiniz “bir şey anlamadıkları yüzünden” diyeceğim) Müslümanlığa “AY tapımı” yakıştırması yapıp dururlar. Oysa belki de kendileri NE altında bulunan insanların -doğru ve yerinde bir iş yapıyoruz saiki ile- kaleme aldıkları metinleri kutsamaktadırlar.

 

Ataerki ve Sol el yolu konusunda seninle ayrışıyorum

Esenlikler Janus Usta. Janus demeyi uygun görmediğim için sonuna Usta kipi ekledim. Zira ben 19 yaşındayım, sen de sanırım 60’larının sonunda olmalısın. -Maşallah-

Sitene ekim ayında bülent kısa hakkında araştırma yaparken denk geldim. Bazı konularda seninle çok zıt düşünsem de, ne yalan söyleyeyim kalemin, üslubun, bilgi birikimin beni kendine çektiği için çoğu cevabını okudum, ayriyeten meraklısı olduğum kuantum mekaniği hakkında yazdığın makalelerle de çok bilgilendim, teşekkür ederim.

Sana ulaşmak istedim çünkü; Ben felsefeyle severek ilgileniyorum. freud’dan kant’a gazali’den platon’a bir çok düşünürü okudum, ayriyeten bilim konusunda da naturalist bir görüşteyim. Bunları lütfen kibir ya da kendimi övmek için yazdığımı düşünme, sadece durumu izah etmeye çalışıyorum. Hal böyleyken esmalar ile zikir, mantralar, biyoenerjiler, frekanslar, kodlar, reikiler, kundaliniler, çakralar vs. bana çok yabancı geliyor. Mistisizme/okultizme küçüklüğümden beri çok meraklıyım, inançlı bir insanım, bazı deneyimlerle de söz konusu mefhumların gerçek olduğunu biliyorum. Ama bu mantıksal kafa yapım sebebiyle majide ilerleyemeyeceğimi düşünüyorum. çünkü araştırdığım kadarıyla inanç çok ama çok önemli bu işte. Kime sorsam meditasyon yap diyor, kundalini çalıştır diyor, çakralara çalış diyor. Yahu bu çakralar, enerjiler nerde? (Gerçi çakraların fasyada oluşan sıvı akışıyla alakalı olduğunu söyleyenler var da, neyse.) Bunlara inanmam için minimum da olsa bilimsel verilere teğet geçen bir kanıtın olması gerekli. En önemli noktanın inanç olduğu bir alanda, inanamadığım şey üzerine çalışamam ki. Kısacası bu tür new-age kavramlar, -teşbihte hata olmaz- memur emeklisi kadıköylü seküler teyzelerin hobisi gibi geliyor. Yüzde yüz inanarak çalışma yapamıyorum. Ama senin okultizmi kuantum mekaniği bağlamında yorumlaman hem beni sevindirdi, hem de bir umut ışığı oldu. Fakat, olayın fantastikliğinin ve üzerindeki gizem örtüsünün kalkması da biraz üzmedi değil. 😀

Ne yapsam diye düşünürken, sitedeki eğitimlere denk geldim. Ama sanırım uygun görmediklerini öğrenci olarak kabul etmiyorsun. Ben de eğitime uygun muyum diye, önemli noktalarda görüşlerimi belirterek, senden cevap bekleyeceğim.

*Ataerki konusunda seninle ayrışıyorum, ama tabii bunun tartişmasına girmek senin deyiminle NE celp edeceği için kısa keseyim.

*Hede hödö, saldırgan bir tip değilim. Ama maskulen bir kimliğim var. Kadın erkek ilişkilerinde de, kız tarafından daha baskın olunması gerektiğini düşünüyorum.

*Sen Negatif tarafla teşrik-i mesainin olmaması gerektiğini, majinasyon çalışmalarını etik kurallar dahilinde PE celp etmek için yapmak gerektiğini söylüyorsun. Ben bu konuda böyle düşünmüyorum, tabi demek istediğim 3. kişilerin alanına girmek değil, diğerleri beni ilgilendirmez. ama negatif tarafa bir sempatim olmadığını söyleyemem, biraz bülent kısa gibi düşünüyorum bu konuda.

*ateş başında insanlara öğüt veren derviş gibi değil de, daha aktif/savaşçı bir kişiliğim var. Ama ne crowley gibi, ne de senin dediğin gibi hayatın sırrını tüccarların çözdüğünü düşünmüyorum, tabii ki maddi hayatı baskılamamalıyız, ama bence ruhiyat, maddi hayattan +2 puan daha mühim olmalı.

