Mutluluk formulün var mı ? (Venüs kadınları)

Çok mutlu olmak istiyorum hayatımdaki erkekle mutlu olmak istiyorum .Bunun bir formulü var mı ?

YANIT

Bu soruyu özellikle bu günde yayınlanması için sırlamaya sokmadık. Bizlere göre (İlk Çağlardan beri anaerkil ve/veya pagan inançlarda kutlandığı için) Ana Tanrıça’nın bayramı olan bu güzel bayramda sorunuzun yanıtı TÜM HANIMLAR için verilmiş olsun.

[İnançsız, ya da paganizme sempati duymayan kişiler bu günü astronomik (bilim çıkışlı) bir “yeni başlama” noktası olarak görebilirler.]

Sorunuza geçelim:

Bir paganist olarak önerim -karakterinize çok ters değilse (tıpkı erkeklerin kadınsı karakter özellikleri taşıyabilecekleri gibi, kadınlar da erkeksi karakter özellikleri taşıyabilirler; ancak bu yapı azınlıktadır)- “Venüs kadını” olmanızdır!

Kadın-erkek ilişkilerinin temel yapısı, içinde yaşanan milenyumun eğilimine göre değişmez. Yarattıkları sonuçlar fizyolojik ve spiritüel açıdan değiştirilemeyecek olan iki tip hormon vardır. Bunların uzantısı olan iki de ana kimlik ve görünüm… Genetik yapı ve geçmiş yaşamlardan getirilen unsurlar anılan “hamur”dan benzersiz karakterler yaratırlar.

Düşüncemize göre kadınların ezici çoğunluğu “ana kimlik” denilebilecek temel modele -Venüs kadınlığına- yatkındırlar; çünkü bu kimlik son derece köklü, öncel, etkin ve kalıcı bir alandır. Sadece son yüzyılda -tıpkı besin zinciri gibi- değiştirilebilmiştir. Kültür yaratan insanoğlunun 10.000 yıllık geçmişinde hep aktif kalmayı başaracak kadar güçlüdür. 1

Söz ettiğim bilgiler yüzünden her kadın bir kez olsun Venüs kadınlığına (yani “doğanın özgün İNSAN DİŞİSİ” olarak, baskın şekilde var ettiği modele) geçme şansı olup olmadığını kontrol etmelidir; çünkü bu model orijinal/katkısız olduğu için pek çok kişiye uygundur; eğer kabullenilirse (öze dönülebilirse) ciddi oranda rahatlatıcıdır.

Ataerki; bu kimliği (böylece PE celbini) engellemek adına düzeneği kurmuştur; çünkü PE, onun yok olması anlamındadır. Dişilik olarak nitelenebilecek nice şeyin çağımızda, en çağdaş denilen ortamlarda bile küçümsenmesi, NEnin ne kadar yaygın/güçlü/etkin olduğunun üzücü bir kanıtıdır bence.

Klasik dişilik binyıllardır Venüs ile sembolize edilir. Astrolojide de, okült öğretilerde de, hatta tıpta bile Venüs nitelikleri daima ideal kadın nitelikleri olarak görülür.

Venüs TÜM ezoterik ekollerde mutluluk planetidir.

Yani kadınları mutluluk planeti yönetir!

İlk Çağ paganizminde evrenin yaratıcı tanrıçası da daima Venüs planeti ile nitelenir ve Venüs özelliklerini taşır. Öncel inançları silmek adına Hıristiyanlık, Venüs gezegenini ünlü şeytanı Lucifer’a çevirmiştir. Lucifer adının anlamı “Işık getiren”dir. Yani asıl şeytan kadındır. 🙂 (Bu konuda bilgi edinmek adına Lucifer/Şeytan… Yani Venüs! adlı yazımı okuyabilirsiniz.) Yahudilik ezoterizminde ise cennetteki yılan, Samael ve Lilith adlı varlıkların androjen (bölünmemiş) bütünüdür. Kabala’ya göre bu androgynous bütünlük içinde Lilith baskındır. Bu yüzden Yahudilik gizemciliğinde cennetteki yılanın dişi olduğu inancı vardır. (Adrogynous bütünlük hakkında bilgi edinmek adına 722 RAKAMININ SIRLARI
Bölüm 2: ANDROGYNOUS EFSANESİ
adlı yazımı okuyabilirsiniz.)

Oysa Ophites adlı Gnostik grup cennetteki yılanın aslında insanı korumaya çalıştığını iddia etmiştir. Bu düşünce bize ters değildir; çünkü Yahudilik cenneti ile Müslümanlık cennet betimlemeleri taban tabana zıttır. Kişisel kanım ise, Yahudilik cennetinin “insanoğlu” adlı yaşam formunda çökecek dalga fonksiyonuna (ruha) ters yapılı olduğu yönündedir. Müslümanlıkta -erdem çerçevesinde yaşanmak kaydı ile- onurlandırılan dünyasal zevkler; Yahudilik ve Hıristiyanlıkta lanetlenir.

Ancak kadının Venüs olduğu halde “zevk kumkuması, önemsiz, ikinci sınıf, geri planda kalmaya mahkum, edilgen bir model” olmadığı Ana Tanrıça’nın niteliklerinden anlaşılabilir: Ana Tanrıça -neredeyse her mitolojide hem anaç, hem seksi bir Venüs olsa da- hiçbir mitolojide pasif nitelikler taşıyan bir tanrıça değildir. Kocası ile paylaştığı yönetime bir alt tanrı saldırınca cengaverce -komutan konumunda- dövüşür… ama savaşı yitirir. Alt tanrı onu parçalar, evreni yaratır… kendine yaratıcı der. Oysa sadece bölmüştür. (Bu konuda bilgi edinmek adına 722 RAKAMININ SIRLARI – Bölüm 3: BÖLEREK YARATAN TANRI adlı yazımı okuyabilirsiniz.)

Aynı şekilde tarihe savaşçı kadınlar olarak geçen kadın modeli (ki, Amazonlar miti bu gerçekten kaynaklanmıştır), örneğin Enyo-MA rahibe-savaşçıları, anaerkil ve Ana Tanrıça tapımının yoğun olduğu kültürlerde görülmüştür. Ataerki ise Venüs kadınlığı ile, savaşçılığı DA (dahi) ayırır. Kadınlar, erkekleşmeden (Venüs kadını kalarak) savaşçı olamamaktadırlar artık. Daha da doğrusu; pek çoğu ne gerçek Venüs kadını olabilmektedir, ne de savaşçı.

Venüs dişiliği, hayvanlarınkinden farklı yapıdaki insan beyninin yarattığı -bence- yegane üstünlüktür. PE celp eden dişilik özellikleri hayvanlarda yaygın değildir. Venüs dişiliği, insan üstünlüğüdür. Ne yazık ki “akıl” adlı, son derece zararlı ve gerçek dışı kavramlar yaratılarak bu gerçek üstünlük yok edilir. (Akıl adlı kavramın ne derece yıkıcı olacağı en iyi Tarot kartları ile belirir; Tarot’ta en belalı kartı serisi olan Hava serisi, aklı ve yıkımı sembolize eder.) Yerine akıl adı verdikleri doğa dışı bir şey ile enjekte edilen yıkıcı idealar üstünlük olarak empoze edilir.

Artık insanlar üstündür… Hayvanlardan topyekun üstündür. Felsefe ve ağır düşüncelerin, sorgulanamaz dinlerin, politik izmlerin ve bunların doğal sonucu tartışmaların, beyin fırtınalarının (Ana Tanrıçaya saldıran ve evren egemenliğini ele geçiren TÜM baş tanrılar fırtına, yıldırım ve hava tanrılarıdır) ve gizemli mistik ekollerin egemenliğidir bu ortam. Yaşamı kolaylaştıracak gerçek akıl, yani pratik zeka, lanetlenmiştir.

Halikarnas balıkçısı bu durumu -o eşsiz eğlenceli üslubu ile- Thales bazında anlatır. Anadolulu düşünür (ki, kendilerine filozof değil, “füsiolog” derler) Thales, bazı konularda daha iyi kâr sağlamaya yarayacak hesaplamaları halka arz ettiğinde diğer ulu düşünürlerden “Bu gereksiz işlerle boş vaktinde uğraştığını” söyleyerek özür dilemek zorunda kalmıştır.

Akıl propagandası ile -çok nadir fark edilse de- asıl hedef/amaç dişiliği yok etmektir. Bunun en pratik yolu ise kadınlar ile dişilik arasında uçurum yaratmak; kadınları -içgüdüsel, pratik, duygusal, keyifli, hafif, yaratıcı, sezgisi güçlü ve de savaşçı yanlarına- yabancılaştırmaktır.

Peki; Venüs dişiliği nedir?

Öncelikle güzelliktir!

Kesinlikle her kadın güzeldir! Çünkü her kadının kendine özel (tıpkı parmak izi gibi), sadece kadın olduğu için, doğa tarafından verilen bir çekiciliği vardır.

Bu şaşmaz gerçek fark edilmeli ve işlenmelidir.

Adı geçen özelliği işleyebilen her kadın güzel olur… yani ÇEKER… Celp eder.

Hayır, sadece erkekleri değil… Tüm insanları ve hayvanları çeker. Onu herkes sever. O herkesi ısıtır. O varlığı ile ona bakanları bile “anlık da olsa” mutlu eder. Aurasından yayılan radyasyon insanları rahatlatma gücündedir.

Venüs kadınlığı adlı dokuyu işlemenin diğer yolu sıcaklıktır. Tayftaki insan dostu dalgalar sıcaktır. Sıcaklık, kadınların uzman olduğu bir alandır. Soğuk, kadına uymaz… kadına terstir. Sıcak, kadının kendidir.

İşlemenin daha pratik yolu süstür… şıklıktır… erotizmdir… kendine bakmaktır… buna zaman ayırmaktır… ve bunları yapmaktan zevk almaktır.

İşlemenin bir yolu da neşedir… Gülüştür… Kahkahadır. (Haddimi aşayım ve kendimden ekleyeyim: Bence cilvedir. Hafifliktir. Kıvraklıktır. Biraz daha arsızlaşayım: Kapıyı aralayıp, sonra gülüşlere kapatıvermektir. Gösterip vermemektir. 😉 (Adamı canından bezdirecek kadar değil tabi ki…)

Ayrıca eğlenmektir… Her şartta eğlenmeyi, keyiflenmeyi bilmektir…

Ve en-en-en önemli işleme yolu: DENGEDİR.

Aslında güzellik de, aşk da ikincildir; ana hedef dengedir. Denge, zıtlıkları bir araya getirmekle olur. Bu yüzden aslında “yeniden birleştirmektir”. Aşk ve güzellik, birleştirme/denge var edilince akmaya, coşarak akmaya başlar.

Venüs, Terazi burcunun yöneticisidir; Terazi burcunun sembolü bu yüzden dengede duran terazidir.

İşlemenin son yolu, ataerkinin asla yok edemeyeceği temel yapıyı, evrensel gerçekleri ERKEĞE ÖĞRETMEK, bu modelin erkeğe çekici gelmesini sağlamak, birçok erkekteki (Kova burcu çağı nedeni ile) bozulmuş doğal dengeleri yeniden tesis etmektir. Söz konusu “erkeğe öğretme” sürecinde yansıtılacak en önemli bilgi “Bu bedava armağanın değerinin bilinmesi gerekliliği”dir.

Sözün özü, ataerkil dinlerle “alt edilemeyen kadınlar”ı çağdaş lanetleme yolu, kadınlara maskülen düşünce yapısı (akıl diye kakalıyorlar :D), maskülen görüntü ve maskülen savaşma taktikleri (saldırganlık, şiddet, kabalık vb.) empoze etmektir.

Milenyumun Cadı Avı budur. Artık kadınlar kendi kendilerini avlamaktadırlar.

Ataerki tarafından empoze edilen akıl adlı tehlikeye sırtını dönen (kendi olabilen) kadın ne kadar yapıcı, onarıcı, çözümleyici… yani belirleyici olabileceğini görecektir. Bu yapı asla ahmak, aptal ve boş kafalı olmasını gerektirmez. Kendi olan kadın beynini ne zaman, nerede, ne kadar, nasıl çalıştıracağını sezecek gücü yeniden ele geçirmiştir. Sezgi gücünün önüne hiç bir şey geçemez; çünkü sezgi, cennetten yollanan yönlendirmedir. Akıl adlı “bir şey” ile yok edilmeye çalışılan, kadınlara özel olan ve cennet (ya da Yaratıcı) ile aralarındaki etkileşimdir.

Bu yüzen size ve birçok hanıma mutluluk ve ilişkilerde başarı için mutluluk planeti Venüs kadını olmalarını önerebilirim.

Bu yapıdaki bir kadın çekeceği şahane PE ile BONUS OLARAK SADECE DOĞRU ERKEKLERİ ÇEKİCİ BULACAĞI ve yakınına alacağı için, çevresinden onu bu güzel yapısı nedeniyle örseleyecek, küstürecek, erkekleştirecek kişi de kalmayacaktır.

Yasakları delmeden kendiniz olamayacaksınız hanımlar… Kadın olmak ise milenyumda -Orta Çağdakinden bile- daha yasak. İşiniz biraz zor… Bu sefer fena bastırıyorlar. Dikkatli olun derim. Ancak size güvenimiz tam. Bu boş bir iyi niyet dileği değil; evrensel bir gerçeğin/yapının görülmesi ile doğan bir duygu.

70li yıllarda yayınlanan Uzay Yolu TV dizisinden bir alıntı:
Mr Spock sorar: “Makineleşme kadını değiştirdi mi? Kadınlıkları kayboldu ve bireyler haline mi geldiler?”
Kaptan Kirk ise gülümseyerek yanıtlar: “Dünyalar değişebilir, galaksiler bile sönüp gidiyor; değişmeyen tek şey kadın. Bir kadın her zaman kadındır.”

Tüm -her parmak izindeki- kadınların ve kadınları gerçekten seven erkeklerin eski devirlerin “Ana Tanrıça bayramı” ve diğer tüm farklı görüşlerdeki öğrencilerimin, arkadaşlarımın ve site ziyaretçilerinin bahar bayramı kutlu olsun.