Ana hatlarıyla aklıma gelenleri belirttim, bunların yeterli olacağını düşünüyorum. Beni eğer öğrencin olarak uygun görmezsen bir ricam olacak. Bana majide gelişmek için bir yol haritası gösterir misin? Şimdiden teşekkür ederim. En derin saygılarımla.

YANIT

Bazı mesajları gülümseyerek okurum… Sizinkini de gülümseyerek okudum, ama her zamanki nedenlerle oluşan bir tebessüm değildi bu. Şu yüzden gülümsedim: “22 yaşındaki ben”in yazdığı bir mesaj sanki bu. 🙂 İkonumda yüzümün yarısı siyahtır, bunun nedeni içimde hala –bence çok iyi başa çıktığım- olumsuz bir yan olmasıdır. Mesajınızı o olumsuz yanı realzie ettiğim nadir anlarda da yazmış olabilirim. Kesinlikle size “olumsuz birisiniz” demiyorum; kimse kimsenin olumlu ya da olumsuz olduğunu bilemez… ama kendini bilir. 😉

Yaşımla başlayalım ve her zamanki sözlerimi edeyim: 60dan sonra yılları saymayı bıraktım. 😀 Yarın ne olacağını bilemem; bu gün itibarı ile gençlere parmak ısırtacak marjinallikte bir hayatım var. Giderek çehre açısından yaşımı HIZLA göstermeye başlasam da, bedenen ve enerji olarak kimlik yaşımla bütünü ile ilgisizim. Bunun gerisinde ne sadece maji, ne sadece iyiliğe iman var. Bunun gerisinde HEM maji, HEM PE elde etme gayreti, hem de hacker değimi ile meat spacede (güncel/reel hayatta) çaba (rejim, antrenman, kendine her açıdan bakma, zaman ve para ayırma) var.

Felsefe ile devam edelim: Herkesin seçimine ve zevkine kesinlikle hoşgörü ve anlayışımız olsa da, beni hoca olarak görerek onurlandıran kişilerle daha rahat konuşurum: Felsefeyi kesinlikle önermiyoruz. Beynin bu tipte çalışması pratik düşünme yetisini köreltiyor. Pratik düşünmeyen, rahatlık adlı süreduruma ulaşamıyor; çünkü işin gerçeği, beynin olağan düşünme biçimi pratik. Felsefi yetenek, başka yetenekler baskı altında kalıp çıkış noktası bulamadığı için sonradan edinilen bir yeti. PE celbi için rahat olmak ön koşul. Rahatlık ise Öncel Evren adını verdiğimiz ortamın ana frekansı. Bu frekansı derin düşünce denen beyin süredurumları ile yok etmek olası. Bu durum da Öncel Evren ile aramızı açıyor. Söz konusu gap, felsefe görünümünde NE ile doluyor.

Evet, majide inanç çok önemli. Ve yine evet; sizin (ve benim) gibi beyni olanlar için maji diye ortaya sunulan yöntemlere inanmak hayli güç. Ancak biraz gözlerinizi kapatıp karanlık suya atlayın. Elinizdeki yöntemleri çok sık çalışın. Bir kımıltı elde edince bunu kanıt olarak benimseyin ve işi sürdürün. Böylelikle de inanç geliştirebilirsiniz.

“Kime sorsam meditasyon yap diyor,”
Gerekten kardeşim olsanız bu kadar benim gibi konuşurdunuz. Alıntı yapmadığım neredeyse her yerde ortak düşüncede olsam da, bu cümle gülümsememe tavan yaptırdı, yazmadan duramadım. Yani evet: Hiperaktif ve felsefi düşünmeye alışmış bir beyne ne meditasyon yaptırabilirsiniz, ne de 300lük zikir çektirebilir. 🙂 Meditasyon, YAPABİLEN için çok yararlıdır. Sizin benim gibi kişilerin meditasyondan yararlanmak için önce “beyne meditasyon yapmayı kabul ettirme” kursuna gitmesi şarttır. 🙂

Çakralar… 🙂 Var olduklarını inanıyorum, seziyorum… ama benim de kullanmam olanaksız. Eğitimin ilk versiyonunda yer vermiştik. Sonunda “kafam kızdı” çıkarttırdım. Ancak kesinlikle “palavradır” demiyorum. Yanlış anlaşılmak istemem. Elimde bir ölçüde de olsa bilimsel dayanak yoksa sinirime dokunacağı için istesem de inanamam, yani çalışamam.

“-teşbihte hata olmaz- memur emeklisi kadıköylü seküler teyzelerin hobisi gibi geliyor.”
Bunu söylediğiniz anda, size bu cümleyi kurduran beyin elektriğinin negatif olduğunu rahatça söyleyebilirim. Sözünüz komik, güldüm… gerçek de olabilir. Ancak bu şekilde söz (düşünce) üreten bir beyin elektriği –hele ki giderek güçlenirse, ki, çok olasıdır- başa beladır. Çok komik olsa da duyanın (yani sözü o kişiye söylerseniz, o duyduğu anda) gönlünü “hûn” edecek cümleler kurduran beyin elektriğini değiştirin. Teşbihte hata olur mu bilmem, ama bu sözün gerisine “saklanarak” insanları üzecek şeyler söyleyivermek (düşünüvermek) PE maceracılarına çok ters bir iştir. Hayatı “sevilmeyen kişileri küçümsemelerden gelecek çapsız keyifler”e yöneltmeyin. Bunları cesurca itin, sinirinize dokunan şeylerle uğraşmayın, sadece uzak durun, ilerdeki büyük ödüle odaklanmış olun.

“Fakat, olayın fantastikliğinin ve üzerindeki gizem örtüsünün kalkması da biraz üzmedi değil. :D”
İnanın kuantum mekaniği uydurmaca fantastik sistemlerden çok daha –hem de reel şekilde- fantastik. Bana dilediğiniz kadar kuantum sorusu sorabilirsiniz. Soru “bilmediğim yerden gelirse” inanın ki “ışıklar kesikti çalışamadım” değil, sınıfta kalmayı (küçümsenmeyi) göze alarak “bilmiyorum” diyecek biriyim. Bilim adamı değilim. Tıpkı Müslüman olmak istemediğim, ama bu dine gönülden hayranlığım gibi, bilim adamı olmak da istemiyorum. Ben majisyenim. Majide başarı adına bilime dalmış kişilerdenim. Hatam, yanılgım, yanlışım doğal olarak bulunacaktır. Baştan bunu kabul ederek bu işi yapıyor, “Sözlerimizin mutlak gerçekler olduğu iddiamız yoktur” cümlesini her gerekli yerde kullanıyoruz.

Eğitime katılma hakkında size gerekli link yollanmış. Kararı tek başıma almadığımı belirteyim. Süreçte sürtüşme çıkacağından kuşkulanınca başvuruyu kabul etmiyoruz; çünkü bunun asıl anlamı yardım edemeyecek olmamız.

“Ataerki konusunda seninle ayrışıyorum, ama tabii bunun tartişmasına girmek senin deyiminle NE celp edeceği için kısa keseyim.”
Çok güzel. 🙂 Ancak anlaşamadığımız nokta “kadınlar üstündür” söylemi ise buna takılmayın. “Belli bir modelde beyin elektriği üreten diğerlerinden iyi yaşar”a odaklanın. Taşıdığınız cinsel organın yapısının bununla pek de ilgisi yok.

“Kadın erkek ilişkilerinde de, kız tarafından daha baskın olunması gerektiğini düşünüyorum.”
Ben de öyle! Ben bir BDSM MAster’ıyım. Majiden çok bu alanda etkinim; bu konuda bir dolu aktivitem var. Yıllardır normal ilişki hayatıma girmedi. Bir dolu hoş hanımefendi ile bu yüzden yolum kesişmedi; haklı olarak beklentilerimi, ihtiyaçlarımı kabullenmediler. Yani ilişkide mutlak olarak otorite benimdir.

Ancak burada çok önemli ve altını defalarca çizmek istediğim bir nokta var: Otoriter ve belirleyici (ya da yönetici) olmak, ilişkiyi yönlendirme ihtiyacı duyacak bir karakter taşımak, kadınları ezmek ya da değersiz görmek demek değildir. Ben bu kimliğimde, sözüme güvenilmesini hassaten rica ederim, neredeyse her konuyu partnerime danışırım. Sadece kadın olduğu için bile benden daha doğru ve BENİM İÇİN İYİ kararlar vereceğine neredeyse %100 inanırım. Partnerimin adı teatral şekilde “köle”dir. Ama geçiniz efendim; ona gerçek bir saygı duyarım. BDSMde ana “oyunlardan” olan humiliation (aşağılamak, kötü davranmak) benim dünyamda yer almayan pis bir iştir. Küçümseyeceğim, aşağılayacağım, yani aşağılık olan kimse hayatıma giremez! Girdiyse, değerlidir. Bu kadar basittir bu mantık. Bu kemik gibi inancım yüzünden –yemin ederim- bu kez de kendi dünyamda nice hoş –köle- hanımefendiyi yitirmişimdir.