 


 

DİP NOTLAR

[1]

 

Kova burcu çağında özgün prototipler değişmeye yüz tutmuşlardır (bu konuda bilgi edinmek adına KOVA BURCU ÇAĞI – 4. Bölüm: Kehanetler adlı filmi izleyebilirsiniz); çünkü Kova Burcunun yöneticisi Uranüs; terslik (olumsuz anlamda değil, yön olarak), zıtlık, eşcinsellik ve cinsiyet değişimini yönetir. Tanrı Uranüs, penisi kopmuş öncel bir evren yöneticisidir. Onun farklı versiyonları olan Attis’in de penisi kopar, bu yüzden rahipleri penislerini keser ve kadın kılığında yaşarlardı. Hindistan versiyonu olan Shiva’nın da penisi kopmuştur ve bu tanrının orijinal yapısının yarısı kadındır (bkz. Shiva Ardhanarishvara).

Okumayı sürdürün >>


SORUNUZU İLETİN!

Astral katlar ve 7 kat sema (Ünlü büyücüler)

Islami literatürde astral alemden daha çok kaf dagi olarak söz edildigini biliyorum bunun yaninda ayrica 7 kat sema kullanimi da var aralarindaki farkin ne oldugunu biliyor musun Janus, ayrica Aleister Crowley’in yahut B.K.’nin yaptigi kat çalismalarini da nasil açikliyorsun 722 sisteminde, en azindan B.K.’nin gittigi yer neresiydi?

YANIT

Neredeyse yirmi yıldır geleneksel anlamı ile okültizmle ilgilenmediğim için bazı konularda bilgisizim ve soruları yanıtlamakta yetersiz kalıyorum. Kaf dağı ve yedi kat sema konusunu da bu kapsam içinde… Bizim sistemimizde bu çeşit bilgilere yer verilmiyor.

Bizim sistem kuantum mekaniğine dayalıdır. Yani bilimsel verileri okült konulara uyarlamak ve onları modernize etmek, akla uygun hale getirmek, böylece pratikteki kullanımlarını rafine etmek, başarı şansını arttırmak amacındadır. Kuantum mekaniği madde evreni ötesini dalga fonksiyonu ile açıklar ve orada her şey birbirine karışıktır. Hameroff’un dediği gibi “bulaşıktır”. Sınır yoktur. Kozalite sıfırlanmaktadır; yani yoktan var olan ve varken yok olan şeyler bulunmaktadır; bu “şeyler”, aynı anda iki yerde olabilmektedirler.

Söz ettiğim bilgiler deneysel ortamda kanıtlanmışken astral diye bir yerin bulunduğu ve yediye bölünmüş olduğunu düşünmek, dahası, çalışmaları bu mantık ya da metot üzerine kurmak, işleri ciddi anlamda güçleştirmek (hedefe oldukça dolaylı yolları kullanarak varmaya çabalamak) anlamına gelir.

Okült teorilerde yedi kat bilgisinin var olma nedeni bu düşünce ortaya atıldığında yedi planetin tanınmasıdır. Yedi planetten sonra üç planet daha bulunmuş, sonra 10. planet planetlikten atılmış; böylece her şeyi yediye bağlayan sistemler defalara alabora olmuşlardır.

Peki bu sistemler nasıl başarı yaratabilmişlerdir? Yani bu sistemlerle çalışanlar iddia ettikleri üzere majikal başarıya nasıl ulaşmışlardır?

Eğer majikal başarıları hakkındaki iddiaları doğru ise, hatalı öğretilerle başarı sağlayabilmelerinin yegne nedeni yine kuantum mekaniği, daha doğrusu QM teorileri, daha da açığı “her şeyin (gerçekliğin) beyinde, mikrotübüllerde yer alan kuantum olayları ile var edildiği” varsayımlardır. Ayrıca, kuantum olaylarında inanç rol oynuyor olabilir; çünkü inanç, nöronlar arası “volümtransmisyonu” (buna “beynin çok geniş bölümünü etkileyen sinyal gücü” diyelim) yaratmaktadır.

İşe biraz matraklık katalım: Beyninizde -üç kere horoz gibi ötünce şahane bir sarışının karşınıza çıkacağı ve size özel “best twerking performance”ını sergileyeceği- şeklinde bir alan yaratırsanız, bu kalıba en küçük bir dust speck (Planck ölçütünde kuşku) katmazsanız, size önerim, alanın etkisi altında kalacak alımlı sarışınları rezil etmemek adına asla üç kere horoz gibi ötmemeniz olacaktır. 🙂
Özetle; majikal başarının gerisindeki ana argüman inanç, daha doğrusu kullanılan sisteme inançtır.

Crowley geçmiş kuşağa (yaş değil, kafa yapısı olarak) ait bir kişidir. Ayrıca (Regardie, Waite ve -arka planda altın varaklı ışınlar, üçgenler, sırtta pelerin, elde asa ile fotoları bulunan- bir çok Goldan Dawn şahsiyetleri dahil) ünlü büyücülere saygı duymadan önce yaşamları mercek altına alınmalıdır. Eğer onların yaşamı olağan kişiler kadar sorun, sıkıntı, terslik, kavga, başarısızlık ile örülü ise, akılla adam “Ya, bunun benden zırnık farkı yok; e, ben ne anladım bu işten?” diye sormalıdır. Adı sıklıkla ön planda geçen majisyenler teorisyenlik, yani bilgi birikimi açısından değerli kimseler olabilirler. Ancak maji bir kütüphane ortamı değil, hayat içinde gazı hem kökleme, hem de kaza yapmama işidir.

Bülent ile astral katlar (ve de yardımcısı arkadaşına hipnoz uygulayarak yaptıkları çalışmalar) konusunda asla anlaşamamışızdır.

[Ancak kendisi -şahsını pek kötü biri olarak gördüğü ve bundan bir çocuk gibi keyif aldığı halde- öylesine pozitif tarafı olan biriydi ki, anlaşamadığımız onlarca konuda, yıllara dayalı arkadaşlığımızda, TEK BİR KERE tartışmamız olmamıştır. Ve inanın ki bu pozitif ortamın mimarı ağırlıklı olarak Bülent’ti. Oysa geniş hoşgörüsü iş ukalalığa, ben merkezciliğe gelince sıfırlanır, ürkütücü yanı ortaya çıkardı. (Kadim dostumun, değerli arkadaşımın, benim ukalalığıma senelerce katlandığını da ekleyeyim. Kitabını adıma imzalarken “Sandığından çok daha fazlası olan Janus’a” diye yazması bunun kanıtıdır. 🙂 🙂 ) Bülent; gerçek olabileceğini düşündüğü şeyler kendi görüşlerine ters olsa da, onlara inanmasa da, düzgün (verilerle desteklenen, boş laf olmayan) bilgiye saygısı nedeni ile
-fazla açıklamak istemiyorum- bizim ekolümüzden (722den), önemli bir ortamda (bir dokümanda diyeyim) çekinmeksizin söz etmiş, yani bize yer vermiş biriydi.]

Ama hala da ben onun sözlerinin her zaman pratikte gerçek evrensel yapıyı ifade ettiklerine inanmıyorum. Onun gezdiği katlar Sefirot’ta idi ve Sefirot, Kabala sisteminin bel kemiğidir.

“İslam ve semalar”dan söz ettiğiniz anda, en az 1400 yıl önceki bilgiler hakkında konuşuyorsunuz demektir. Kuantum mekaniğinin en eski raporu 1920’dir; bizim teorilerin kimi 1990 sonrasına aittir (Örneğin EM Theoires of Consciousness) ve bir çoğu kanıtlanmıştır (örneğin Quantum Field Theories).

Bize göre (ve de kuantum mekaniğine göre) kat yoktur. Beyin gücü ile ulaşılan dalga fonksiyonu ortamı (buna astral da diyebilirsiniz) binlerce alanın birbiri ile iç içe geçen, etkileşen mekanıdır. Hal böyle olduğu halde -sayısı bile belli, yani yedi olan- bölgeler yaratmak, bölgeler arasında bakir kız, tek boynuzlu at, çifte yılan vb. imajinasyonu ile geçilebileceğini varsaymak… ne diyeyim?… hobiyi fazla gerçekliğe katmaktır diyeyim. Ancak yinelememe izin verin: Eğer bunlara yönelik yoğun bir inanç varsa; başarı, bu çocuksu güzelliklerle yine de elde edilebilecek olabilir.

O zaman neden büyük büyücüler şahane hayatlar yaşamamışlar, genç yaşta hastalıklarla boğuşmuşlar, uyuşturucu alışkanlıklarından yıllarca kurtulamamışlar, borsayı ele geçirememişler, kişiye özel haremler kuramamışlar, çok güzel beden ve yüzlere sahip olamamışlardır? Hatta neden simya ile uğraşmışlar, maji ile bakırı altın yapıverememişlerdir?

Biz sıradan vatandaşların (benim maji bilmem onlardan olduğum, sizlerden olmadığım anlamına gelmez) hazretlerin güçlerini görebileceğimiz ve heyecanla yerlere kapanacağımız hiç bir farklılık yoktur yaşamlarında? Doğrudur; bizlere sürekli bu kimliklerin politikada, hatta dünya yönetiminde pek bi etkin oldukları söylenir durur. Ama iddia edilen güç, her nedense o güçlü adamların hayatlarına gölge şeklinde bile düşmemiştir. :)))

Dikkat buyurun; majideki başarı hep “şaiya”dır. Sistem bu yüzden yüzyıllarsa “laf-ı gezaf” çerçevesinde döner durur. Cinler vardır, dünyayı yönetenler vardır, karanlık güçler vardır, gizemli Order..lar vardır. Ancak ortada şeytandı, şuydu buyudu, adına işlenen pis cinayetlerden, bu tiplerin birbiri ile didişmesinden başka -nazarlık olsun- elle tutulur bir halt yoktur. 😀 Mandarinler uludur, yücedir; ama her nedense bizim mahallenin manifaturacısı, berberi, manavı, apartmanın yöneticisi, şirketin halkla ilişkilercisi kadar sıradan dertlerle doludur yaşamları.

Bu durumun nedeni, güçlü ve ürkünç liderler (buna “gizem perdeleri gerisine saklı durdukları için ürükütücü olan liderler” diyelim mi?) ile NE arasındaki kankalık ilişkisidir.

Bu adamların pek çoğu (kendi yaşam alanları içinde çalışmalar yapan -her ekolden- arkadaşları tenzih ederim) majiyi sıradan insanın majiden belki de haklı olarak çekinmesine neden olacak biçimde, onun-bunun hayatına parmak atmak adına kullanmışlardır. Bu işin bedeli, ister peygamber olsunlar, ister semt imamı, ister “Order.. of Bilmemne” lideri, hatta Kazlıçeşme deri atölyesinde çalışan Zeytinburnu çocuğu (bkz. Gora); kimsenin altından kolay kalkamayacağı kadar ağırdır. Hayır; göklerde ceza yollayan despot ve öfkeli bir tanrı yoktur; olumsuz geri dönüşler basit fizik kuralları nedeni ile gerçekleşir. Sonucun nedeni bir bölme eyleminin yan etkisidir. O enerji ile bir sohbet etmeye başlayan Lİber Spirituum’un yazarı olsa bile yakayı/paçayı hazretten kurtaramaz; NEnin kokteyl partisi domatesi olmaktan kaçamaz.

Maji, diğer kişilerin hayatına burnunu sokmaya çalışmadan yapılırsa değerlidir ve iddia ediyoruz: Başarı ancak böyle gelir. Majiyi komşudaki afeti kollarına almak, ya da kendine yüz vermeyen yakışıklıyı aşık etmek için çalışan kişiler çalışmayı hedef karakter için DEĞİL, ONUN GİBİ BİR PARTNERE SAHİP OLMAK İÇİN YAPMALIDIRLAR! Gıcık iş arkadaşının ayağını kaydırmak isteyen, lanetleme çalışması yerine, kendine daha iyi bir pozisyon için maji yapabilir. En yakın arkadaşının mutluluğunu kıskanıp onu eşinden ayırmak isteyen delişmen kız, onları kendi hallerine bırakıp, karşısına daha iyi bir erkek çıkması için maji yapabilir.


[Konuyu dağıttım, kusura bakmayın. Maji gibi bir “kurtuluş” aracını pespaye eden bu hazretlere dayanamıyorum. Son kez dağıtayım ve iki laf daha edeyim: Majinin “hayr”ı Müslümanlık ile de anlaşılabilir. İslam hocalarının (Yahudilik ve Hıristiyanlığa göre “dünyasal” ve “tuuu kaka”) nice insanî istek adına esma/dua önermeleri bunun (beyaz majinin hayrının) kanıtıdır. Müslümanlıkta olumsuz dualar etmek adına “zalim” kriteri vardır ve inanın, pek az kötü insanın kötülüğü bu düzeye erişebilir. Katolikler, papaza giderler, yaşadıkları için mağfiret isterler; papaz da bu iğrenç günahları(!) affeder. Müslümanların ise imamlardan, hoca efendilerden -Hıristiyanlıkta lanetlenen bir dolu konuda- dua/esma önerileri istemeleri yasak değildir.

Oruç, kurban, Cuma, hac, başörtüsü eksenine İNDİRİLEN Müslümanlığın -çekinmeksizin söyleyeceğim- diğer nice inanca ÜSTÜNLÜĞÜ bu gibi (üzeri ataerki tarafından KASTEN örtülmüş) yanlarındadır.]

Sorunuzu “Kat çalışmaları nedir? şeklinde sorup yanıt vereyim:

Majikal çalışma anında nöronlarınızın yarattığı alanın frekansı ne ise, majisyen o kattadır. Yani kendi beyin elektriği frekansı ile senkronize olduğu alanlardadır. Bu alanlar dalga boyuna göre tayfın farklı yerlerinde olabilirler… yani pozitif de olabilirler… negatif de…

Peki negatif alan nedir? Elinde yaba tutan keçi bacaklı bir varlığın imparatorluğu mudur?

Tabi ki değil…

Negatif denilen alan, elektrik nasıl çarpıyorsa, serbest radikaller, iyonize parçacıklar nasıl bölüyorsa, o şekilde dokunduğu yeri bölen bir alan ve bu alanın radyasonudur.

Bu kadar basittir kötülük.

Hücreyi böler kanser yapar, insanları böler kavga çıkartır.

Soralım: Bu alan ile kontağa giren (diyelim falanca için maji yapan) biri nasıl bir tepkime alır?

Tabidir ki bölünerek!

Neden bölünür?

Kendi hedefi/amacı ile davet ettiği, kontağa girdiği enerji yüzünden! Yani NE ile kontak kuracak amaçlar ile yapılan çalışmalar keyif, mutluluk, doyum, eğlence, coşku ve bu duyguları verecek hiçbir sonuç yaratamaz; çünkü bu duyguların majisyende var olması, NEnin yok olması manasındadır. NE ise kendini davet edeni kaybedecek değildir tabi ki.