Demek istediğim şudur: Otoriter olmanızda, hatta tiranlaşmadan lider konumunda (böyle bir erkek modeli arayan hanımlar da vardır ve bunda zerrece bir yanlış yoktur) insanlara saygısızlık yapmayabilir, onları çok da mutlu edebilirsiniz; lider konumda olsanız da, partnerin zevk ve mutluluğunu kendinizinkinden bir level önde tutabilirsiniz. OTORİTE İLE BENCİLLİK FARKLI ŞEYLERDİR. Otoriter olmak karakter özelliğidir. Bencillik sonradan, genelde korku ile edinilmiş bir hatalı tutumdur. Özetle size “Neee, baskın mısınız? Cık, cık… Çok ayıp. Hemen değişin!” asla diyecek biri değilim. Bilakis “Partneriniz bu beklentide ise, sizin tarafınızdan zorlama ile karşılaşmıyorsa, çok da iyi bir şey yapıyorsunuz” diyebilirim bile. Yineleyeyim: Otoriter olmak ve yönetmek istemekle kendini partnerinden her konuda, illaki üstün ve daha değerli görmek farklıdır. İnsan yönetme eylemi sırasında danışabilir, hak verebilir, saygı duyabilir, hatasını görebilir, bunu yüreklice kabul edebilir, yöntem değiştirebilir. Anaerkil kültür ve uygarlıkları yine erkekler (krallar) yönetir. Erkek denilen bir kimlik vardır; bu kimlik kendi YAPISI İÇİNDE pozitif veya negatif olabilir. Pozitif olması için KADINA BENZEMESİ GEREKMEZ.

“*Sen Negatif tarafla teşrik-i mesainin olmaması gerektiğini”
Çok doğru… Bu “ateşle oynamak” bile değildir; ateş, yararlı da olabilir. NE, hiç bir şartta kişiye iyi gelecek bir şey var edemez. Yapısı böyledir.

“majinasyon çalışmalarını etik kurallar dahilinde”
Ben böyle bir şey demedim? Etik diye bir şeye biz fazla inamayız. Biz sadece karşımızdaki kişi zarar görüyor mu, ona bakarız. Her şartın (anın, ülkenin, kültürün, zamanın) doğru davranışı farklı olabilir. Kural diye bir şey pek de yoktur.

Biz ahlak kumkumaları değiliz; yaşamaya inanırız. Tek söylediğimiz şey, “ben yaşayacağım diye o ölmemeli (rahatsız edilmemeli)”dir. Yine kendimden örnek vereyim: Death metal müzik dinlediğim, bedenimi 50 yıldır dövmelerle doldurduğum, müziği illaki yüksek sesle dinlediğim için manyak, gençliğe özenti, satanist gibi yakıştırmalar yapacak kişiler vardır. Bunlardan biri üst kat komşum da olabilir. Ama hala da ben müziği HER ZAMAN kulaklıklarla dinler, onları rahatsız etmemeye önemli ölçüde özen gösteririm. Bu yüzden kulaklarımda ciddi çınlama sorunları olduğunu ekleyeyim. Bu tutum gerisinde ne Cennete gitmek, ne beğenilmek ve sevilmek, ne de “en bi fedakar” adam olmak vardır. Bu davranışın TEK nedeni bu evrende iyi hayatların ANCAK istenen ve istenmeyen şeyleri dengede yaparak elde edildiğini öğrenmiş olmaktır. Bu bir kural değil, soluk almak ve yemek yemek gerekliliği gibi bir yapıdır.

“PE celp etmek için yapmak gerektiğini söylüyorsun.”
Çok doğru. Ama beni yanlış anlamışsınız; şu örnek ile düzelteyim: Bir insan yalnız kalamıyor diyelim; ya da kilo veremiyor, hatta üst kattan gelen sesten kötü şekilde etkileniyor (kafasına takılmış ve NE üretiyor). Yalnız kalabilme, iştahı kesme, sesleri duymama çalışması yapmak PE celp çalışmalarıdır… Ve de hala bunlarım etikle, tetikle ilgisi yoktur.