Fizik açıdan bakalım: NE bilinçli bir şeytan olsa, birden hidayete erip, tövbekar olsa bile bunu yapamaz… O bir frekanstır sadece. Elektrik, bedenine girdiği canlıyı nasıl çarparsa, NE de kontağa girdiği -canlı/cansız- her şeyi böler. Bu olay denklemi/formülü yazılacak kadar fizik tabanlı bir reaksiyondur, olağandır; gerisinde mistik gerekçeler aramak, onun tehlikesini kavrayamamış olmak anlamındadır.

Bir öğretide kadın ikinci sınıfsa, bir öğretide liderlik varsa, bir öğretinin tanrısı kralsa, “öfkeliyim, kıskancım, intikam alırım” diyorsa (bunları uydurmadım, hepsi de Tevrat ayetlerinde yer alır),

Okumayı sürdürün >>


SORUNUZU İLETİN!

Eski bir Sohbet (Beni hatırlasın, bana aşık olsun istiyorum)

Selam Janus, sana yazmam gerektiginden emin degilim, her seye sabirla ve ilgiyle cevap vermen beni mutlu ediyor. Bu noktada bencillik söz konusu oldugunu suanda fark ettim.

Seni darlamak istemiyorum, hatirliyor musun bilmiyorum. Asik oldugumdan ve o kisinin benden uzaklastigindan, fal/tarot muhabbetinden bahsetmistik. Bilmem hatirlar misin?

Hata ettigimi bildigim halde kendi sorumluluklarimdan, arkadaslarimdan uzaklastim. Sürekli mutluyum hirkasi giymeye çalisiyorum ama çevremdeki insanlar da fark ediyor. Egitim hayatimi, yeni arkadaslik iliskilerimi, aile iliskilerimi negatif etkiliyor. Dünyada en çok istedigim sey o. Aklimdan hiç çikmiyor Janus. Bana umut verip her sey harika ilerleyecekmis izlenimi verdi, gelecek planlari yapti. Sonra ben hiçmisim gibi davranmaya basladi. Hatalarimi sana söylemistim. Ona karsi yanlis hareket ettim. Yay burcuna askla yapisip sonra nefret ettigimi benden uzaklasmasini söylemem saçmalikti. Sarhostum bunu söyledigimde.
Yakin arkadaslarimin bazilari uzaklasti. Yeni insanlar ise beni depresif taniyor. Birisi psikolojik sorunlarin var gibi gözüküyor dedi. Sen de beni böyle tani istemem. Sadece odak noktamdan o çikmadigi için gülsem de eglensem de aklima geldigi anda modum düsüyor.

Benimle ilgilenen erkeklerle flört ediyorum ancak aklima hemen o geliyor yüzüm düsüyor, içtenlikle hareket edemiyorum. Karsimdaki kisilerle aram bozuluyor. Bu aksama ve yarin aksama farkli kisilerle randevum var. Bu aksamki kisiyle aramda güzel seyler olabilecegini sanmiyorum. Yarinki ise ciddi iliski potansiyeli tasiyan, desc burcuma uyan biri. Benimle ilgilenmesi, davranislari her sey harika. Ama baskasini unutmak için bu kisiyle vakit geçiriyor olmak istemiyorum. Haksizlik olur bu.

Bir şekilde içimde halledemiyorum.

Sizi fal konusunda haklı bulsam da sizinle sohbet ettikten sonra bir falcıya gittim. Bana güzel şeyler söylemedi. Ancak gelecek tahminleri de tutmadı.
Siz kadere müdahale etmek istemiyorsunuz, beyaz büyücülüğü savunuyorsunuz. Ancak acı çeken bir kadın olarak çareyi bunda buluyorum. Lütfen beni danışabileceğim bir tanıdığınıza yönlendirin. Beni hatırlasın, bana aşık olsun istiyorum.

Her seyi karmakarisik anlatmadim umarim.

Güzellikler seninle olsun.

YANIT

Bu mesaj, NE adı verilen yapının insanları hangi noktaya getirebileceğinin kanıtı olarak özel derslerimizde örneklenebilir. Bu yapının gerisinde kimilerine göre bir bilinç var. Yani Flash Gordon çizgi karakterinin maceralarının baş kötü kişisi İmparator Ming gibi evreni yöneten kötücül bir güç…

Bizlere göre ise bu kadar büyütülecek bir şey yok. Bilinçli, ya da bilinçsiz, bir negativite var… ama bunu yaratan, en azından abartan, insanın kendi… yani kişisel bilinci. Anımsayın; dinsel söyleme göre insan, cennetten kovuluyor. (Yılan aldattı söylemini es geçin. Yılan, binyıllarca yardımsever şifa ilahı olarak saygı gören ejderler soyunun Tevrat yazarlarınca lanetlenmesidir. Kabalist Midraşlarda bacaklarının kesildiği hakkında bilgiler vardır. Günümüzde hala tıp ve eczacılığın ambleminin yılanlı olmasının nedeni budur. Hipokrat’ın önceli Asklepios, gelmiş geçmiş en büyük hekim bile sürekli yılanlar ile kendini ifade etmiştir.) Cennet olduğu gibi duruyor, insan ALDANARAK cennetten kovuluyor. Yani cennetten kovulma (mutlu yaşama neden olacak frekanslardan) uzak kalma nedeni olan NEnin nedeni aldanış… Aldanmaya son verdiğimizde (pozitif düşündüğümüzde) cennetten kovulmadığımızı, İSTESEK DE KOVULAMAYACAĞIMIZI, cennetin ana mekan olduğunu, buna hala bağlı olduğumuz ve bu bağın çözülemez olduğunu (bkz. Quantum Entanglement) göreceğiz.

Bu girişten sonra maji yapma konusuna atlayayım: Belli bir kişiye uygulanan celb-i muhabbet tarzı majikal çalışma ile sadece GEÇİCİ SÜRE ve de yarım porsiyon verimlilik ile istediklerinizi ifa edecek (örneğin istediğinizi gibi davranacak) bir ZOMBİ ile olursunuz. Oysa aşktaki mutluluğun ana argümanlarından biri O KİŞİ TARAFINDAN SEÇİLMEK, YEĞLENMEKTİR. Maji ile bu gereklilik asla var edilemez; çünkü o kişinin iradesi, seçme erki, elinden alınmıştır.

İyi haber odur ki, maji yapılsa da o kişinin aslı, gerçek bilinci, kendi paralel evreninde, bambaşka bir yaşamdadır. Ayrıca majinin etkisi de evrendeki her şey gibi geçicidir ve etki geçmesinin anlamı yüksekten düşmektir. Bu düşüş, dayanılmaz bir acı verir ve kesinlikle şimdi çektiğinizden kötüdür… sonu da daha kötüye varabilir.

Şimdi duygularınıza, ya da içinde bulunduğunuz duruma gelelim…

Yaşadığınız şey tipik kara sevdadır. Sevdiğinizi sandığınız kişi ile ilgisi yoktur. Beyninizdeki negatif alanlar siz “yol verdiğiniz” için sizden -enerji olarak- beslenmektedirler.

Bir diğer deyişle yaşadığınız durum son derece olağan ve sıradandır. Binyıllardır insanın kanını (enerjisini) emmek için kendilerine izin veren beyinlere perkitilen bir senaryodur. Tipik bir yapıdır bu. Öylesine -değim yerinde ise- can sıkıcı olacak kadar aynıdır ki, bu alan beyinlerinde olan insanlara papağan gibi aynı lafları söyletir.

Bir yandan da bu alan kişi tarafından fark edilmesin, yani dağıtılmasın diye ataerkil kültür aşktı-meşkti diye sürekli bilgi pompalar, çekilen acıyı haklı gösterir. Amaç, sizi (ve benzerinizi diğer kişileri) o düşünceler içinde tutup nöronlarının o şekilde çaktırmaktır.

Bu konuyu biraz açalım…

Beyinde nöronlar kendi kendilerine (hücre içindeki ve dışındaki farklı iyonların yer değiştirmesi, yani hücreye giriş çıkışları ile) bildiğimiz elektriği (bilimcesi “bir sinyal”) yaratırlar. Bu sinyal elektronların değil, iyonların hareketi ile olur, ama elektrik daima elektriktir! Elektrik nasılsa, yapısı ne ise (elektriğin süperpozisyon taşıdığı hakkında raporlar vardır), ona uygun NTler salgılanır. Bu NTler ruh durumunu etkiler, ruh durumuna göre elektrik etkilenir ve bir alan oluşur. Bu alan bilinçtir.

QFT, QM ve ETC teorilerine göre bilinç bir fizik alandır.

EM fizik alanın bir frkeansı vardır. Alan, kendine uygun frekansı olan daha güçlü bir alanla senkronize olur ve rezonansa girer… ana alanın genliği (gücü) artar.

Negatif düşünce dediğimiz kişiye acı veren en küçük bir düşünce parçası bile alanı negative eder. Amaç zaten alanın negatif kalması ve rezonans ile ana alanın güçlenmesi… yani beslenmesidir.

Kötülük, NE, ya da Şeytan denilen yapı da beslenmek (enerjilenmek) istemektedir. Makrokozmos varlığı olarak (yani bizler gibi) ALARAK/tüketerek beslenmektedir. (PE ise vererek, yani besleyerek beslenir/güçlenir.)

Kimse av olmak istemez tabidir ki… Bu yüzden, insanlar av olmayı, kendisini beslemeyi sürdürsünler diye bir kültür yaratır. Yanlışları (örneğin haber kanallarındaki haberlerin içeriğini, romanları, kitapları, müzikleri vb.) ele geçirir, insanları gerecek/üzecek/kaygılandıracak/tedirginlik yaratacak yapıya sokar, bunun iyi ve değerli bir şey olduğuna inandırır… ve sofra başına geçer. 🙂

Yani ortada aşk-meşk DEĞİL, sadece bir yiyecek zinciri, insan bilinci ile beslenme mekanizası vardır.

Gerçek aşka sahip olabilecek yapıdaki beyin, yani PE sahibi beyin, TEHLİKEYİ FARK ETME YETENEĞİNİ yitirmemiştir. Terslik olduğunu hisseder/sezer ve hemen uzaklaşır. Doğal insan tepkisi verir, verebilir! Tehlike görünce uzaklaşır! Eğer uzaklaşma (kaçma) yoksa, eğer bu en doğal insan tepkisi, yaşamda kalma içgüdüsü yok olmuşsa, beyinde bir yiyici, yani tüketici NE olduğu anlaşılmalıdır.

Gerçek aşkın varlığının en tipik görüntüsü ortada eğlence, uyum, neşe gibi duyguların bulunmasıdır. Bu duygular aşkın ilk safhasında hep vardır; çünkü aşkın ilk safhası HEP gerçektir. Varlığımın değimi ile “Aşk cennetten yollanır”. Ama kısa sürede beyinlerdeki ataerkil planlar olaya dahil, daha doğrusu müdahil olurlar; yanlış kararlar, yanlış yorumlar, yanlış beklentiler ve yanlış tavırlarla aşkı yok etmekle kalmaz, NEyi varaklı davetiyelerle davet ederler. Ve işler çığrından çıkar. Bu yüzden ilişkiler nadide bir biblo gibi ilk adımdan ele alınmalı, aşkın keyfine kapılıp saşmamalı, dar ve uzun bir çeşit Sırat Köprüsünde ilerlendiği bilinmeli ve adımlar çok dikkatle, düşünerek karşılıksız verme ama yeri gelince talep etme ile atılmalıdır.

Bu durumdaki (kara sevda/NE altındaki) insanlar ne yapabilirler? Gerçekçi olmak zorundayım; alanı bu kadar güçlendirmişken dağıtmak zaman alacak ve dayanıklılık isteyecek olabilir. Ama kesinlikle imkansız değildir. Her şey daima doğalına kolay akar, geri döner. BU yüzden ilk adımda yapılması gerekli şey sözlerime inanmak, ortada aşk olmadığını bilmek, kişiyi tüketip duranlara karşı kararlı olmaktır.

Pratik metot ise tektir: Sevildiği sanılan (tuzağın yemi konumuna itilmiş) kişiyi asla-asla, nano saniye düşünmemek yegane yoldur. Düşündükçe salınan fotonlarla alan (üstlerinden geçildikçe asfalta dönen patika benzeri) güçlenir, negatif dalgaboyunun genliği artar. İyi haber odur ki, beyin bir süre sonra -tıpkı düşünmeye alışmış (doğrusu alıştırılmış) olması gibi- düşünmemeyi de öğrenmektedir.

“baskasini unutmak için bu kisiyle vakit geçiriyor olmak istemiyorum. Haksizlik olur bu.”
Bu havalı ama bıngır-bıngır ataerkil laflara -çok af edersiniz- sinir oluyorum demeden duramayacağım. Öncelikle bu jargonu değiştirin. İçinizde ılık bir rahatlık yaratacak olan bir davranış, tabi ki diğerlerine görünür (reel) bir zarar vermiyorsa, yanlış değildir. HAK, kuantum bütünlüğünü (cennetin bölünemez olduğunu) anlatmaya çalışan bir esmadır. Bu güzel içerikli sözcüğü ataerki PESPAYE ETMİŞTİR. (Hak, eşitlik, adalet arayışları ile o ne güzel ziyafetlere konar, yani çarpışmalar yaratır.) Biz insanların “hak”ın ne olduğunu anlayabilecek kapasitede olduğumuzu söylemek çok zordur ve genellikle “hak” sanılan şeyler ataerkil PALAVRALARDIR. Neyin haksızlık falan-filan olduğunu kalıplarla ezbere yinelemek yerine, davranışın kalpte (beyinde) rahatlık ve keyif gibi duygular yaratıp yaratmadığı ve bu davranışın diğerlerine reel zararlar verip vermeyeceği ölçülerek ne yapılacağına karar vermek gerekir.

Birlikte olduğunuz insanı (yeni partnerinizi) mutlu etmeye çalışmak tahtında, onu, beyin elektriğinizi temizleme yardımcısı olarak görmekte hiçbir hata yoktur. Ancak o kişiye eski ilişkinizi mikro saniye bile söylediğiniz anda… işte o anda o eski, size acı veren alan daha da güçlenecektir.

Okumayı sürdürün >>


SORUNUZU İLETİN!

İçeriği yayınlanmayan soru

Sorunun jargon ve içeriği kriterlerimize uygun olmadığı için yayınlanmamıştır.
Yanıt, salt erkek aspektinden bakarak yanıtlanmıştır. Hanımlara uygun olmayabilir.

YANIT

Gel, senle bir erkek erkeğe konuşalım. Meraklanma, lafı fazla uzatmayacağım.

Ataerki, en başta kadınların değil erkeklerin keyfine darbedir. Neredeyse her allahın kulu tersine inansa da, kadınların genelde keyfi yerindedir. Hayatın ağır yükünü taşıyarak, her akşam suyuna tirit elizabete veya her milimini ezbere bildiğin ve çokluk adama etsiz, yağsız lahana musakkası tadı veren bir yatak arkadaşı ile kalan bizleriz. Alışkanlığın verdiği bıkkınlığı aştıracak olan yeniliktir; ama kadınlar bu yenliği yaratamasınlar diye ateşleri küçüklükten başlayarak söndürülür, ayıp/yasak duvarı arkasına itilir. Duvarı aşmak için erkeğin omuz veresi lazımdır, ama “evimizin kadını” diye kafamıza kakalanan modele o omuzu (şansı) vermeyiz. Seks bizlere, erkeğe önemlidir, vazgeçilmezdir; kadınlar yokluğunda durumu idare ederler. Yani eğer ataerki serbestliğe darbe ise, ki öyledir, bu darbe bize atılmıştır.

Özgürlüğü (daha doğrusu hareket serbestliğini) de en çok erkek bilir, ister; kadın anne olacak yapıdadır, bizler kadar hareket ihtiyacında olsa bebeği ile uzun süre ilgilenemez. (İnsan bebeği uzun süre yakın bakım ister.) Yani eğer ataerki özgürlüğe darbe ise, ki öyledir, bu darbe DE bize atılmıştır.

Şunu da unutma arkadaşım: Erkek daima baskındır. Erkek daima aktif taraf olacaktır, korkma. Kadın, eğer ürkütülmezse hiçbir zaman yönetmek (belirlemek) istemez. Kadın zevk ve eğlencedir. Ağır işleri erkekler gibi istekle seçmez. Kadınların günümüzdeki hallerinin nedeni binyıllarca ezilmişliklerinin tepkisidir.

Tarihte, anaerkilliğin en benzersiz halinin yaşandığı Babil’de (İncil’deki Şeytan -apaçık- Babil diye adlandırılır) kadınların yönettiği bir ülkede erkekler mutfakta yemek yapıp, çocuk bakmamışlardır. Anadolu anaerkisi, yani muhteşem Lidya imparatorluğu, hani zenginliği yüzünden “Karun gibi zengin” değiminin türediği imparatorluk (Karun imparator Krezüstür, ataerki tarafından “dokunduğu altın olan kral” diye lanetlenir) krallarca yönetilmiştir.

Ama dur… Anaerkide krallık erkek soyunu izlemez. Kadının canı kimi sterse o kral olur; çünkü kraliçenin evlendiği adam -ister dilenci olsun, ister saz şairi, harem ağası, serseri, ya da alim- kraldır.

Korkun yersiz. Bana inan; eğer dediğin şeyler olacak olsaydı, biz kiliseye papaz yardımcılığına yazılırdık. Bizler anaerkiyi keyif için, rahatlık için, eylem için, heyecan için istiyoruz. Bu sonuçları yaratmak için de kadınların yol göstericiliğine ihtiyaç var… Onlar yapılması gerekeni söyleyip keyfe dalacaklar; lidercilik oynayacak yine biz olacağız.

Yazdıkların için kızgın, ya da kırgın değilim; seni anlıyorum. 😉 Rahat ol.


SORUNUZU İLETİN!

Hepimiz yaratirilirken neye gore yaratiliyoruz?

Merhaba Sevgili Janus,
Hepimiz yaratirilirken neye gore yaratiliyoruz? Yani mesela neden hepimiz birbirimizden farkliyiz? Karakter ozelliklerimiz,enerjilerimiz neye gore ortaya çikiyor? Neden bazi insanlar daha atilgan daha enerjik iken bazisi oyle degil? Neden bazilari cok neseli bazilari ise karamsar?yanitlarinizi surekli takip ettigimden biliyorum bunlar temelinde beyindeki enerjiyle alakali veya ataerkil inanclara ne kadar inanip inanmadiginla fakat demek istedigim bazi seyler dogustan geliyor olabilir mi? Kendi gozlemledigim bir sey var mesela en ufak bir insan grubunun bile temelde ayni tur bilinç ozelliklerine sahip olabilecegi gibi yani bunu nasil anlatsam mesela bir okulda ayni akran grubundan bir suru sinif var.bazi siniflar birbiriyle uyumlu iken bazilari oyle degil.yani disardan uyumlu degillermis,birbirlerinden cok farkliymis gibi duruyor ama degil.yani bence.aslinda gozlemledigim zaman bu uyumsuz diye nitelenen kisilerin ortak bir seyde bir arada bulunduklarini görüyorum atiyorum bu ortak düsünce hepsinin basarizlik inanci olabilir, kimseye guvenilmeyecegi olabilir, yani ufak tefek de olsa ya davranissal olarak ya boyle dusunceler olarak bir sekilde orada bulunmuslar aslinda aimdi bu grubu daha da buyutup bir apartman bir ilce bir il ve ulkeyi dusunelim gozlemledigim zaman yine bu dedigim seyleri görüyorum birbirlerinden cok farkli olduklarini dusunuyorlar ama dusundukleri kadar farkli degiller. (veya benim buna kendimi inandirmamla mi alakali bu?)yani bir sekilde oraya mensup olduk bir sekilde hepimiz bu cografya da dogduk fakat burada dogmak bizim elimizde degildi yani dusunuyorum mesela bambaska bir yerde olabilecekken nasil olmus da buraya gelmisiz?Ve neden buraya gelmisiz yani mesela yine dusunuyorum imkanlarin cok iyi oldugu bir yerde de olabilirdim veya imkanlarin berbat oldugu bir yerde de ama ne olmus da burada olmusum mesela imkanlarin iyi veya kotu oldugu yerlerde doganlar da neden burada degil de oradalar?
Simdiden yanitiniz icin tesekkür ediyorum sevgilerimle:)

YANIT

“Tanrım neydi günahım?”

“Ben ne kötülük ettim de bana bunları reva görüyorsun?”

Kaderden sille yiyenler… Felek adlı meleğin çemberinden geçebilenler… Çokluk geçemeyeler… Gazap dolu ve ürkünç bir yaratıcının elinde -bir anlamda- oyuncak gibi oradan oraya savrulduklarına gizliden gizliye inanan insanlar…

Neden tanrı adil davranmamaktaydı “kul”larına? Neredeydi adalet?

Bu soruların yanıtı yüzyıllarca arandı. Bulunamadı.

Cevapsız sorular nedeniyle insanlar -fazla belli etmeseler de- bir çeşit kırgınlığa düştüler. Bazıları cevap bulabilmek adına yaratıcıyı mutlak iyiliğinden uzaklaştırdılar; ona (Tevrat kaynaklı) despot, buyrukçu bir karakter yakıştırdılar. Kimileri isyan ettiler; onun zalim, yani kötü bir varlık sayılması gerektiği noktasına geldiler. Yanıtsız sorular ortamında “körü körüne” inanamayan milyarlarca bilinç inançsızlığı seçmek zorunda kaldı.

Şanslıyız ki yanıtların önemli ölçüde (en azından geçmişe göre çok daha açık şekilde) bulunabileceği bir çağda yaşamaktayız. Yanıtların verilebilme nedeni ise -eminim tahmin ettiniz- kuantum mekaniğidir. Pozitivist (ataerkil), nedenci, kozaliteci, mantıkçı, aydınlanmacı (bu konuda dileyen IŞIK HAKKINDA BİLMEK İSTEMEYECEĞİNİZ GERÇEKLER adlı yazımı okuyabilir) sebep/sonuçcu bilim, baskınlığını yitirdikçe sadece yanıtlar ortaya çıkmakla kalmadı; okült, bilim ve dinin aslında farklı lehçelerle de olsa aynı şeyleri söyledikleri anlaşılmaya başladı.

Her şey kendi kendine (belli fizik yasalar çerçevesinde) gelişmekteydi… Oysa hala da bu sistemi bir bilincin (tanrının) yarattığını iddia etmek mümkündü!

Eş deyişle
Var oluşun gerisinde hem kendi kendine gelişen bir mekanizma, hem de ilahi bir bilinç bulunuyor olabilirdi.

[Bu görüş kaypak ve/veya ikiyüzlü bir yaklaşım değil; evrenin işleyişini yansıtmaktadır. Evren, daima ortaya noktaya, senteze, dengeye kayma eğilimdedir. Dengeyi bozan insan bilincidir. (Örneğin insan bilincinin ürünü -son yıllarda moda olan- “tarafını seç”, ya da “taraf olmayan bertaraf olur” benzeri iki uca çekmeye (ortadan uzaklaştırmaya) yönelten teorilerdir.)]

Sözlerimi kuantum mekaniği, hem de bu alanın en sevilen, en popüler konusu olan QFT temelinde açmaya başlayayım:

Kuantum mekaniğinde önce yapıtaşları olan parçacıklar vardı. Bu gerçeğin ortaya çıkması büyük bir devrimdi. Ancak son yıllarda devrim ile elde edilen bilgiler de devrime uğradı:

Parçacıklar yoktu!

Alanlar vardı!

Parçacıklar sadece alanın ripplelarıydılar.

Sözün özü evrende ve kuantum uzayı ile ifade edilebilecek olan diğer alemde sadece alanlar vardır. Bu alanların mili saniyelerde binlercesinin birbiri ile etkileşimi sonucu her şey, (evrenden, duygulara; objektif olandan, sübjektif olana dek her şey) meydana gelir.

ETC’a göre bilinç bir alandır. EM alana benzer, ama tam değildir. Fizik planda yer kaplar, ama ona standart bir fizik alan denilemez.

Bu alan aslında ruh denilen yapıdır. Parçacık halimizin dalga fonksiyonudur. Nasıl ki her parçacık (örneğin elektron) hem dalga, hem parçacıksa; elektronlardan yapılı olan bizlerin de dalga yanı vardır (detaylı bilgi için matematiksel fizikçi ve kozmolog Frank Jennings Tipler teorileri incelenebilir). Söz konusu yapı dinsel ortamda ruh adını almıştır.

Alanlar benzer frekanslarda senkronize olurlar. Esas yapımız ne ise, yani ruhumuz ne kadar pozitif, ya da negatif ağırlıklı ise (beyin elektriği ile oluşan EM alanımızın frekansı ne kadar pozitif ya da negatif NT salgılatacak yapıda ise), benzeri ile -yaşarken de, diğer aleme geçtiğinde de- senkronize olacaktır.

Bir ruh ölüm ötesine geçince de -tıpkı makrodaymışçasına- rezonansa girer. Bu özel bir durum değildir, zaten yaşarken de böyle olmaktadır. Ölüm ötesindeki rezonans ile ruhun -dinsel anlamda- cennete mi gideceği, yoksa yeniden madde ortamına mı çekileceği (yani çökerek parçacıklardan oluşan bedene sahip olacağı) belirlenir. Cennet ya da Yaratıcı denilen yapı ile senkronize olacak alanı bulunan “cennetlik”tir. Alan, Dünya adlı gezegenin alanı ile senkronize olacak dalga boyunda ise dünyaya yeniden çekilecek, bir kez daha insan adlı yaşam formunda bedenlenecektir. İşin kötüsü, Dünya adlı ortamdan, hatta bizim evrenden de olumsuz bir makroda bedenlenilebilir. Brian Greene, Max Tegmark benzeri bir çok bilim adamı ve kozmoloğa göre gibi bizim sonsuz sayılan evren sonludur ve hyperspace adlı bir “deniz”de diğer evrenlerle yüzmektedir.

Söz konusu senkronizasyon sadece makrokozmosa çekilme temelinde belirmez. Dünya gezegeninde nerede, kimlerle, hangi karakterde olacağımız da aslında söz edilen senkronizasyon (yani bir anlamda fizik yasalar) ile saptanır. Bu yüzden kaderde hiçbir hata olmaz. Anılan gerçek/yapı okültizmde “Sempatizasyon Kanunu” denilen ve açılımı “Benzer, benzeri çeker” olan yasa ile açıklanır.

Bu yüzden ölüm ötesinde ruhları sıraya dizip mahkemeye çıkaran bir tanrı olduğu hayli kuşkuludur;1
yerine, işleyen bir fizik sistem vardır. Ancak böylesi bir sistemin olması, bu sistemin bir bilinç (Yaratıcı) tarafından yapılmadığı anlamına gelmez. Kuantum uzayı da denilebilecek olan ve Alis’in diyarını manastır sönüklüğüne çevirecek “mucizeler diyarı”nın derinlerinde pozitif olarak nitelenecek bir katman yer aldığı din adamları değil, parçacık fizikçleri tarafından gün-be-gün ortaya çıkartılmaktadır.

Uzun sözün kısası; kaderdeki terslikler ve istenmeyen yapılar, sistemdeki değil, işleyen sistemdeki “insani bilinç defektleri” sonucu gelişmektedir. Her şeyin tanrı tarafından belirlenmediği, insani bilincin seçim konusunda özgür olduğu ise dinsel ortamda “Şeytan aldatması” uyarıları ile anlatılmaya çalışılır. Şeytan aldatabiliyorsa, insanın tanrısal olmayanı seçme şansı var demektir. İşlevsel sistemdeki defekti yaratan bu hatalı seçimdir.

Artık sözlerinize geçeyim:

“bazi seyler dogustan geliyor olabilir mi?”
Evet; birçok şey doğuştandır. Ancak dünyada bedenlenilmişse, evrensel yapı gereği değişim (mutlaka değişecek olmak) ana donedir.

“birbirlerinden cok farkli olduklarini dusunuyorlar ama dusundukleri kadar farkli degiller.
Çok-çok doğru. Temelde tüm insanlar benzerdir; bu gerçeğin gerekçesi ise Bölünen Evren teorisinde bulunabilir. Hatalı bilinç yapısı sonucu kopmalar olsa da, özde tüm insanlık, hatta hyperspace, Yaratıcı’nın (ya da “ana pozitif alan”ın) parçalarıdır. Sorun kopmuş olmakla gelişir. Ancak Quantum Entanglement teorilerine göre kopmak imkansızdır. Yaşanan sadece uzaklaşmadır.