“Ben bu konuda böyle düşünmüyorum, tabi demek istediğim 3. kişilerin alanına girmek değil, diğerleri beni ilgilendirmez. ama negatif tarafa bir sempatim olmadığını söyleyemem, biraz bülent kısa gibi düşünüyorum bu konuda.”
Bence doğru yapmıyorsunuz. Negatif taraf dediğiniz kendi arzularınızı diğerlerinden üstün görmektir ve bu şekilde düşündüğünüz anda, majide diğerlerinin alanına girersiniz. Girerseniz girin, bizi ilgilendirmez. Hayvanlara, çocuklara ve hanımlara zarar vermedikçe, doğru olmayanı yapan bir dolu tanıdığım vardır. Hayat onundur. Ne eleştirir, ne de ayıplarım. Ne “Devlete, millete hayırlı vatandaş yetiştirme merkezi”yiz; ne de “722 Peygamberlik atölyesi”. (Yine de kadınlara, çocuklara ve hayvanlara zarar verenlerle iletişimi keseriz. Bu kesin ve değişmez kuraldır.)

Biz sadece KENDİ rahat ve keyfimiz için iyi olmaya çalışan insanlarız. Yani aslında hedonist ve bencil olduğumuz bile söylenebilir. Ve iddia ediyoruz: Tüm dünyasal ve zevk verici şeyleri elde etme yolu erdemlerdir.

Sizin sol yol ile elde etmeyi umduğunuz şeyler asla o yolla değil, iyi bir insan olduğunuza size VERİLİR. Bunları almaya kalktığınızda onlardan uzaklaşırsınız. Yanılma, hatalı düşünme nedeniniz, size iyiliğin Yahudilik temelinde öğretilmiş olmasıdır. Yahudilik o kadar baskındır ki, çok yerde gerçek Müslümanlığın yerindedir; bunu çok az kişi fark eder. (IŞİD gibi bir örgütün nasıl -son derece mantıklı argümanlar sunarak- İslam dininden olabildiğini kimse sorgulamaz.) Müslümanlık; tıpkı bizler gibi, “kendiniz için iyi olun, böylece çok keyifli bir hayatınız olacak” demektedir.

Bu çok önemli bir konu ve sizin gibi nice genç bu hatalı görüş yüzünden kayıplara uğruyor. Biraz daha bu konu üzerinde duralım:

  • Ya bir şeyi elde etmek için maji çalışırsınız: Örneğin sizi istemeyen Fatma’ya “benim olsun” çalışması yaparsınız. Böylece Fatma’nın arzusu (izni) olmasa da, onu elde etme isteği ile onun alanına girerek NE çeker; böylece Fatma’yı elde edemediğiniz gibi, sahip olduğunuz karizmayı da biraz kaybedersiniz. İşin en bet tarafı Fatma’yı elde etmenizdir; çünkü böylece çekilen NE abarır; karizmayı ve cinsel bereketi sıfırlamaya doğru genişler. Arkadaşlarla eğlencesine Rus sınırından içeri girdiniz diyelim, en iyisi genelde bir arkadaşınızın ilk anda mayına basıp patlaması ve hepinizin tabana kuvvet gerisin geriye kaçmanızdır. Basmadan ilerledikçe sizi patlamadan bet akıbetler beklemektedir. (Böyle bir film vardı, ondan “Rus sınırı” dedim.)
  • Ya da bilgili ve uyanık bir majisyensinizdir. Fatma’nın sizi istememesine (seçimine) saygı duyacak karakter gücünüz vardır. (Saygı duymak büyük bir karakter üstünlüğü verir ve bu yapı “güç” olarak yorumlanabilir.) “Fatma’ya benzer, ama ondan daha uysal (ya da daha zengin, daha güzel) bir hatun bana gelsin” majisi yapasınız.[Daha bir 1-2 ay öncesinde bu öneriyi kendim YİNE uyguladım ve sonuç beni şaşkınlığa düşürecek kadar başarılıydı.]

Bizim dünyada sadece etik-medik konularda çalışma yapıldığı düşünümemelidir. Tabi ki kadınlar, para, şöhret, gençlik, güzellik vb. gibi konularda da çalışma yapılır. Ama bu konulara çalışmanın nasıl yapılacağını bilmek kişiyi Adept yapar.

Adeptliğin daha da üst bir konumu vardır. O da PE ile var olmanın sizi akıl almayacak güzellikte yerlere taşıyacağı bilgisidir. Bu yaşanarak elde edilir; oturulduğu yerde doğmaz. Böylece plan yapmama bilgeliğine ulaşırsınız (ben ulaşabilmiş değilim, ama çabalıyorum). Sadece PE celbine yoğunlaşırsınız. Doğrudur; yanlış (size aslında uygun olmayan, mutlu edemeyecek) olan istekleriniz biraz yitirilir, ama sabrederseniz, misli ile, insanı huşu içinde yerlere kapandıracak yeni güzellikler gelir.