“burada dogmak bizim elimizde degildi yani düşünüyorum”
Tam da hepimizin elindedir. Neysek, oraya çekiliriz. Her şey insana bağlıdır. Yineleyeyim: Dinlerdeki Şeytan aldatması uyarmasının gerçek mesajı, seçimin sadece insanın tekelinde olduğu, Yaratıcının hiçbir ruhu bir yerden diğerine -keyfi olarak- götürmediğidir. Onun frekansında (yapısında) olmayan hiç bir şey onunla olamaz. Bu durum da bir fizik yasa gereğidir.

Onun (bu “onun” sözcüğünü dileyen ilahi bilinç, dileyen bir fizik alan şeklinde algılayabilir) ortamına kötülük şeklinde adlandırılan frekanslar girmez. Kötülükten dokunuşlar taşındığı oranda ondan uzak kalmak (senkronize olamamak, ya da daha mistik bir yorumla “ondan yardım alınamayacağı”) bir gerçektir. Duaların gerçekleşmeme nedeni de yaratıcı tarafından duyulmaması değil, kişinin hatalı seçimleri ile (beyin elektrikleri ile) kendi çevrelerine ördükleri duvardır.

Okumayı sürdürün >>


SORUNUZU İLETİN!

Bağımlılıklar

Keyif bagimliligindan muzdarip oldugunu söyleyen bir danisana verdiginiz cevabi okudum da, sanki kisilerin dertlerini anlatirken kullandigi kelime ve kaliplarla o kadar ugrasiyorsunuz ki esas sorunu/soruyu iskaliyorsunuz gibi geldi bana. Ayni dertten, evet dertten ben de muzdaribim ve bunun PE yaydigini düsündügünüz keyif ile ilgisi oldugunu hiç sanmiyorum. Bilakis uyusturucu kategorisine sokacak kadar tehlikeli buluyorum. Bilinçalti ya da üstü ya da ruhumda artik her ne aci varsa yaptigim herseyin cilkini çikararak yaptigimi ve bu herseyi bir nevi uyusturucu olarak kullandigimi fark ettim. Bu Google aramasi olur, telefonda oyun olur, yemek olur, araliksiz ve haddinden fazla yapiyorum. Artik hiç kontrol edemiyorum kendimi. Canim ne isterse ne zaman isterse ne kadar isterse o kadar yiyorum. Uykum olsa da uyumuyorum inatla ve uyumamak aci verse de keyif gibi kodlanmis aklima. Babam uykuma ve yeme içmeme ciddi sekilde müdahalede bulunurdu. Ve bu kolay çözülecek bir sorun degil. Çünkü adam hakliydi. O zaman direnmem anlamliydi ama bugün degil. Ve bir yetiskin olarak sadece haz veren seylere, yasak olan seylere düskün olup beni öldürmesine ragmen çogu zehire (seker, cips, sigara) zerre kadar irade gösterememem, bir kuru ekmege baklava muamelesi yapmam, yanlis olan herseye yapicam iste hissiyle devam etmem, bu sebeple yaralarimi kanatmam, iyilesmemeleri, vücudumun yara içinde olmasi, inatla devam etmem. Bunlar güya keyif aldigim seyler, inatla devam ettigim seyler, irade gösteremedigim seyler. Ancak hiçbirinin PE ile ilgisi yok. Ve onlara öyle hafif müdahaleler, düzenlemelerle yaklasmam kâr etmiyor. Gerçekten kelimelerimizi degistirirsek hayatimizin degisecegine inaniyor olabilirsiniz. Ancak ben inanmiyorum. Arkadas keyif demis, siz uyusturucu anlayin bence naçizane önerim. Arkadas çocuk gibi demis siz onu iradesiz anlayin. Su yoldan ya da bu yoldan gidelim kismet, belki iyi olan bu yoldur degil mesele. Sigara öldürür, seker öldürür, kolesterolüm 350, damar tikanikligi öldürür. Yiyorum midem tepki gösteriyor. Yine de devam ediyorum. Bu da öldürür. Bunlar degismez gerçekler. Degismez gerçeklere direnen ruh hastasi halimizi nasil düzeltiriz? Mesele bu. Tesekkürler eski dost. Isterseniz okuyun geçin. Ama sorun büyük.

YANIT

Söz ettiğiniz sorudaki yanıtım sorucuya özeldi. Onun mesajından aldığım etki ile yapılmış önerilerdi… diyelim ve eleştirilerinize yanıt anlamında sistemimizden (722 Sistemi) söz ederek başlayalım:

Sistemimiz “zevkçilik” sistemi değildir ve hedonizm temelli olduğu düşünülmemelidir. Yanıtlarımda belirttiğim gibi bu yüzden Crowley’in “İstediğini (istencini) yap” şeklinde adlandırılan yaklaşımı hoş karşılanmaz.

Bizim sistemin bir yarısı kendini ödüllendirmeye; diğer yarısı -sıklıkla belirttiğim gibi- “Canının İstemediği Şeyleri Yapmak” olarak adlandırdığımız davranışları sergilemeye yönlendirir. Aslında işin temeli, zorlu yandır, ilerlemeyi sağlayacak olan taraf odur; kendini ödüllendirme (keyif) ise itici yakıt anlamındadır.

Bu yüzden sistemimizin esasının dengeye dayalı olduğu söylenebilir. Yanıtlarımda defalarca dile getirdiğim gibi aşırılık, sakınılması en gerekli kavramdır.

Sistemin bir yanında kalan ve yapılmasını önerdiğimiz, ama çokluk uzak durulan eylemler (yapılması istenmeyen şeyler) genelde korku engeli ile ifa edilememektedir. Korkuyu yenmek ise söz edilen eylemleri bir plan gereği, ama çok-çok-çok küçük adımlarla gerçekleştirerek başarılmaya çalışılır.

Tüm bunlara rağmen ataerkil kültürde yaşayan bizlerin büyük eksiği zevk alacak şeylerin azlığı olduğu için sistemin diğer yarısına (keyiflere) daha fazla vurgu yapmak gereğine inanılır. Sorunlarla boğuşan, yaygın kültür gereği bir dolu anlamsız işi yüklenen ve bunalmış insanlara ilk adımda diğer yarıdan (yani “yapmak istemediğin şeyleri yap”tan) söz etmek dengeyi daha fazla bozacak olabilir.

Bu yüzden genele yönelik yanıtlarımda eksik olduğunu düşündüğüm tarafın -rahat ettirecek unsurların- daha fazla altını çizerim.

Ve size geleyim:

Mesajınızda dengenin bozulmuş olduğu kolayca anlaşılıyor. Ne yazık ki nedenleri -hele ki sizi hiç tanımdan- bilmeme olanak yok. Ben sadece -bizim farklı hayat görüşümüz açısından bakarak- ne yapılmasının iyi olduğunu düşündüklerimi dile getirebilecek bir konumdayım.

Yine de mesajınız hakkında şunu söyleyebilirim: Dile getirdiğinizi davranışlar bana zaman içinde -biraz dikkatsizce, disiplin azlığı neden ile- var ettiğiniz alışkanlıklar gibi göründü. Yani davranışlarınızın nedeninin “hastalık” olarak nitelenecek herhangi bir içerikte olduğunu hala da düşünmüyor; yaşananları, sistemimizin yarısı ifa edilmediği için meydana gelen sorunların giderek büyümesi şeklinde görüyorum. Aynı nedenler yüzünden yapmanız gerekenin “çok küçük adımlarla yapmak istemediğiniz şeylere yönelmek” olduğuna inanıyorum.

Bu önerim kesinlikle zor bir şey değildir. Adımlar -akıl dışı gelecek, ama başarı elde edilecek kadar- küçük ise ve daha önemlisi KESİNLİKLE sürdürülürse, beyin yeni planı öğrenecektir. Sorun (çözümün, insanların hoşuna gitmemesinin ve üstlenilmemesinin nedeni), bu yaklaşımın çok uzun süreye yayılı olmasıdır. Unutulmamalıdır; beyin bir müzik enstrümanı çalmayı, ya da farklı bir dilde konuşmayı bile öğrenebilir, ama bu eylemler için EN AZ dört yıl vermek gereklidir. Düşünce kalıplarının ve alışkanlıkların değişmesini de enstrüman çalmayı öğrenmeye benzetebiliriz.

Yaşamda temelde siz ve kendiniz yalnızsınız. Gerçek (muhteşem) ödüllere -eğer başarıyı tek başına elde ederseniz- sahip olursunuz. Bu nedenle bir diğer odak (örneğin babanız) tarafından bir anlamda yasaklanarak (engelleyici sistemler ile) elde edilen başarılar çoğunlukla kalıcı olamamaktadır.

Size önerim çok küçükten başlayarak alışkanlıklarınız değiştirme sayfası açmanız. Bu konuda önceki yanıtlarımda verdiğim pratik örneklerden yararlanabileceğinizi de düşünüyorum.

Ve evet; kelimelerimizi (jargonumuzu) değiştirerek -yaşamımızda bütünü ile yenileme olmasa da- ciddi oranda PE celp edileceğine inanıyorum; çünkü her olumsuz kelime, beyindeki bir NE yansımasıdır. Nasıl konuşuluyorsa, beyindeki temel alan öyledir. Beyin süredurumu ile kelimeler paraleldir. Bu gerçek astrolojide Merkür gezegeninin hem beyni, hem konuşmayı yönetmesi ile belirir.

Kelimeyi değiştirerek PE celbi bir feed back mekanizması ile sonuca ilerlemek anlamındadır. Daha basitçe bir söyleyişle: NE, negatif kelime üretiyorsa; (sistemi ters çevrilerek) pozitif kelime ile beyinde PE üretimi meydana getirilebilir.

“Degismez gerçeklere direnen ruh hastasi halimizi nasil düzeltiriz?
Ruh denen tinsel bir olgu, hastalık gibi bir makrokozmos gerçeğine sahip olabilir mi? Ancak siz buna -yani hasta olduğunuza- inandığınıza göre bir doktora gitmeniz gerektiği ortadadır artık.

Yine de -sorunuzu bana sormuş olmanızdan cesaret alarak- SİZİN HAKKINIZDAKİ kanımı dile getireyim: Yaşamı girift haline getirmek bize göre yanlıştır. Farklı sorunların (tabi ki hepsi olmasa da, pek çoğunun) nedenleri tektir; o da ataerkil yasaklar (doğadışı, doğal yapıya uygun olmayan yaşam) ile ruh ve bedenin doyuma ulaşıp rahatlayamamasıdır. Bu durumda beyin tatminsizliğini can sıkıntısı başlığında özetlenebilecek bir süredurum yaratarak kişiyi uyarır. Uyarı genelde ciddiye alınmaz, yani önlem alınmaz. Çünkü değişim (yani bireyin beden ve karakterine tatmin yaratacak modele geçmek) genelde sancılı ve kimi hasarlar almaya açık bir yoldur. Kişiye olduğu yerde çektiği sıkıntı daha kolay göğüslenebilir gelir. Girilmesi gerekli yola doğru ilerleme girişiminde bulunulmaz.

Can sıkıntısı olarak özetlenen beyin süredurumu giderek arttıkça bir patterne dönüşecek, patikalaşacak, hele ki hastalık olarak görülmeye başlandığında yolak belki de asfaltlaşacaktır.

“Sigara öldürür, seker öldürür, kolesterolüm 350, damar tikanikligi öldürür.”
Hayır; sigara da, şeker de öldürmez; öldüren, kolestrolu 350ye getirip damarı tıkayacak kadar aşırılık yapmaktır.

[Resimlerde görüldüğünden çok daha yaşlı olan ben sigara da içerim (günde en-en-en fazla 5, olağanda 2 adet), her gece alkol alırım, her şeyi yerim, tatlıya -özellikle pastaya- bayılırım… (Pek sağlıklı beslendiğimi de söyleyemem.) Sizce ölü gibi mi duruyorum?]

Sizin sözleriniz ise ürkütücü ve sonuçları gerçek anlamı ile yıkıcı olacak yasakları getirenlerin ortak jargonudur. Bu konuşma tarzını terk etmenizi önermek zorundayım. Dengeyi kuramayan insanlar yüzünden bir dolu güzel his veren şeyleri öcü gibi göstermek… bu cümleyi bitirmeyeceğim.

Sonuç olarak; sizin yaşamınızda edindiğiniz olumsuz alışkanlıklar -mesajınızdan anladığım kadarı ile- o kadar yoğun ki belki de tek başınıza artık altından kalkmanız hayli zor olabilir. Kimden ya da neden destek almanız gerektiğini de bilemem… Korkarım ki buna da kendiniz karar vermek zorundasınız. Bizler, psikologlar, izmler, dinler vb. size sadece birer şablon verebiliriz. Siz bu şablonlardan belki tek birini, belki birkaç tanesinin sentezini, kendi bilinç ve yaşam modelinize perkitip, yepyeni çözümler üretmek zorundasınız. Diğerleri size sadece -sizin çözüm keşfi yolculuğunuzda- kol değneği olabilirler. Bacaklar ve bacaklara adım attıran enerji, sizin kontrolunuzdadır daima.

Sıkıntılı anınızda dertlerinizi paylaşmak adına beni (bizi) seçtiğiniz için teşekkür ederim. Eleştirilerinizin içeriğinde ciddi oranda düş kırıklığına uğramanız olduğunu hissediyorum. Bunun da anlamı benden beklediklerinizi bulamamış olmanız, yani bir şeyler beklemiş olmanız, bekleyecek kadar değer vermeniz… Size yetememiş olmanın üzüntüsü içinde son bir öneri yapmama izin verin:

Aşırı bunaldığınızda bir köşeye oturup beyninizi (becerirseniz bedeninizi) uzaya yayın… bir şey düşünmeyin. Sadece dağılın. Bunu sıklıkla yapın. Bu yaklaşım eğitimimizde olsa da, biraz farklı şeklinde bazı kişiler “Meditasyon” adını veriyorlar. Bu konuda eğitim veren merkezler desteklediğimiz yerlerdir. Söz konusu uzmanlara başvurabilirsiniz. Eğer uzaklara dağılabilecek kadar yeterlilik sağlayabilirseniz, zaman içinde çözümler ve öneriler minik fısıltılar şeklinde gelecek olabilir.

Fısıltıların sahibine Müslümanlar Allah, paganistler Ana/Baba Tanrı, Budistler Buda, parçacık fizikçilerinin çoğu “kuantum uzayının derinlerine embed edilmiş platonik değerlerle dolu alan” demekteler.

Okumayı sürdürün >>


SORUNUZU İLETİN!

Corona virüsten nasil korunmaliyiz?

Corona virüsten nasil korunmaliyiz Janus? 😦 Sakinan göze çöp batar derler dogru mu?

YANIT

Yanıta geçmeden biraz gevezelik edelim.

Bir klasik roman vardır: “Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok”… Remarque’ındır. (Kendisine ve sevenlerine saygım sonsuz; ama çocuğum olsa -kimse darılmasın, birçok klasik “eser” gibi- okutacağım bir kitap değildir.) Bizim zamanımızda adı “Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok”tu… Bu romanın adı ile başlayayım yanıtıma:

Garp cephesinde yeni bir şey yok.

Yani evren adlı makrokozmosta yeni bir şey yok. Yeni bir hastalık (sorun) olsa da, yeni hiçbir şey yok. Olağan bir süreçte yaşamayı sürdürmekteyiz.

Hemen sözlerimi kanıtlıyorum:

“Deli dana”yı unuttunuz mu? Aramızda “Bakalım ne zaman deli balık başlayacak?“ derdik.

Sonra “Kuş gribi”ni? Evde, penceremin önünde baktığım -eşleri ile gelen- kargaları, pervazda çiftleşecek kadar mekanı evleri gören güvercinleri biraz tedirginlikle beslemeye başlamıştım.

Ondan sonra ne vardı? Hatırladım: “Kanlı kene” miydi, neydi? Arkadaşlarla sürekli gittiğimiz doğa pikniklerinde toprağa oturamaz olmuştuk.

Hatırlayan azdır sanırım; 1970 yılında bir de kolera salgını olmuştu. Epey ölen oldu. Korunma önlemi olarak eller mor, pis kokulu bir sıvı ile yıkanırdı. Herkes sıra-sıra aşıya gitti… bendeniz aşı olurken sağlık ocağının ortasında (muhakkak ki sıcaktan;-)) düşüp bayılmıştım. 😀

Geldiler, geçtiler…

Daha kötüsü: Depremler oldu… Kusura bakmayın ama bu yeni virüsten çok daha ürkütücü idi. Birçok insan yaşadığım evin hemen önündeki boş alanda yattı bir yaz boyunca. 🙂

Unuttuk gitti.

İyi de oldu.

Çünkü olması lazım olan davranış buydu.

Bu seferki de tabi ki kritik bir durum… Çok eşlilere… 😉 Gezip tozmayı sevenlere…

Şaka ediyorum; ama şurası doğru: Zor bir durum, belki de biraz daha zor günlere beyni hazırlamamız gerek. Ama geçecek. Bitecek… Ve de yenisi gelecek. 🙂

Bu makrokozmos dinamiğini -üzülüp yerlere serilseniz de, sinir krizi geçirseniz de, moda ruh hastalıklarından birine tutulduğunuzu kendinize inandırsanız da- değiştirmezsiniz. Bir zor gün gelecek, bir güzel gün… Can sıkıcı durumların kaçınılmaz olması kadar, keyif dolu günlerin de kaçınılmaz olması kaderdir. Moralinizi bozmayın. Elem, kedere gömülmeyin. KENDİNİZİ ŞANSSIZ SANMAYIN.

Hastalıktan korunmak adına alınacak ilk önlem budur.

Sorunuza gelelim: Nasıl korunur bu son versiyon sorundan?

Uzmanlardan öğrendik. Hepimiz gereklilikleri eksiksiz uyguluyoruz.

Ancak ana önlemi siz sorunuzda söylemişsiniz: Korkmamak ana çözüm. Bir insan bir şeyden korkmadan da önlem alabilir. Eğer önlemleri aldıran korku ise, alınan önlemlerin gücünün yarı-yarıya azaldığı bilinmelidir.

Bu sözlerin nedenlerinden de basitçe söz edeyim:

QFT’ye göre her şey alanlardır. (Elemantal parçackıları meydana getireneler bile…)

Buraya dek bilim…

Pseuda-science’a göre (gelin, buna okültizm diyelim) bu alanların bazıları negatif (insan doğasına/rahatına, ikisi zaten aynı şey, ters yönlü), bazıları pozitiftir.

Yine bilim:

ETC’a göre beyinde de QFTnin söz ettiği alanlar vardır ve unlar “bizi biz” yapan bilinci meydana getirmektedirler.

Bir kez daha psuedo:

Alanlar, fizik alanlar oldukları için, rezonansa gireceklerdir. Yani beyin alanı ne ise (pozitifse pozitif, negatifse negatif), benzer alan ile (PE ya da NE ile) senkronize olacaktır.

PE, kişiyi korur, bölünmeyi engeller; NE böler, yani zarar verir.

Korku ise en birinci beyin negatif alanıdır.

Sanırım bundan fazla açıklamaya gerek yok.

Yani evet; korku, kesinlikle belayı davet eder. O zaman slogan şu olmalıdır:

Önlem al ve unut.

Şimdi korunma önlemi olarak -korkmamaktan başka- iki ayrı ve bence çok süper korunma önlemi paylaşacağım. Bu önlemler en çok evden giderek az sayıda çıkmamız gereken günler gelirse etkin olmalılar… Belki bir daha soru gelmez; şimdiden söylemek istedim.

1- “Fırsat bu fırsattır” diyerek, evi kıyı bucak temizleyin. Her gün bir yeri ele alın. Pervazları, elektrik anahtarlarını, mutfak, hatta banyo fayanslarını silin, eşyaları çekin, arkalarını temizleyin, gardrobu boşaltın, giysileri havalandırın, çekmeceleri de… Bu önlem hastalıklara karşı -soruna iki taraftan saldıran- harika bir koruyucudur: Hem mikrop temizler, hem de PE celp ederek bağışıklık sistemini güçlendirir.

2- Adına ister spor yapmak deyin, ister bizim zamanın lafı ile “jimnastik yapmak”, evde belli süreler aşırı aktif olun. Bu gerekliliği en iyi mahpushane kuşları bilir ve adına “volta atmak” derler. Ünlü Tatar Ramazan filminde Kadir İnanır (Ramazan), bu olayın gerekliliği hakkında kısa bir söylev verir… 🙂

Hanımsanız (beyefendinin farkında değilmiş, kendi dünyanızdaymışsınız gibi, hatta onun yanında değilken) don sutyen ile açın müziği zıplayın, birkaç -içinizden gelen, belki saçma sapan- hareket yapın. Hatta önerim: Müzik eşliğinde yatağa çıkın, inin, yani yükselin, alçalın… Bence beyefendi 3. veya 4. gün meraktan çaktırmadan gelip kerteriz edecek, sonrası size kalmış. 😉

Erkekseniz after shave’inizi sıkın, atlet-slip ile salonun ortasında birkaç sit-up, push up… Mobilyaları kullanarak “parkur sporu” yapın. Parkur sporu (Parkour) nedir bilmiyor musunuz? Çok yazık… Hemen internetten araştırın ve bence “sevdiğiniz sporlar listesi”ne yeni bir spor dalı ekleyecek olabilirsiniz. (Free running’i da unutmayın.) Hayır, palavra atmıyorum. Uzun süreli bir “evde kapalı kalma” sürecinde beni ruhen ve bedenen ayakta tutmuş bir çözümdür bu. Metal yatak demirlerini (artık sadece eskicilerde kaldı bu yataklardan) trapez gibi kullanmıştık. (Mali; iki iskemleyi yanyana koyup birinin altından emekleyerek geçip, diğerinin üzerine çıkıp yere atlamayı, sonra geri dönüp aynısını tekrar etmeyi öneriyor. Bizim ofis koltukları buna uygun, ama evdeki iskemlelerle yapılır mı bilemem. Hanımları, anneleri de parkur yapıcam diye çıldırtmayın.:) ) Ufaktan başlayın… kolay ilerleyeceksiniz.

Biriken enerjiyi muhakkak boşaltın, enerji çökmüşse müzik ile kendinizi tetikleyin.

Bu önlemleri yalnız yaşayan kişiler çok daha rahatça (rahat çıldırarak; “ay kocam/karım/annem/babam/dayım/halam/ev arkadaşım ne dedi?” demeden) yapabilirler.

Açın interneti, oryantal öğrenin; alın alet edevatı, evde (pervazlara) barfiks takın (ben yapmıştım fi tarihinde :).

Yaratıcı olun!

Miskin miskin oturan, kaderine lanet eden, hastalığa yaldızlı davetiye yollar.

Spor, ya da jimnastik ailece de yapılır… Bu zor günler, güzel bir eğlenceli ortamın ilk harcını bile atabilir. Daha aerobik bile yokken, ne areobiği, taş plak devrinde, bebeklerini Strauss valsleri ile kucaktan kucağa geçiren iki arkadaşımız vardı, toprakları bol olsun (bizim dünyanın sözü ile: “Diğer alemde keyifleri gıcır olsun”).1

Evinizi ve/veya birbirinizi yeniden keşfedin. Aile ile sınırlı yepyeni bir dünya kurun… Kim bilir? Belki de bu güzelliğin, moda “sosyalleşmek”ten daha doyurucu ve rahatlatıcı olduğunu fark edecek olabilirsiniz.

Tanrı aşkına internet ya da TV başında mıhlanıp “gündemi takip ETMEYİN”, haber alın, kapatın. İllaki kitap okuyup, film izleyecekseniz -hatırım için- 😀 on beş gün boyunca sadece eğlenceli olanları seçin.

Yaratıcılık ve bedensel işlevsellik beyin gücü verir. Beyin gücü denilen şey PEdir. Sizi her şeye karşı koruyacak olan sadece odur. Siz ona, PEye, onu celp etmeye oynayın. Kendinizi yemenize neden olacak, beyninizde korku filmi gibi alanlar yaratacak “gündem”lere, kukumav kuşu gibi yapışarak bir halttan korunamazsınız.

Haberi alın ve uzatmayın! KAPATIN TELEVİZYONU! Camdan dışarı bakma alışkanlığı edindin. Bekarsanız, karşı pencerede cici insanlar 😉 olduğunu fark edecek bile olabilirsiniz. (Hayatımda yer etmiş iki kişi karşı pencere komşularımdı. Yani birbirimizi ilk olarak camda –camera anlamında değil, basbayağı camda/pencerede- görüp beğendik… işleri ilerlettik. İşlerin pek ilerlemediği karşı pencere ilişkilerim de boldur.) Ama tabi ki insanları tedirgin/rencide ederek, özeline girerek, NE celp edip, var olan kısmetinizi de sıfırlamayın.

Özetle: Krizi kâra çevirin. Uyanıklar, en büyük kârların kriz anlarında elde edileceğini iyi bilirler. Herkes batakken, onlar servet elde ederler. Uyanık olun, pesimist değil. Bu kriz süreci de bir dolu fırsatı beraberinde getirmekte. Evi temizlemeye başlamak, yeni sporlar icat etmek, jimnastik yapmaya başlamak, ailece birlikte -müzik eşliğinde elden ele bebek geçirme- benzeri oyunlar yaratmak kâr değil mi? Mum ışığında flört etmenin, hatta sadece oturmanın değeri ne yazık ki sadece elektrikler kesilince ve sinir içince mum yakılınca fark edilir.

Tüm bunları -insan olduğunuz için- yapacak gücünüz bol-bol var… Gücü AKTİVE EDİN. Eğer gücümüz olmasa, göklerdeki hazret bu kadar uğraşır mı bizle? Kendi haline bırakır, “bu salaklar ne olsa bana gelir” der… Oysa ne yapıyor? Canını dişine takarak, plan üstüne plan yapıyor, üçkağıt üstüne üçkağıt açıyor, bizi çekmeye uğraşıyor…

Ama yağma yok. 10.000 yıldır başaramadı, başaramayacak. Burası bize, insanlara, hayvanlara, bitkilere, taşa-toprağa (onların da alanı var) ait…

O zaman ne diyoruz?

Sorunlara selam, yaşamaya devam…
Meraklanamaya gerek yok… çünkü garp cephesinde yeni bir şey yok.

(Son bir şey geldi aklıma: Sıkıldıkça “Janus Kimdir?” sayfasındaki sizlere armağanım parçayı -müziğin sesini açıp- dinlemenizi/söylemenizi de öneriyorum.)

Bu sözleri söylememe aracı olan sorunuz için çok teşekkürler… 🙂

 


 

DİP NOTLAR

[1]

 

Taş plak dedim; böylece taş plak zamanından kalan bir pinpon ihtiyar olduğum da ortaya çıktı. Evet; o devirlerde plaklar eski LPlerin boyutlarında ve taştandılar. Yere düşünce parça parça olurlardı. Dahası; bu plakları çalan aletler, gramofonların bir yeni versiyonları (ben, dev bir deniz kabuğuna benzeyen hoparlörü olan devre yetişemedim), tek bir plağı, tek bir iğne ile çalarlardı. İkinci plak için ikinci iğne takmak gerekirdi. Bunlardan sonra transistörlü aletlere geçince iğnelerin durduğu kutular genelde dikiş kutularında topluiğne kutusu olarak yer aldılar. Bizim evdekini görüp “A! Ne güzel, nereden budun bu antikayı?” diyenlere “Anneannemden kaldı” derdim. 😉

Tavsiye edebileceginiz bir kaynak (fal konusunda)

Merhabalar;

Keske bir firsat olsa da size güzel bir kahve demlesem karsilikli muhabbet etsek. Mistik konularla ilgilenip mütevazi olabilen kisi pek yok etrafimda. Epey keyifli olacagina eminim.

Neyse ezoterizmin tüm inanislarin temelinde olduguna inaniyorum. Ergün Candan’in Gizemli Sirlar Ögretisi’ni lisede okudum ve sonra bu tip konularla ilgilenmeye basladim. Biraz popülist kaygilar güdülerek kaleme alindiklarina eminim ama önümde bambaska bir yol açti. Sonrasinda Carl Gustav Jung’u kesfettim ve tarot kartlarinin sembolleri gizlemek amaciyla ortaya çiktigini ögrendim ve tarot kartlarina sardim. Etrafimdaki çogu kisi beni falci baci statüsüne indirmeye çalisiyorlar ama ben cidden sembollerin izini sürmek istiyorum. Sürekli fal talebiyle gelenlere gicik oluyorum 🙂 Siz de tarot kartlarini çok sevmiyorsunuz bildigim kadariyla. Ataerkil düzenin bir yansimasi olarak görüyorsunuz. Sizin tavsiye edebileceginiz bir kaynak varsa ögrenmek isterim.

Simdiden tesekkürler.