Hangi yöntem kârlı arkadaşım?

“bence ruhiyat, maddi hayattan +2 puan daha mühim olmalı.”
Tabi ki önemlidir; ama daha önemli değildir. Sevgili kardeşim, “hayat SADECE paradır ve maddedir” satanist söylemdir. “Tacirler, hayırdırlar” lafı “Tacirler en muhteşem hayırlılardır” demek değildir; “Tacirler, kendi içlerinde, kendi yapılarında hayırlıdırlar” manasındadır. “Para kutsaldır” demek “tek şeydir” demek olarak duyulmamalıdır. Aynı şey ruhiyat için de söylenebilir. Harika bir beyin elektriği veren ise “denge”dir.

“Beni eğer öğrencin olarak uygun görmezsen bir ricam olacak. Bana majide gelişmek için bir yol haritası gösterir misin?”
Kabul edilmezseniz size gönderilen linkten yeniden başvurmanız gerek ve dediğim gibi, kararı ben vermiyorum. Nadiren ağırlığımı koyuyorum. Ama bildiğim kadarı ile bu beyin elektriğini yansıtırsanız size pek şans tanımıyorum. Yine de belli olmaz… Yol haritasını ise elimden geldiğince bu mesajda verdim bence. Sizce? 🙂

“Esenlikler Janus Usta. Janus demeyi uygun görmediğim için sonuna Usta kipi ekledim.”
Yaş farkına aldırmayın; Janus demeniz yeterli. Bir gün tanışırsak “Falanca (gerçek adım) abi” DEĞİL, “Falanca bey” demenizi rica edecek olabilirim. Bu size ters gelirse Janus, Jan (arkadaşlarım ve bazı öğrencilerim Jan derler) veya Janus Usta harika… Usta sözcüğü zanaatçılar için kullanılan bir değim. Anaerkide zanaatçılar kutsaldır… tıpkı tacirer gibi. Hayatın içinde olanlar, bulutlar üzerinde halkın garip garip baktığı şeyler üreten sanatçılardan da, pratik hayatla ilgisiz ve iç sıkıcı kitaplar yazan düşünürlerden de değerli görülürler.

Son olarak Bülent hakkında iki kelam edeyim:
– Bülent, bazı seçimleri yüzünden –bence- layık olduğu kadar iyi bir hayat yaşayamadı. Tanıdığım pek çok kişiden (özellikle bendenizden) çok daha pozitif huyları vardı… sorunları da vardı.
– Ben de son 30+ yılda girdiğim anaerkil ezoterizm yolu yüzünden layık olduğum hayatı yaşayamadım… layık olduğumdan çok daha iyisine sahip oldum. Buna da yemin edebilirim.

Ne yazık ki bu sözlerin bütünü ile etkisiz olduğunu bilirim. Size önerim sadece denemeniz, istemediğiniz bir şeyi yapmanız, çok sevdiğiniz huylarınızdan birini geride İSTEYEREK bırakmanız olabilir sadece. Eğer deneyebilirseniz iyilik hakkındaki görüşlerimizde bana hak vereceğiniz; neşe, coşku, heyecan, karizma, dinginlik, tatmin, bereket gibi insanların beyninde ödül devrelerini tetikleyici enerjilerin iyilik ile (özveri, anlayış, hoşgörü, alçak gönüllülük, affedicilik, merhamet, uyum yeteneği, sabır, saygı, sadakat, paylaşma, nezaket, şefkat, sakinlik, efendilik gibi erdemlerle) hayatınıza kendi kendine akmaya koyulacağını göreceğiniz kesindir.

Okumayı sürdürün >>


SORUNUZU İLETİN!

Iyilik yapmak

Selamlar. Janus’un daha önceden bazi dediklerini tekrar okudum, bu denilenlere göre iyilik yapmanin, yardim etmenin kadere yanlis sekilde müdahil olmak oldugunu söyleyebilir miyiz?

YANIT

Eski (asi) öğrencime merhaba. 😉

Yanıtım bu kez de hem evet, hem hayır şeklinde verdiklerimden olacak.

Evet; bize göre -sanılanın aksine- diğer bir kişinin kaderine müdahil olmak, kişisel şekilde olumlu biçimde yorumlanan bir davranışla olsa da, yanlış bir iştir. Bu yüzden bizler şifa konusunda bile diğerlerine çalışma yapmayız. Basitleştirelim: Bir kişiyi hastalığından iyileştirdiğimizi düşünelim. Oysa o kişi hastalığı artınca yatacağı hastanede gelecekteki eşi ile tanışacak olabilir, ya da bu süreçte evrimine yardımcı olacak değerli bilgiler edinebilir.