YANIT

Uzunca bir süredir fal konusu ile aramıza mesafe koyduk. (Bu kararımızın nedenleri adına Fal ve Falcılar adlı yazımı okuyabilirsiniz.) Ancak Tarot falına yakın olmamamın nedenleri farklı. Fakat hemen altını altını çizeyim: Ben dahil kimsenin görüşü ile kendi kararlarınızı kolay değiştirmeyin. Bize sakıncalı görünen bir konu, sizin evriminizde gerekli bir etmen olabilir. Sözümüzü bir kez daha yineleyeyim: “İnsanlar rahat bırakıldıklarında kendilerine neyin gerekli olduğunu sezecek yeteneğe sahiptirler.”

Tarot’ın ezoterik sırlar barındırdığı bize göre gerçeği yansıtan bir söz değildir. Bu şaiyanın yayılma nedeni üç kişidir ve asıl kalıcı etki Kabalist Waite’ın çabaları ile meydana gelmiştir. Kullanılan kartların tümünün ana hatları zaten onun çizdirdiği kartlardır. Doğrudur, o da majör arkanalarda Marsilya tarotundan etkilenmiştir, ama minör arkanaları en baştan sadece kendi ve Coleman görüşüne göre yaratmıştır.

Tutumunun nedeni ise Kabalistlik gerçekleri yaygınlaştırmaktır. Bu eğilimi fark etmeden, yani art niyetle değil (sadece doğru bildiğini yaparak) ifa etse de fark etmez, yaratılan hasar değişmez; çünkü bize göre Kabalzim özde ciddi yanılgılar (NE celp edici davranışlara yönlendirme) taşımaktadır. (Bu konuda bir araştırma kitabım var. Kitap yayınlamaya sıcak bakmadığım için bir kenarda duruyor. Site sahibi dostum ile -kendisi yayınlanmasından yana olduğu için- aramızda ciddi sürtüşmeye neden oluyor. Sanırım Kabala’ya çok kızdığım bir gün, ücretsiz e-kitap olarak siteye yükleteceğim. )

Doğrudur, az önce söylediğim gibi Waite da major arkanayı Marsilya tarotundan -değiştirerek- almıştır; ama Marsilya tarotunun aslı da asillerin oyun kartları, yani içerikte hiçbir ezoterik bilgi içermeyen, çokluk kendi güçlerini sergilemek adına çizilmiş olan oyun kartlarıdır.

Kitabımda vurguladığım gibi, öncel ve kayıp bir deste olduğu hakkında bazı kanılarım da vardır. Bu kanılarımı güçlendirmek adına birçok gerçeği de aktarmaktayım. Bence söz edilen kayıp deste bütünü ile paganist, yani ataerkil Kabalizm ile ilgisiz yapıdadır… bu yüzden yok edilmiş olabilir.

Neden Kabalizme karşıyız? (Kabalistler hakkında düşüncemiz için Açıklamalar linkindeki “Temel İnançlarımız” başlığı altında yer alan “Kabalist majisyenler hakkında” bölmünü okuyabilirsiniz.) Karşıyız; çünkü Kabalizm bütünü ile Tevrat kaynaklıdır. Yani Tevrat’ı kaleme alan enerji ya da kafa yapısından türemiş bir metottur.

İşi basitleştireyim: Tevrat’ın -tek tanrı ve yaratıcı olduğunu öne süren tanrısı- kendini savaşçı olarak tanıtan, bizim (insan adlı yaşam formlarının) bile -kullanıldığında bela yarattığını fark ettiği- negatif jargon ile konuşan (lanetler ve küfürler eden, insanları sevmediğini, küçümsediğini sürekli yineleyen, kitabın neredeyse yarısında onlara verdiği cezaları anlatan, diğer yarısında yaptığı yıkımlardan söz eden) bir kimliktir. Ayrıca yaratıcı olmadığı, yani o yaratma dediği sürece başlamadan bazı şeylerin zaten var olduğu (bize göre öncel evren) hakkında kendi kitabında ipuçları vardır; bunlar çağdaş araştırmacılarla ortaya çıkartılmıştır. Hepsinin ötesinde bize göre bölmek NE (acı) yaratır, o ise yaratma dediği şeyi bölerek yaptığını açıkça ifade etmektedir. Gök ve yeri bölerek başlamıştır yaratmaya.

[Oysa Müslümanlık tek tanrısı Allah, bunun tam tersi yönde eğilim ve davranış içindedir. O yer ve gökü birleştirdiğini söylemektedir (41:11). (Bizler, adımız paganist olsa da, zaten aynı şeyi söylüyor, onurlandırıyor, ya da bunun hayrına inanıyoruz.) Bu gibi zıtlıklara dayanarak Allah ve Yahveh’in farklı güçler olduğu açıktır bence.]

Sorunuza geleyim: Kartlar kullanılmazsa fala ne ile bakılır? Önerim fala bakmamanız, geleceği kendi tutumunuzla yarattığınız için tutumunuza bakmanız gerektiği olacaktır. Ancak eğer fal, Özel Görelilik yasasına dayalı bir teoriye göre hazır olan geçmiş ve gelecek somunu üzerinde gezebilme kapasitesi ise, bu yeteneğe sahip kişiler kendi seçimleri olan HER ŞEY İLE (baklayı yere atarak bile) söz edilen yolculuğa çıkabilirler.

Basitleştireyim sözlerimi: Bir torba bakla alın, diyelim küçük baklaların olumsuzluk, büyük baklaların olumluluk, orta boy baklaların yanıtsızlık simgelediğine İNANIN. Ardından sorunuzu sorun ve elinizi torbaya daldırıp bir bakla çekin. Baklanın yapısı size aradığınız yanıtı verecektir. BU yöntemi kullanmakla ataerkil sembollere bakarak beyninizi onlara almış olmayacak; yerine, baklacık gibi insan dostu, sağlık verici, doğadan gelen bir güzelliğe bakmış olacaksınız.

Okumayı sürdürün >>


SORUNUZU İLETİN!

Tanri var mi?

Merhaba Janus. Sitenize yeni üye oldum. Bundan sonra siki bir takipciniz olacagim. Basarilar.
Sorum su ; semavi dinlerin anlattigi “Tanri” hakkindaki düsüncelerinizi tam olarak anlayamadim. Fiziksel varligi olan bir yaraticidan söz edebilir miyiz? Siz ne düsünüyorsunuz? Veya neye inaniyorsunuz diyeyim?
Diger bir sorum ise, sik sik kullandiginiz “NE” ifadesi hangi anlama geliyor?
Tesekkürler

YANIT

722 sistemi; bilim, din, mitoloji ve okültizm sentezi ile var edilmiştir. Yani sözlerimiz, dört ayrı alan üzerine kuruludur ve bilimsel verilerle örtüşmeyen (en azından bizim paralellik bulamadığımız) hiçbir düşünce (örneğin gerçek olduğuna inansak da Reiki, çakralar, el falı, astoloji vb.) teorilerimizde yer almamaktadır.

Oysa din adamları din, bilim adamları bilim ortamında (sadece tek bir alan çerçevesinde) uzmanlaştıkları, okültistler bilim ile nadiren ilgilendikleri, ataerkil kültür mitolojilerin “masal” olduğunu empoze ettiği için bilgi, parçalar haline (bölünmüş olarak) kalmakta; gerçekler ortaya çıkmamaktadır. Bizim farkımız ise hiçbir alanı dışlamamaktır belki de…

Önce sorunuza tek bir cümle ile yanıt vereyim; kolayca anlaşılamayacak bu açıklamanın sonrasında cümlenin nedenselliklerine geçerek teoriyi netleştirelim:

“Tanrı, yegane -ama bölünmüş- bir gerçekliktir.”

Şimdi bu iddialı cümlenin gerekçelerini dört farklı alan verilerini sentezleyerek sunalım:

1 – Bilim:

1.1 – ETC: (Pozitif Enerji sistemimiz buna dayalıdır.) Bu nörobilim teorisine göre bilinç, fizik bir alandır. Bazı bilim adamları bu varsayımı ileri götürmekte ve bilincin standart şekilde anlaşıldığı biçimde bir alan sayılmaması gerektiği, CMF ( Conscious Mental Field) adı verilen bir alan olduğu, standart fizik alanlardan bazı farklılıkları bulunduğu, ama hala da uzay-zamanda yer aldığı hakkında teoriler geliştirmektedirler. Eş deyişle bilinç hem fiziksel, hem de sübjektiftir; ancak bir dalgaboyu ve frekansı vardır.

1.2 – Orch OR: Bu kuantum yorumunun yaratıcılarından Sir Roger Penrose’a göre kuantum uzayının derin kuantum katmanında non computable bir alan yer almaktadır. Teorinin bir diğer yaratıcısı olan Stuart Hameroff ise söz konusu katmanın estetik değerlerle yüklü bir proto-consciousness’ı içermekte olduğunu savunmaktadır.

1.3 – QFT: Bu kuantum teorisine göre gerçekliğin mutfağı olan kuantum uzayı, alanlardan meydana gelir. Aslında elementer parçacıklar bile yoktur; onlar da alanların eksitasyonlarıdır.

2 – Ezoterizm:

Bölünen Evren teorisine göre öncel bir mutluluk evreni saldırıya uğramış ve ortada ikiye bölünmüştür. (Bilim ortamında bu duruma Büyük Patlama denmektedir.) Makrokozmos bu yüzden iyilik ve kötülük benzeri, her şeyin zıt ama birlikte olduğu bir yerdir. Bu nedenle süreğen bir çarpışma ortamının varlığından söz edilebilir.

3 – Mitoloji:

İlk Çağ mitolojilerinde iyicil yaratıcı (Ana Tanrıça ve Baba Tanrı) evrenin hem kendisi, hem de yaratıcısıdırlar. Bir gün saldırıya uğrarlar, çıkan kozmik savaşı yitirirler. Savaşın galibi alt tanrı Baba Tanrıyı öldürür; Ana Tanrıça’yı bölerek evreni yaratır. Ancak aslında evreni yaratmamış (Halik esmasındaki gibi “halk” etmemiş), böldüğü unsurlardan yeni bir evren var etmiştir. Yaratıcı değil, demiurgos‘tur.

4 – Din:

Dinsel platformda insanın cennette yaşarken, yaptığı bir hata ile cennetten atıldığı teması vardır. Yaratıcı, varlık bütünlüğünü aynen sürdürmektedir; dinsel önerilerle insanı bu yanılgısından kurtarıp, yeniden cennete almayı çalışmaktadır.

Bizlere göre de öncel evren (ki, buna biz de cennet diyoruz ve cenneti doğru şekilde SADECE Müslümanlığın tarif ettiğine inanıyoruz) bölünmemiştir; bir parça (insan bilinci) kopmuş; cennet/insan birlikteliği bölünmüştür.

Bu durumun açılımını ise kuantum mekaniği Stapp teorileri (yorumu) ile yapmaktayız: Bölünme nedeni, insan bilincinin evreni -kendi bilinci ile, ama HATALI BİLGİLER BAZINDA- yaratıyor (dalga fonksiyonunu çöktürüyor) olmasıdır. Eşdeyişle bölen, hatalı şeylere inanan (dinsel söyleme göre “Şeytan tarafından aldatılan”, bizlere göre bilinci ile süperpozisyondan hatalı seçenekleri çöktüren) insandır.

Şimdi bu dört farklı alanın verilerini sentezleyelim:

Kuantum uzayının farklı bir yerinde Penrose ve Hameroff’un (hatta Bohm’un) öne sürdüğü şekilde bir pozitif katman varsa, orasının da bir dalga boyu olacak (yani gerçekliği fizik formüllerle ifade edilebilecek) ve insanın farklılaşmış (koptuğu için farklılaşmış) dalgaboyları yeniden bu alana benzer frekansa geçince (dinsel söyleme göre iyi olunca, bizim teorilere göre PE celp edince) senkronizasyon meydana gelecek, insan bilinci öncel evren ile girdiği rezonans sonrası cennet ile bir kez daha “tam”laşacaktır.

Söz konusu sonucu;

  • Dinsel bakış açısı ile “Şeytan’ın kesin olarak yenilmesi, varlığının son bulması ve müminlerin cennete kabulü”,
  • Ezoterizm ortamında “NEnin celp edilmemesi ile etkinliğinin sona ermesi”,
  • Paganizmde “Ana Tanrıça ve eşi Baba Tanrının alt tanrıyı yok edip, yeniden birlikte olmaları”,
  • Bilim ortamında “Karadeliğin biriktirdiklerini bir beyazdelik olarak bir kez daha(!) fışkırtması sonucu yeni bir evren kuracak olması” (patlama öncesi singularity’ye geri dönerek, entropinin sıfırlanması),
  • Pseuda-science bakış açısı ile ışık hızının (ışık adlı EM dalga boyunun sınırlamasının) aşılıp, takyon evrenine geçilebilmesi

şeklinde ifade etmek mümkündür.

Makrokozmosun (iyi/kötü savaşının) nedeni, öncel evrenin yeniden var edilmesi (tekrar yekpareleştirilmesi), ya da bunun tersinin oluşması prosesidir. Her şey, ama her şey -bilinçli, ya da bilinçsiz şekilde- bu nihai hedefe ulaşmak için vardır. Evrenin de, kişisel bilincin de işleyişinde başka gerçek/hedef/itilim yoktur.

Karşımızda; ya birleşmeye çalışan ama başarılı olamayan, yine de bütünü ile de bölünemeyen bir evren var… Ya da kendinden uzak kalmış olanları yanına almaya çalışan bir bilinç.

722 sisteminin temeli bu düşüncelere dayalıdır.

Bizlere gelelim… (Bizler derken, kendi içine kapalı birkaç arkadaştan değil, birkaç araştırmacı tarafından üretilen düşünceleri sempatik bulan herkesten söz etmekteyim.)

İnancımız bir sentez olduğu için kendimizi gerçekten (kesinlikle) ne pagan, ne Müslüman, ne satanist (kötülük yapmaya odaklı olmayan, sadece standart moral kurallara ve dinsel söylemlere başkaldıran ekol), ne ateist olarak ifade edebilmekteyiz. Özgün olan 722 sistemi bunların sentezi, ya da gerçekten parçalar içeren teorilerin -bize göre- yeniden bütünlenmiş halidir.

Bence 722 teorisi tamdır. Birçok cevapsız kalan soruya kolayca yanıt verebilmektedir. Ancak yanıtlanamayan kısım da vardır; ki, o da söz konusu mekanizmanın gerisinde bir ilahi bilinç olup olmadığı (yani sistemin fizik etkime/tepkimelerle mi, yoksa bir sübjektif yönlendirme ile mi yapıldığı) sorusudur.

Okumayı sürdürün >>


SORUNUZU İLETİN!

Karisik Bir Ask Denklemi

Merhabalar;yaklasik 8 sene süren bir iliskiyi yakin bir zamanda noktaladim. Yurt disina tasinmasi ve benimle olan iletisimini kademeli olarak azaltmasi, bunda etkendi. Kafamda ayrilik çanlari çalarken, uzakta bir ayrilik konusmasi yaparak ayrilmanin çok mantikli ve insafli olmayacagini düsünerek yanima gelmesini bekledim. Bu süre zarfinda, daha önce ayni yerde çalistigimiz bir erkekle daha samimi görüsmeye basladim. Dertlesmeler yogun mesajlasmalara, yogun mesajlasmalar ev ziyaretlerine evrildi. Hatta ayrilik konusunda beni yüreklendirdi. Birkaç sefer sarilarak uyuduk. Benim bir erkegin fiziksel sicakligina ihtiyaç duydugumu söyledigimden, sirf ben istedigim için sarildi. Sonra nasil oldu bilmiyorum birlikte olduk. Ilginç bir sekilde ben sevgilimi aldatmis gibi hissetmedim. Aksine onu bu duruma sürükledigim için kötü hissettim. Neyse sevgili kisisi geldi ve ondaki degisimin kalici oldugunu gözlemledim. Beynimden de kalbimden de silip ayrilik karari verdim. Sonra isler gariplesmeye basladi. Yemek pisirmemin onu mutlu ettigini söyleyen, benim her zaman yanimda olmami istedigini söyleyen kisi gitti yerine bir sürü kadin var, neden birine baglanayim moduna girmis bir yaratiga birakti. Halen duygusal bazi paylasimlar yasaniyor aramizda ama nasil desem bir seyler hissettigini fark ettigi ya da itiraf ettigi anda kendini geri çekiyor.

Bu soru ne kadar net sorulur bilmiyorum. Aldatma ve cinsellikle baslayan bir iliski duygusallik ve bagliligin bulundugu normal bir iliskiye evrilir mi sizce? Bir erkek olarak ve evrenin sirlarini benden daha iyi çözdügünüzü düsünerek böyle bir ihtimal var mi? Ne yapabilirim? Ilgili insani komple hayatimdan çikarmayi da düsündüm. Degisik bir bag var gibi hissediyorum. Ilk tanistigimizda da öyleydi (hoslanti gibi yorumlamayin lütfen bu dedigimi) Hatta hayatindaki bazi büyük degisimleri hissettim zamaninda. Malum olmus gibiydi yani.

Ha bir de kilo vermeye çaba sarf ettigimi ögrendiginde (bozdum bu arada) hayatta veremezsin diye benimle iddialasinca nisan sonuna kadar bana izin ver dedim. Nisan sonuna kadar sen dedigin kiloya in ben seninle evlenirim, beni baskalarindan kiskanmana da gerek kalmaz direkt senin olurum dedi. Kilo vermek de istiyorum hatta aramizda bir iliski de olsun istiyorum ama yani böyle egosal bir sekilde sahip olmak falan benlik bir sey cidden degil. Ziril ziril aglamak yerine somut bir seyler yapmak istiyorum açikçasi.

Simdiden yardiminiz için tesekkür ederim.

YANIT

Önce şu cümle hakkında konuşalım:

“Benim bir erkegin fiziksel sicakligina ihtiyaç duydugumu söyledigimden,”
Yaşamınıza kendinize verebileceğinizi en-en-en büyük hasarlardan biri böyle -afedersiniz- “martavallara” inanmaktır. Bu inanç, ataerkinin yalanlarındandır; çünkü tamamen sonradan öğrenilmiş, öğretilmiş demek daha doğru, bir yaklaşımdır. Her insan, kadın ve erkek, yaşama YALNIZ OLDUĞU bilinci ile gelir. Bu en doğal, en natürel, en güzel, en korunaklı kimlik bölümüdür. Ancak yaygın kültür (aile bile, tabi ki istemeden, fark etmeden) bu yapıyı yok edebilir. Özgün karakterinizde (DOĞAL YAPINIZDA) bebeğinizden başka hiç kimseye sarılmak gibi bir İHTİYACINIZ YOKTUR. Sarılmak güzeldir, muhteşemdir, elde etmek için ortamlar yaratmaya çalışmakta bir sakınca yoktur; ama bir ihtiyaç DEĞİLDİR.

Sevgiliye sarılıp uyumak, yatakta sarmaş-dolaş konuşmak harika keyiflerdir… ama hala da bir erkeğe -kusura bakmayın- boyun büküp “ihtiyacım” denecek bir şey hiç değildir; çünkü bu olay, derin kavramlar yüklenecek, bulamayınca da eleme gömülecek içerikte değildir; şahane bir keyiftir… hepsi bu adar. Çok güzel duygular yaratan şeyler ile, ihtiyaçları karıştırmamak gerek bence.

Ayrıca erkek arkadaşınıza, sevgilinize, eşinize “bu benim ihtiyacım” diye istek deklare etmek fazla doğru olmayabilir. İllaki söyleyecekseniz arzunuzu “Bu beni mutlu ediyor” şeklinde yansıtın ve üstelemeyin. Karşınızdaki kişi kişilik yapısına göre karşılık verecektir. Gelene razı olun. : )

İkinci olarak “Hatta ayrilik konusunda beni yüreklendirdi” şeklindeki cümleniz beni biraz rahatsız etti. Bir kişinin, bir diğerinin ilişkisi hakkında yön verici konuşmalar yapması doğru değildir. Bunu yapan kişilerin çevresine bir noktalı çizgi çizmek iyi olur diye düşünüyorum. Dahası; sizin eski sevgiliniz hakkında bir diğer insana detay vermeniz de yanlış bir tutumdur. (Özellikle hanımlar arasında görülen “olanı biteni yakın arkadaşa anlatmak ve ondan görüş almak” alışkanlığı, ilişki üzerinde ciddi hasar yaratacak olabilir ve gerisinde ETC teorileri vardır.) Tüm bu yanlışlar NE celp ederler ve söz konusu frekans ilişkiyi çıkmaza sokar. Yolunda giden bir ilişkinin rayından çıkma nedeni -küçük detaylar gibi görülen büyük hatalarla celp edilen bölücü frekanslardır.

Şimdi sorunuza geleyim, sonra yeniden cümlelere geçeriz:

“Aldatma ve cinsellikle baslayan bir iliski duygusallik ve bagliligin bulundugu normal bir iliskiye evrilir mi sizce?”
Evet, evrilir.

Bir kriter olmasam da -hep söylediğim gibi- soru yöneltilen bir kişi olduğum için yaşantımdan alıntılar biraz önemli sayılabilecek örnekler olabilirler. Bu yüzden izninizle yaşamımdan bir olay aktarayım: İkinci eşimle yeni evlenmiş olduğum halde aramızda büyük anlaşmazlıklar vardı. Önceden yazarı olduğum bir sosyal paylaşım sitesinde de beni izleyen sevgili arkadaşlarım anımsayacaklardır: O sitede yaşadığım zor günleri “Koray” adlı bir delikanlının macerası içinde anlatmıştım.

Evliliğin ikinci yılına girince bir başkasına aşık oldum. Ve bir gece onunla seks yaptım. O gece, ilişki sona erdikten sonra tavana bakarak eşim ile uzun uzun konuştuğumu, ondan özür dilediğimi ve en sonunda “Artık hayatımda sen yoksun bir tanem” dediğimi hatırlıyorum.

Birlikte olduğum kişi de evliydi.

Yaptığım/yaptığımız işin adı zina idi.

İlişkime tüm arkadaşlarım ve yakınlarım karşı çıktılar. Eşim “Yuva yıkanın yuvası olmaz” sözleri ile beni caydırmaya çalıştı. Ama kimseyi dinlemedik; zorluklar sonrası eşlerimizden ayrıldık ve evlendik. Birlikteliğimiz on dört yıl sürdü. Aşkımız “dillere destan oldu” (bu söz gerçeği yansıtıyor, detay vermeyeyim). On dört yıl sonunda heyecanımız tükendi, bir süre (4-5 yıl) yokluk içinde birbirimize sadık kaldık. Sonunda bunun doğru olmadığını kabul ederek ayrıldık. Dostluğumuz hiç bitmedi. Eğer moral değerler yüzünden o gece onunla birlikte olmasaydım, o güzel yılları yaşayamayacaktım.

Yaşamda bazen ataerkil (nedensiz, salt mantığa dayalı) kuralları çiğnemek gerekli olabilir. Maharet, hangi kuralın, ne ölçüde çiğneneceğini sezmek ve bir çuval inciri berbat etmemektir.

[Bir dipnot: Paganist olsam da, ciddi bir hayranlığım olan Müslümanlıkta yalan söyleme ve yemin bozma izni vardır ve gerekli kriter “hayr yaratacak olmak”tır.]

Eğer ayrıldığım eşim ciddi hatalar denilebilecek davranışlarda bulunmasaydı, evet, o zaman yaptığımın adı zina olurdu. Ancak bir taraf uzun süre verdiği sözleri ya da yapması vicdanen gerekli sorumlulukları realize etmedi ise (hatta belki de eşini mutlu etmek adına özveride bulunmuyorsa) -bence- moral kısıtlamalara fazla boyun eğmek doğru olmayabilir. Yaşamın var olma amacı kurallar değil, doğru enerjilerdir. Kurallar yanlış olabilir.

“hayatta veremezsin diye benimle iddialaşınca”
Beni biraz katı bulabilirsiniz ancak yine de söylemek isterim: Bu şekilde konuşan kişilere dikkatli yaklaşmanız gerekir. Bir insana bir konu hakkında, hele ki onun için önemli olduğu kolayca sezilebilecek bir konu hakkında “yapamazsın” diyebilecek bir kişi NE sahibi olabilir. (Tabi ki söylenen ortamı, işin başını/sonunu bilmiyorum, sadece okuduğum mesaj sınlarları içinde yorum yapıyorum. Bunu da göz ardı etmeyin lütfen.)

“Nisan sonuna kadar sen dedigin kiloya in ben seninle evlenirim”
Evlilik gibi çok ciddi ve önemli ölçüde özveri gerektiren bir kurumu bu kadar sudan bir sonuca bağlayan, söz edilen kararı bu kadar kolay alabilen bir kişiye güvenmenizin hata olduğunu söylemem gerek. Yineleyeyim: Bu söz biraz amacını aşmış bir espri de olabilir. Eğer ciddiyetle söylendi ise dikkatli olmalısınız bence.

“beni baskalarindan kiskanmana da gerek kalmaz direkt senin olurum”
Bunlar beni üzen, bizim erkeklik anlayışımıza hiç uymayan şeyler. (Anaerkil olsak da, erkeklik bizim için kutsaldır.) Haddimi aşıyor olabilirim, ama söylemek istiyorum: Bu sözler bir erkeğe değil, kendini pazarlayan ataerkil ortamın fahişelerine (seks aracılığı ile yalnız bir insanı mutlu etmek için yola çıkan ve tıpkı doktorlar, fizik tedavi uzmanları gibi bunun için bir bedel talep eden değil; manevi değerlerini pazarlayan, para için her bir şeyi satmayı göze alan, amaçları gözü kara şekilde para kazanmak olan kadınlara) uygundur.

Bir insanın kendini büyük ödül olarak lanse etmesi, kazanılmak için gerekli şartları dikte edecek kadar büyük görmesi, onun fazla gelişmemiş bir karaktere sahip olduğunun delili olabilir. Bu gibi kişiler aslında kendilerini hiç de büyük ödül olarak görmeyen, görmeyi çok isteyen, özlediği ortamı yaşayabileceği birini bulunca onu üzmek pahasına bu ihtiyacını tatmine girişen kimselerdir. Kendilerini yetersiz/değersiz görenler, bu duygunun yarattığı küskünlükleri yüzünden fazlaca pozitif partnerler olamazlar.

“direkt senin olurum dedi.”
Maskülen karakterli erkekler genelde kendilerini birine mal etmeyi sevmezler. “Senin olurum”, ya da “yok; bunu yapmadın, senin olamam” yaklaşımı kadınların söylemidir; çünkü kadınsı ruh, sahiplenmeyi kolay kabul eden, hatta kimi zaman bundan hoşlanan yapıdadır.

Bir erkeğin kadınsı ruh taşımasında, ya da kadının erkeksi kimlikte olmasında en küçük bir terslik yoktur… Terslik, kadınsı ruh taşıyan bir erkeğin, kendini erkeksi ruh taşıyan biri olarak tanıtmasıdır. Bu bir aldatmacadır. Terslik aldatmaktadır.

Adı geçen aldatmacanın (yani erkeklerin kadınsı ruh taşıdıklarını reddetmelerinin, ya da belli etmemeye çalışmalarının) nedeni çokluk, kadınları küçümsüyor olmalardır. Yani kişi aslında olduğundan farklı bir cinsiyetten esintiler taşıdığı için değil, küçümsediği bir cinsiyetten esintiler taşıdığı için kendine yabancılaşmıştır.

Bu tarz çetrefil kimlikli insanların partnerlerine mutlu bir yaşam vereleri bence pek kolay değil… çünkü öncelikle kendileri mutsuzdurlar.

Mutsuzluk ise bulaşıcı olabilir.

Sakın ağlamayın… Kadınlara en yakışmayan şeydir ağlamak… Kadınlar gülerler… Gülme uzmanıdırlar.1
Ağlamak aurayı kötü etkiler. Gülmek cilalar. : ) Cici bir hanımsınız, bence gülmek size olağandan da fazla yakışmakta. Sık sık cilalayın size sunulan bu bedava cila ile auranızı derim.

 


 

DİP NOTLAR

[1]

 

İlk Çağ paganizminin evreni yaratan Ana Tanrıçası, ataerkil Yunan mitolojisine basit bir aşk tanrıçası şekilinde, Afrodit olarak geçmiştir. Afrodit’in -niteliklerini ifade eden- bazı ek ismileri vardır. Bunlardan biri “philommeides”tir. Bu isim, “cinsel organları sever”dir. Oysa Homeros, Ilyada 3.389 ona “Philomeides” der ve bunun anlamı “gülmeyi sever”dir. Bu durum İlk Çağ paganizmindeki cinselliğin bir eğlence ve sevinç kaynağı olarak algılanmasına delildir. Zaman içinde seks ataerkil etkilerle hükmetme ve elde etme ortamına dönüşmüştür. Bize göre bütün hanımlar “Philomeides”tir ve güzel bir gülüş, bir hanımın en büyük silahı, ya da silah demeyelim, erkeğe üstünlüğüdür. 😉

SORUNUZU İLETİN!