Ancak iyilik ve yardım adı altında yapılan eylemlerin içeriği çok önemlidir. Yardım, pozitif sonuçlara neden olabilir; çünkü yardım, genelde yardım isteme sonucu ifa edilir. Yardım isteyen kişiyi geri çevirmek bizim inancımızda doğru bir iş değildir. Bunun ötesinde yardım, sahip olunanın bir parçayı diğerine karşılıksız vermek anlamındaysa yine pozitif sonuç yaratacaktır; çünkü paylaşmak, öncel evreni bir ölçüde de olsa, yeniden tesis etmek manasındadır.

[Yine Müslümanlıktan söz edeceğim. Sahip olunan malları –matematiksel denilebilecek bir hesaba dayalı olarak- paylaşılmasını isteyen (fitre ve zekat) –benim bildiğim- tek inanç Müslümanlıktır. Bir paganist olarak (paganist olduğuma göre paganizmi Müslümanlıktan daha fazla kendime yakın buluyorum demektir) söylemem gerekir ki, paganizmde bile böyle bir şart olduğunu ben duymadım.]

Güzel bir soru sormuşsun. Hala -kıyısından da olsa- bizim sistemle ilgili olman, beni mutlu etti, bu yüzden coşup, iyice (yani mutadım hilafına “şunu yap, bunu yap diyerek”) akıl vermeye koyulayım:

  • Yardım edeceğim diye kendinden ortaya atlama; bir çuval inciri berbat edecek olabilirsin. İnsanların hayatlarına karışma. Doğrunun ne olduğunu –özellikle diğerleri için- bilmenin olanağı yoktur.
  • Yardım isteyen olursa geri çevirme. Hatta kendi işini ikinci plana atıp yardıma koşarsan, bu sana kişilik gücü ve karma puan (sevap/kazanç) olarak geri dönecektir.
  • Sahip olduklarını –özellikle ek bir başarı (kazanım) sonrasında- kesinlikle paylaş. En azından taze ekmek al, kuşlara doğra; bir paket salam al, kedilere, köpeklere ver; pastaneden bir pasta al, komşuna ver.

Ancak burada önemli bir ayrıntı vardır: Bu süreçlerde adı geçen işleri dişini sıkıp yaparsan kendini strese sokacağın için, iyi bir iş yapmış olmayı geç, NE bile celp edebilirsin.

Toparlayayım: İllaki “İyilik yapayım da Cennet’e ön sıralardan yer kapayım” arzusundaysan (bunda bir yanlış yoktur; hedefler, çabalama enerjisi yaratır) iyilik yapacağına sorumluluk al, yük sırtla. Bir erkeğe ağır yükleri taşımak, sızlanmadan taşımak, şikayet etmemek, ketum ve ağır başlı şekilde zorluklara göğüs germek, yaptıklarını afişe etmeden, gölgede kalmayı bile seçerek sorumluluk almak çok yakışır. Dahası; ona –inanılması güç ama gerçek- kelimelerle ifade edilmeyecek bir karizma kazandırır; çünkü böylelikle PE celp etmiştir. PE ruh güzelliği verir, tamam, ama basbayağı cinsel çekicilik (özellikle erkeksi cinsel çekicilik) de verir. PE, yani iyilik, Yahudilik ve Hıristiyanlık ne kadar gizlese de, cinsellikle yakından ilgilidir.

Bu farklı dinamikleri deşifre edince kapalı kapıların birer birer, kendiliğinden açıldığını görerek şaşkınlıktan, şaşkınlığa düşeceğine emin olabilirsin. “Uyanıklık” olarak lanse edilen çıkarcılık, fırsatçılık, tembellik –özellikle erkeklerin- cinsel çekiciliğine vurulmuş büyük darbedir. Ataerkil kültürün en büyük tuzağı iyilik ile cinselliği ayırmaktır; çünkü böylece iyiliğin cinsel çekicilik ve cinsel güç verdiği gerçeği asla bilinmez. İyilik; renksiz, diğer alem dedikleri aseksüel bir yere ait, dünyasal heyecan ve coşku ile bağdaşmayan tatsız bir yere itilir. Artık sadece yaşam coşkusuna fazla yakın olmayan elinde kalır; ya da cehennem korkusu ile ucundan-kenarından, zar-zor üstlenilen bir yüke, ya da dünyasal hızdan elini eteğini çekmeye karar verenlerin sığındığı bir güvenlik kalesine dönüşür. Oysa Müslümanlık Cennet betimlemelerine cinsellik çağrıştıracak kavramları koyarak anılan mesajı (yani cennetlik kul olmakla, iyi bir cinsel yaşamı özlemenin birbirine zıt şeyler olmadığı mesajını) vermektedir. Eğer Müslümanlık İsrailiyattan kurtarılır, namaz, oruc, kurban kuralları ile bilerek gölgeye itilen içrek yanları ön plana çıkarılabilirse birçok gencin istekle bu dine gireceğine ve PE celp edeceğine inanmak zor değil.

Bu yüzden işi abartarak “Kendiliğinden oluşan kişisel harem sahibi olmayı özleyen beyler ve delikanlılar”a sorumluluk almalarını, sahip olduklarını istekle paylaşmalarını, karşılıksız vermelerini, yardım isteyenin yardımına koşmalarını şiddetle öneririm. Dini, dinayeti, paganizmi, PEyi atlayalım; olaya pratik açıdan bakalım: Andığım niteliklerin zaten çok kişi (özellikle kadın) tarafından “erkeksi güç” olarak algılandığı için, bu davranışları kişiliğine perkitmiş erkeklerin daha fazla beğenilip seçilebileceği görülebilir. Kimse eşleşirken en kötü örnekleri seçmek istemez.

Okumayı sürdürün >>


SORUNUZU İLETİN!

Tutsak Evren ve Sınırın Ötesi

“Tutsak Evren ve Sınırın Ötesi” adlı kitabımın 36 TL. fiyatı -günümüz ekonomik koşullarını göz önüne alınca- bana yüksek geldi. Bilgiye erişim bu kadar pahalı olmamalı dedik, fiyatı 22TL.ye indirdik. Böylece kitabı %80 indirimli alacak site üyeleri için fiyat 4,40TL. oldu.

Diyeceksiniz ki, “Baştan aklın neredeydi?” Haklısınız. Kitabımın yayınlanması ile sanırım kısa süreli “havalara” girdim, ama çabuk toparlandık; idare edin artık, o kadar olur… 🙂 ne de olsa bu kitap teorilerimizin topluca ilk sunumu. Yanıtlarımda yazdım; yayınevleri ile iletişim, basım süreci falan-filan ortamlarını gözüm yemediği için kitabım yoktu. Google kitapları sevgili Füsun sayesinde bulduk; kapılar açıldı. Ömrüm vefa ederse, arkadan gelecek başka kitaplar da var. Hemen örnek: “Ab-ı Hayat” ve onu arayan mitolojik karakterler hakkındaki araştırmalarımı kitap yapmaya giriştik. Sanırım önümüzdeki hafta sonu yayınlanır.

Ömrüm vefa etmezse de etmez, kafaya takacak bir şey değil. Ama bu lafı etmek de havalı. 🙂 Moruklayınca bu havalı lafları etme ayrıcalığınız oluyor. Umarım siz (her biriniz) de bu ayrıcalıklara sahip olacak yaşa -doyum dolu günlerle- ulaşırsınız. “Ulaşacağım” derseniz (isterseniz “Ulaşacağım lağğğnn” da diyebilirsiniz), kaderi yırtarsanız, ulaşırsınız. Hayat, “Ner’de bende o şans?” diyenleri hiç sevmez. Size uzaktan yıldız ışıkları gibi parıldayan gözlerle bakan; ele geçirilip, kucağınıza oturmak isteyen, nazlı, işveli, ama ateşli bir hanım gibidir. Onu “Ya benim olursun… ya da benim” deyip alın kollarınıza… zaten sabırla sizin olmayı beklemekte… en çok bunu istemekte.

Keyifler dostlar…

Arkadaşlar; Tutsak Evren 05-04-2021 günü için “En Çok Satanlar” listesine girmiş! Çok teşekkürler hepinize…


Bir öğrencim kitap fiyatlarını indirme nedenimizin kitap satışını arttırmak olabileceği hakkında şaka yapınca gerçekten bu düşüncede olabilecek başka kişilerin de bulunabileceğinden kuşkulandım. Fiyatları indirme nedenimiz; istediğim bir şeye parasızlık nedeni ile sahip olamamanın acısını çok yakından tanımam ve site üyelerimi bana yakın ve desteklenmesi gerekli arkadaşlar olarak görmemdir. Ayrıca teknik planlamaların adamı değilim; galiba gönlüm de zengin. 😉